'Gazeteci, aklına koyduğunun peşinden gitmeli'

Gazetecilik hayatında çektiği cesur fotoğraflarıyla dünyaca tanınan usta foto muhabiri Garbis Özatay, şu günlerde anılarını kitaplaştırma hazırlığında. Özatay, “Gazeteci idealist olmalı, aklına koyduğunun peşinden gitmeli” diyor

30 Ocak 2015 - 12:26
Aysel KILIÇ
Garbis Özatay, 68 yaşında. Çocukluğu ve ilk gençlik yılları İstanbul Harbiye’de, sonraki yılları ise Kadıköy’de geçmiş. İş hayatına çok genç yaşta kuyumculuk mesleğiyle adım atan Özatay, daha sonraki yıllarda kuyumculuğun verdiği ince ve detaylı görüşü fotoğraf karelerine yansıtmaya başlamış. Böylece gönlünde yatan foto muhabirliğini yapmak, hayatının ilk hedefi olmuş. Zamanla şans yüzüne gülmüş ve 1966’da Haber Ajansı'nda çalışmaya başlamış. Haber fotoğrafçılığını ince detaylarına kadar öğrenen Özatay, 1969’da Türk Haberler Ajansı'nda profesyonel foto muhabiri olarak göreve başlamış. Garbis Özatay,  çoğu gazetecinin cesaret edemediği cesareti gösterip, fotoğraf çekmenin yasak olduğu ‘sakıncalı’ yerlere girmiş. Objektifini hastane ve işkence odalarına, mahkeme ve Meclis salonlarına çevirmiş. Kral Hüseyin'in babası Kral Tallal'ın ilk ve son fotoğrafını çekmeyi başararak dünyaca ünlenmiş. “Falaka” fotoğrafıyla da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin 1970’de verdiği Gazetecilik Başarı Ödülü’ne layık görülmüş.
Usta foto muhabiri Garbis Özatay, şu günlerde meslek hayatında yaşadıklarını kitaplaştırma hazırlığında. Kitap, hem biriken anılardan hem de her biri belge niteliği taşıyan fotoğraflardan oluşacak. Biz de Özatay ile bir araya gelerek mesleğini, anılarını ve gazeteciliğin bugününü konuştuk.


-Fotoğrafçılığa nasıl başladınız?
Fotoğraf çekme merakım küçük yaşta başladı. Annemin fotoğraf makinesi alır sokaklarda fotoğraf çekerdim. Bir süre sonra kendime bir fotoğraf makinesi aldım. Bu arada Ara Güler’le tanıştım. Kuyumculuk yaptığım atölye, Ara’nın Galatasaray’daki evinin yakınındaydı. Atölyenin olduğu sokakta bir fotoğrafçı vardı. Ara, çektiği fotoğrafları orada basardı. Böylece karşılaşıp tanıştık. Zaman zaman çektiğim fotoğrafları Ara’ya gösteriyordum. O da bana, ‘hep çiçek böcek çekiyorsun’ deyip gülüyordu.  


-Basına girmeniz nasıl oldu?
Yıl 1966. Temmuz ayının bir pazar sabahı, Boğaz’da motor ile vapur çarpıştı, motor battı ve 17 kişi yaşamını yitirdi. O yıllarda amatör olarak da daldığım için kurtarma çalışmalarını yakından takip ediyordum. Ertesi gün, arkadaşımın su altı fotoğraf makinesini alarak denize daldım. Batan motoru buldum ve fotoğrafını çektim. Ama geri dönerken bir aksilik yaşadım ve vurgun yedim. Gözümü açtığımda, Çubuklu Kurtarma ve Sualtı Komutanlığı’ndaki basınç odasındaydım. Kendime geldikten hemen sonra filmi kontrol ettim, filmde sorun yoktu. Banyo ettiğim filmleri hemen Ara’ya götürdüm. Bu kez çiçek ve böcek çekmediğimi söyledim. Fotoğraflarıma baktı ve beni çalıştığı Hürriyet Haber Ajansı’na yönlendirdi. Çektiğim ilk olay fotoğrafları yayınlanırken benim de gazetecilik hayatım başlamış oldu.


-Foto muhabiri kimdir?
Foto muhabiri, tarihi belgeleyen gözdür. Bir gazetecinin, foto muhabirinin başarılı olabilmesi için öncelikle idealist olması gerekir. Kafanıza koyduğunuz haber ve fotoğraf için mücadele etmesini bileceksiniz. Foto muhabirinin çektiği bir kare, çok şey anlatabilir.


“ABDİ İPEKÇİ BENİ MİLLİYET’E ÇAĞIRDI”


-Nerelerde çalıştınız?
Hürriyet Haber Ajansı’nda stajyer olarak başladım. Askerden sonra Sami Güner’in yanında özellikle renkli fotoğrafçılıkla ilgili detayları öğrendim. Sonra Türk Haberler Ajansı’na geçtim. Bir süre sonra da Hayat Mecmuası’na geçtim. Hayat Mecmuası’nda çalışırken Abdi İpekçi demiş ki, ‘Hayat Mecmuası’nda bir çocuk çalışıyor, onun fotoğrafların beğeniyorum, sorun bakalım Milliyet gazetesinde çalışır mı?’ Ve Milliyet gazetesinde çalışmaya başladım.


-Geçmiş ve bugünü kıyasladığınızda gazetecilik için neler söylersiniz?
Eski yıllarda imkânsızlıklar içinde çalışıyorduk. Her aşamada gazeteciliğin kalitesi, saygınlığı vardı. Üzülerek söylüyorum ki, bugün bu saygınlık maalesef kalmadı. Bunun da kaybolmasının en büyük nedeni patronlardır diye düşünüyorum. Çünkü insana yatırım yapmaktan kaçındılar. Ve bugün gazete binalarında çalışan pek çok insan, başta sunulan kısıtlı haklar sebebiyle ardından da bir gün işsiz kalma düşüncesi içinde mutsuzlar. Bu da tabi mesleğe yansıyor. Bugün gazetecilik, siyasetin de bulaşmasıyla zor günler geçiriyor. Eski gazete sahipleri, sadece gazete ile ilgilenirdi ama daha sonra holdingleşme ile gazeteciliğin yanında girdikleri sektörlerin sorumluluklarını da alarak gazetecilik mesleğini sıradanlaştırdılar. Sedat Simavi’nin bir sözü vardı ya hani, ‘Gerekirse kalemini kır ama sakın satma’. Umarım bir gün bu güçlü karaktere dönüş olur...


-Daha çok hangi konular ve olaylar üzerine çalıştınız?
İlk çalıştığım yıllarda bir gelenek vardı.  Mesleğe yeni başlayan biri mutlaka önce polis muhabirliği yapardı. Benim de öyle oldu. Ama ben tek bir dalla yetinmedim. Emniyet Müdürlüğü’nde muhabirlik yaparken Boğaziçi Köprüsü’nün de temeli atılıyordu. Köprünün inşaatını da sonuna kadar takip ettim. İnşaatta çalışanlarla da köprü için eylem yapanlarla da hep iletişim halindeydim. Köprünün açıldığı gün de oradaydım. Böyle bir şeye tanık olmak çok heyecan vericiydi.


 “FİLMİ ÇORABIMIN İÇİNDE SAKLADIM”


-Mesleğinizde unutmadığınız anılarınız var mı?
1980’de Kadıköy’e taşınmıştık. Taşındıktan 4-5 ay sonra 12 Eylül Darbesi oldu. Sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti. Ama benim gazeteye gitmem gerekiyordu. Kadıköy İskelesi’ne indiğimde asker önümü kesti, vapurun çalışmadığını söyledi. Arabamla gitmek için Kaymakamlıktan kâğıt alarak gazeteye gidebilmiştim. Gazetede gündemin son durumunu öğrenerek olay yerine gittim. Gözaltına alınanların sayısı çok fazla olduğundan karakollarda yer kalmamıştı, gözaltına alınanlar Beşiktaş Stadyumunu getiriliyordu. Makinemi hazırladım, yedek filmi de üzerimde saklayarak Harbiye’deki bir otelin en üst katına çıktım. Buradan stadyum çok iyi görünüyordu. Fotoğrafları çektikten sonra filmi yine üzerime saklayarak boş filmi de makineye taktım ve öyle dışarı çıktım. Beklediğim gibi asker kapıda çevirdi ve fotoğrafları istedi. Ben de makinedeki boş filmi çıkartıp verdim. Fotoğraflarımı kurtarmıştım sıra onları yıkayıp baskıya hazır hale getirmek vardı. Fotoğraflar güzeldi ama yayın yasağı geldiği için bu kareleri kimse göremedi.
Eski Ürdün Kralı Hüseyin’in babası Kral Tallal’la ilgili anım ise şöyle... Kral Tallal, İstanbul’da bir hastanede tedavi görüyordu. Bu bilgiyi edindikten sonra nasıl fotoğraf çekebileceğimi düşündüm ve bir plan yaptım. Planımın sonunda fotoğrafı çekmiş ve dünyada birçok yerde de yayınlanmıştı.
Anılar deyince bunca yıldan sonra insanın aklına o kadar çok şey geliyor ki, kibrit kutusu ile çektiğim foroğraf, Emniyet Müdürlüğü’nde falaka fotoğrafım... Yasaklar olabilir ama gazetecinin haber alma özgürlüğü kısıtlanmamalıdır.


-Bir kitap hazırlığı içerisindesiniz. Fotoğraflarınızdan oluşan bir kitap mı olacak?
Gazetecilik mesleği ile İstanbul ve Türkiye’nin yakın tarihine şahitlik ederken yaşladıklarımı, anılarımı anlatıyorum.  Bazı konuları fotoğraflarla da destekliyorum. Kiyap benim için uzun soluklu bir çalışma oldu ve bugünlerde de sonuna geldim.


-Kitap için düşündüğünüz bir isim var mı?
Baştan beri “Çektiklerim” olarak düşünüyorum. Ama tabi yayınevi ile de bir fikirbirliğine varabiliriz...


-Arşivinizdeki Kadıköy fotoğrafları çok mu?
Olmaz mı... Vapurla her geçişimde Haydarpaşa’yı çekerdim. Fırsat buldukça da Gar’ın içini gezer, fotoğraflardım. Kadıköy’ün çarşısını, otobüs duraklarını, yollarını, sokaklarını her tarafını çektim.


-Peki, Kadıköy sizin için ne ifade ediyor?
Kadıköy’ü çocukluğumdan beri bilirim. Çocukluğumun bir kısmı burada geçti. Moda İlkokulu’nun karşısında üç tane ahşap konak vardı. Onların bir tanesinde annemin teyzesi otururdu. Ailece cumartesi günleri oraya yemeğe gider, pazar akşamı da eve dönerdik. Gidişlerimiz ise iskeleden yukarı tramvayla olurdu. Evlendikten birkaç yıl sonra da bu semte yerleştim. Eşim ve ailesi eski Modalıdır. Bu semti çok seviyorum ama son yıllarda şehrin hemen her yerinde gördüğümüz çarpık yapılaşmanın Kadıköy ve Moda’yı da olumsuz etkilediğini üzüntüyle izliyoruz. Moda konakları ile meşhur, özel bir semtti. Şimdi ise o konaklardan eser kalmadı.
Etiketler; Garbis Özatay

ARŞİV