17 Ağustos 1999 gecesi saat 03.02’de, Marmara bölgesi tarihinin en acı felaketlerinden birini yaşadı. 7,6 büyüklüğündeki deprem, yalnızca Kocaeli’yi değil, Sakarya’dan Yalova’ya, İstanbul’dan Bolu’ya kadar geniş bir coğrafyayı vurdu. 45 saniye süren deprem şehirleri yerle bir etti. Yüzbinlerce insanın hayatı bir daha eskisi gibi olmadı.
O geceden beri, Türkiye’nin farklı bölgelerinde yaşanan her büyük depremde aynı çığlık tekrarlandı: “Sesimi duyan var mı?”
Bu söz, enkaz altındaki canların yardım çağrısından öte, 26 yıldır deprem politikalarında eksik kalan adımların, yarım kalan önlemlerin ve unutulan kayıpların simgesi haline geldi.
Tam da 17 Ağustos depreminin yıldönümü yaklaşırken 10 Ağustos’ta Balıkesir Sındırgı’da meydana gelen 6,1’lik deprem bir kez daha dönüp geçmişe bakmayı zorunlu kıldı. 1999 yılından itibaren ülkemizde yaşanan depremleri, can kayıplarını, hukuki süreçleri ve hükümetlerin yaptıkları çalışmaları mercek altına aldık.
1999’DAN 2025’E UZANAN ACI TABLO
17 Ağustos 1999 depreminde resmi rakamlara göre 18 bin 373, gayriresmî tahminlere göre 40 bin civarında kişi yaşamını yitirdi; 49 bin kişi yaralandı, 250 binden fazla kişi evsiz kaldı.
Aradan üç ay geçmeden 12 Kasım 1999’da Düzce 7,2 büyüklüğünde bir depremle sarsıldı. Resmi rakamlara göre 845 kişi öldü, 2 bin 678 kişi yaralandı ve binlerce bina yıkıldı. Depremzedeler aylarca çadır ve konteynırlarda yaşamak zorunda kaldı.
3 Şubat 2002’de Afyon’da yaşanan 6.5 şiddetindeki depremde 44 kişi yaşamını yitirdi.
1 Mayıs 2003’te 176 kişinin yaşamını yitirdiğ deprem Bingöl’de yaşandı. 625 bina çöktü veya ağır hasar gördü. Binlerce kişi evsiz kalırken, bölgede acil yardım ve kurtarma çalışmaları günlerce sürdü.
8 Mart 2010’da Elazığ Karakoçan’da meydana gelen 6,1 şiddetindeki depremde 41 kişi hayatını kaybetti.
2011’de bu kez Van ve çevresi 7,1 büyüklüğündeki depremle yıkıldı. 604 kişi öldü, 6 binden fazla bina ağır hasar gördü. Soğuk iklim koşullarında barınma krizi büyüdü, kış ortasında binlerce aile ısınma ve barınma sorunuyla karşı karşıya kaldı.
2020 yılı, peş peşe gelen iki büyük depremle hafızalara kazındı. 24 Ocak’ta Elazığ’ın Sivrice ilçesinde 6,7 büyüklüğünde deprem oldu. 41 kişi öldü, 1 bin 300’e yakın bina yıkıldı ya da ağır hasar aldı. Bu depremin yaraları sarılamadan, 30 Ekim’de İzmir Seferihisar açıklarında 7,0 büyüklüğünde deprem meydana geldi. Tsunami uyarılarının yapıldığı bu depremde 117 kişi hayatını kaybetti, 100’den fazla bina yıkıldı.
Takvimler 6 Şubat 2023’ü gösterdiğinde Türkiye tarihinin en büyük felaketlerinden biri yaşandı. Aynı gün içinde meydana gelen Kahramanmaraş merkezli 7,8 ve 7,5 büyüklüğündeki iki sarsıntı, 11 ili enkaza çevirdi. Resmî rakamlara göre 53 bin 537 kişi yaşamını yitirdi. Gayriresmî tahminler 60 bine yakın can kaybına işaret ediyor. Yaklaşık 50 bin bina yıkıldı, 165 bin bina ağır hasar gördü. Milyonlarca insan evsiz kaldı, yüzbinlerce çocuk eğitimden koptu, milyonlar başka şehirlere göç etmek zorunda kaldı. Enkaz kaldırma çalışmaları aylar sürdü; bölgede yaşam hâlâ normale dönmüş değil.
Son olarak 10 Ağustos Pazar akşamı Balıkesir Sındırgı’da saat 19.53’te 6,1 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Bir kişinin hayatını kaybettiği depremde İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın açıklamasına göre 29 kişi yaralandı, 16 bina yıkıldı.
26 yılda Türkiye’de resmî rakamlara göre 74 bin civarında gayriresmî tahminlere göre ise 100 binden fazla insan depremlerde yaşamını yitirdi. Bu kayıplar, yalnızca sayıdan ibaret değil; geride kalan yüzbinlerce aile, boşalan mahalleler, ekonomik ve sosyal yıkım bu bilançonun görünmeyen kısmı.
Japonya’da ise aynı dönemde deprem kaynaklı can kaybı yaklaşık 19 bin. Bu ölümlerin büyük bölümü, 11 Mart 2011’de yaşanan 9,1 büyüklüğündeki Tōhoku Depremi ve Tsunamisi sırasında meydana geldi. Bu felakette 18 bin 400 kişi öldü ya da kayboldu. Kalan kayıplar 2004 Chūetsu (6.6), 2007 Chūetsu Offshore (6.6), 2016 Kumamoto (7.0), 2024 Noto Yarımadası (7.6) depremlerinde yaşandı.
450 BİN BİNA YIKILDI
1999 Marmara Depremi’nden bugüne, Türkiye’de yaklaşık 450 bin bina ya tamamen yıkıldı ya da oturulamaz hale geldi. Bu rakam, yalnızca İstanbul’daki toplam bina sayısının neredeyse yarısına denk geliyor. Aradan geçen çeyrek yüzyılda, teknoloji ilerledi, deprem yönetmelikleri hazırlandı “kentsel dönüşüm” gibi kavramlar hayatımıza girdi. Ama yıkımın nedenleri, neredeyse hiç değişmedi.
Binaların yıkılma nedenleri özetle şöyle:
Dayanıksız ve eski yapı stoku: 1999 Marmara depreminde yıkılan binaların çoğu 1970–1998 arasında inşa edilmişti. Beton kalitesi düşük, demir donatı miktarı yetersizdi.
6 Şubat 2023’te yıkılan binaların önemli bir kısmı ise 2018 öncesinde yapılmıştı. Yani, yeni yönetmeliklerin kapsamına girmeyen ya da kağıt üzerinde uygun görünüp, uygulamada standart dışı inşa edilmiş yapılardı.
Fay hatlarına yakınlık ve zemin sorunları: Alüvyon zemin, dolgu alanlar, sıvılaşma riski yüksek bölgelerde yapılaşma da depremin yıkıcılığını etkileyen faktörler. Zemin etütlerinin ya hiç yapılmaması ya da kâğıt üzerinde yapılmış gibi gösterilmesi felaketi büyütüyor. 1999’da Adapazarı’nda, 2023’te Hatay–Antakya’da sıvılaşma binaların devrilmesini hızlandırdı.
Deprem yönetmeliğine uyulmaması ve denetim eksikliği: Türkiye’de deprem yönetmelikleri 1998, 2007 ve 2018’de yenilendi. Ancak eski binaların çoğu yenilenmedi, yeni binaların da bir kısmı kağıt üzerinde ‘uygun’ görüldü. 1999 sonrası kurulan Yapı Denetim Sistemi birçok ilde etkin uygulanmadı. Ruhsat aşamasında ve inşaat sürecinde yeterli denetim yapılmadı.
DEPREM POLİTİKALARI – YAPILANLAR VE EKSİKLER
1999 Marmara ve Düzce depremlerinin ardından Türkiye’nin afet yönetim sistemi, yapı güvenliği standartları ve finansman politikalarında köklü değişiklikler hedeflendi. Ancak aradan geçen 26 yılda hayata geçirilen uygulamaların yeterli olmadığını 6 Şubat 2023 depremleri acı bir şekilde gösterdi. Peki neler hedeflenmişti ve neler oldu?
* Deprem Vergisi – “Geçici”den “kalıcı”ya
17 Ağustos 1999 Marmara Depremi’nin ardından, Kasım 1999’da dönemin hükümeti ‘Özel İletişim Vergisi’ni yürürlüğe koydu. Başlangıçta geçici olması planlanan bu vergi, kablolu TV, mobil aramalar, mesajlaşma ve diğer iletişim hizmetlerinden alınmaya başladı. 2003’te birçok geçici vergi kaldırılırken, “Özel İletişim Vergisi” kalıcı hale getirildi. 2021’de yüzde 7,5 olan vergi oranı yüzde 10’a çıkarıldı.
Farklı kaynakların hesaplamalarına göre, 1999’dan bu yana toplanan vergi 145 milyar TL civarında. Resmî açıklamalarda bu kaynakların, afet öncesi risk azaltma çalışmaları, AFAD’ın lojistik merkezlerinin kurulması, deprem güvenli konut projeleri ve iletişim altyapısının güçlendirilmesi gibi alanlarda kullanılacağı ifade edildi. Ancak toplanan bu devasa kaynağın nerelere harcandığı konusundaki tartışmalar yıllardır sürüyor.
Deprem vergisinin çeyrek yüzyıldır kalıcı bir gelir kalemi haline gelmesine rağmen, Türkiye’nin büyük depremler karşısında hâlâ yeterince hazırlıklı olmaması, vergiden elde edilen gelirlerin yönetimi konusunda kamuoyunda güven sorununu da derinleştirdi. Özel İletişim Vergisi muamması sürerken, yaşanan hemen her depremde GSM operatörlerinin çökmesi ve haberleşmenin kesilmesi de başka bir tartışma konusu oldu.
6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremlerinden sonra, Cumhurbaşkanlığı kararıyla “Afet Yeniden İmar Fonu” kuruldu. Bu fonun amacı, afet bölgelerindeki imar, altyapı ve üstyapı çalışmalarına finansman sağlamaktı. Aradan iki buçuk yıl geçmiş olmasına rağmen fon hiçbir somut faaliyete başlamadı.
Kaynak aktarılmayan fon devre dışı bırakılınca, 2025 merkezi bütçesinde afet harcamaları doğrudan bakanlıklar eliyle yürütüldü. Bu kapsamda Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na 219 milyar lira, AFAD’a ise 266 milyar lira ödenek ayrıldı. Ancak bu bütçelerin büyük kısmı Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) üzerinden kullanıldı. TOKİ’ye aktarılan kaynak 150 milyar lirayı aşarken, yapılan konutların yalnızca belli şehirlerde ve sınırlı bölgelerde yoğunlaştığı, köylerin, kırsal alanların ve yoksul bölgelerin ise geri planda kaldığı eleştirileri yapıldı.
* Tek merkezden afet yönetimi
1999 depremleri sonrası gündeme gelen “tek merkezden afet yönetimi” modeli, 2009’da hayata geçti. Sivil Savunma Genel Müdürlüğü, Türkiye Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü ve Bayındırlık Bakanlığı Afet İşleri Genel Müdürlüğü’nün birleştirilmesiyle Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) kuruldu. Amaç, afet öncesi, sırası ve sonrasını planlayıp koordine etmekti.
AFAD, ulusal düzeyde planlama ve eğitim faaliyetleri yürüttü, lojistik merkezler kurdu, tatbikatlar gerçekleştirdi. Ancak 6 Şubat depreminde ilk 48 saatteki koordinasyonsuzluk, ekiplerin bazı bölgelere geç ulaşması ve gönüllü–profesyonel ekip uyumunun sağlanamaması, bu yapının kriz anında istenen etkinliğe ulaşamadığını gösterdi.
AFAD “Çök–Kapan–Tutun” tatbikatlarını yaygınlaştırsa da erişim sınırlı. Yetişkin nüfusun büyük bölümü deprem anında nasıl hareket etmesi gerektiğini bilmiyor.
* Deprem yönetmelikleri ve uygulama sorunları
Deprem yönetmelikleri 2007’de yenilendi, 2018’de revize edildi ve 2019’da yürürlüğe girdi. Yeni düzenlemeler, bina dayanıklılığı, malzeme kalitesi, mühendislik projeleri ve zemin etütleri için uluslararası standartlara yaklaşan maddeler getirdi. Ancak denetim eksikliği, imar afları ve yerel yönetimlerde denetim yetersizliği nedeniyle bu kuralların sahadaki etkisi sınırlı kaldı.
* İmar affı: Riskin yasallaşması
Olası depremlere ilişkin kağıt üzerinde yönetmelikler çıkarılırken Türkiye’nin en kapsamlı imar aflarından biri olarak kayıtlara geçen İmar Barışı, 18 Mayıs 2018’de Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. İmar Barışı, 31 Aralık 2017’den önce yapılmış ruhsatsız veya ruhsata aykırı yapıların “Yapı Kayıt Belgesi” alarak yasal statü kazanmasını sağladı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı verilerine göre 10 milyondan fazla bağımsız bölüm başvurdu, devletin kasasına yaklaşık 24 milyar TL girdi. Bu belgeler verilirken deprem dayanıklılığı şartı aranmadı. Böylece, milyonlarca riskli bina yasal hale geldi. Özellikle büyükşehirlerde afet riski katlandı. 6 Şubat depremlerinde yıkılan binaların önemli bir kısmı, bu imar barışından faydalanmıştı.
2012’de çıkarılan kentsel dönüşüm yasası, riskli yapıların yenilenmesini hedefliyordu. Ancak uygulama çoğunlukla yüksek rant potansiyeli olan bölgelerde hızla ilerledi. Düşük gelirli semtler, kırsal bölgeler ve küçük şehirler geri planda kaldı. Bu durum, deprem riski en yüksek bölgelerde bile çok sayıda yapının hâlâ yenilenmemesine neden oldu.
* Deprem toplanma alanlarına AVM
1999 depreminden sonra Afet Acil Durum Planları kapsamında her şehirde güvenli açık alanlar belirlenmeye başlandı. Başlangıçta İstanbul’da yaklaşık 470 toplanma alanı planlandı. Bunların çoğu okul bahçeleri, parklar, stadyumlar ve boş arazilerdi. 2000’lerin ortasından itibaren birçok alan AVM, rezidans, otel, otopark gibi projelere verildi. AFAD verilerine göre İstanbul’da 1999 sonrası belirlenen 470 alanın sayısı 2018’de 77’ye kadar düştü. Bu alanlar arasında yer alan Şişli’deki Ali Sami Yen Stadı’na rezidans ve AVM, Beşiktaş Dikilitaş’ta büyük yeşil alana lüks konut, Acıbadem’deki Eski Otosan Fabrikası arazisine AVM yapıldı.
AFAD, 2019’dan itibaren “e-Devlet üzerinden Deprem Toplanma Alanı Sorgulama” hizmeti başlattı. Resmî kayıtlara göre bugün Türkiye genelinde yaklaşık 18 bin toplanma alanı var. İstanbul’da sayı tekrar artırılarak 5 bin 633 olarak açıklandı. Ancak bu alanların yüzde 60’tan fazlası küçük park ve okul bahçesi gibi, binlerce insanı barındıramayacak ölçüde. Bunun yanı sıra pek çok alanın su, elektrik, tuvalet, barınma çadırı altyapısı yok.
* Zorunlu Deprem Sigortası (DASK)
Zorunlu Deprem Sigortası (DASK), 2000’de zorunlu hale getirildi. Buna rağmen çoğu konut sahibi bu sigortayı yaptırmadı. Güncel verilere göre sigortalılık oranı ülke genelinde yüzde 57,30. 6 Şubat sonrası 500 binden fazla dosya açıldı, yaklaşık 35 milyar TL tazminat ödendi. Ancak sigortasız konutlar nedeniyle milyonlarca depremzede hiçbir maddi destek alamadı.
Türkiye’de deprem erken uyarı sistemi henüz sınırlı bölgelerde aktif. Kandilli Rasathanesi’nin sistemi, Marmara’daki bazı noktalarda sarsıntıdan birkaç saniye önce metro ve doğalgazı otomatik olarak durdurabiliyor, ancak ülke genelinde yaygın değil.
Google ise en son yaşanan Balıkesir depreminde Android kullanıcılarına deprem uyarı bildirimi gönderdi. 6 Şubat depremlerinde ilk kez denenen bu sistem o dönem başarılı olamamıştı ancak 10 Ağustos’ta gönderilen bildirimlerin kısmen işe yaradığı görüldü. Google depremden 30 saniye önce İstanbul’daki kullanıcılarına “Hafif sarsıntı oluyor, uyanık olun” şeklinde bir bildirim gönderdi ve ayrıntısında “Tahmini büyüklüğü 5,7 büyüklüğünde deprem, 209 km uzakta” bilgisine yer vererek İstanbulluların panik olması engellendi.
DEPREMLERDE CEZASIZLIK
26 yılda depremlerin ardından en çok tartışılan konulardan biri de yargı süreçleri oldu. 17 Ağustos depreminden sonra yaklaşık 2 bin 100 dava açıldı. 2000 yılında çıkarılan af yasasıyla bin 800 dava düştü. Kalan davalarda yalnızca 110 sanığa ceza verildi. Bu cezaların büyük kısmı ertelendi veya bozuldu. Zamanaşımı dolan dosyalar ise hiç sonuçlanmadı.
2011 Van depreminde yıkılan bazı binalarla ilgili davalarda sorumlulara ceza verildi, ancak cezalar indirimlerle hafifledi ya da beraatle sonuçlandı. Örneğin, 39 kişinin öldüğü Sevgi Apartmanı davasında yüklenici ve inşaat mühendisi beraat etti. 45 kişinin öldüğü Dağ Apartmanı davasında iki yüklenici ve bir mühendis 10 yıl hapis cezası aldı, ceza daha sonra 8 yıl 4 aya indirildi.
6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremlerinde binlerce dava açıldı. Adana’da 42 kişinin öldüğü Ekim Apartmanı davasında teknik uygulama sorumlusuna 21 yıl, müteahhitlere ise 17 yıl 6 ay hapis cezası verildi. Yıkılan çoğu binanın sorumluları ise hala firari. Kısaca 2023 depremlerine kadar Türkiye’de deprem sonrası açılan davalarda sorumlular ya hiç ceza almadı ya da kısa süreli tutukluluklar yaşadı.
Bilim insanları, Marmara Denizi’nin altındaki fay hattının her geçen yıl daha da gerildiği konusunda uyarıyor. Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi, İstanbul Teknik Üniversitesi ve uluslararası deprem araştırma merkezlerinin ortak çalışmalarına göre, 2030 yılına kadar 7,2–7,6 büyüklüğünde bir Marmara depremi olma olasılığı oldukça yüksek.
Bu büyüklükteki bir sarsıntı, İstanbul başta olmak üzere Kocaeli, Yalova, Tekirdağ ve Bursa’da milyonlarca insanı doğrudan etkileyecek. AFAD’ın 2022 “İstanbul İl Afet Risk Azaltma Planı”na göre İstanbul’daki bina stokunun önemli bir bölümü, “deprem bölgelerinde yapılacak yeni binaların tasarımı, inşası, mevcut binaların değerlendirilmesi” konularında kullanılan ve modern deprem yönetmelikleri sınıfında değerlendirilen 2007 ve 2018 deprem yönetmeliklerinin tanımladığı koşulları sağlamıyor. Bu binaların pek çoğu, inşa edildikleri dönemdeki ilgili yönetmeliklerin koşullarını da sağlayamıyor. Yani olası depremlerde hasar alma riskleri çok yüksek. Bu senaryoya göre olası bir depremde on binlerce can kaybı yaşanabilir. Sadece yapı stoku açısından değil, enerji, ulaşım ve haberleşme altyapısının büyük bölümünün devre dışı kalması, ülke ekonomisinin çökme noktasına gelmesi anlamına geliyor.
BİTMEYEN TRAVMA
Deprem sadece binaları yıkmadı. 26 yıl içinde yaşanan kayıplar yüzbinlerce insanda travmalara neden oldu. 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş merkezli depremler sonrası 3 buçuk milyon kişi evini terk etmek zorunda kaldı. Resmî verilere göre hâlâ 600 bin çocuk konteynır kentlerde veya çadırlarda yaşıyor. Okul ve oyun alanlarına erişim, sağlıklı beslenme, temiz su ve hijyen imkânları sınırlı.
Türk Psikologlar Derneği’nin 2024 raporuna göre depremzedeler arasında travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) oranı yüzde 42. Deprem sonrası uyku bozuklukları, sürekli kaygı hali, ani seslere aşırı tepki ve geleceğe dair belirsizlik hissi, milyonlarca insanın günlük yaşamını etkiliyor.
26 YILDIR AYNI SES YANKILANIYOR
Türkiye, son 26 yılda art arda gelen büyük depremlerle sınandı. Yüz binden fazla insan yaşamını yitirdi, milyonlarca kişi evsiz kaldı. Kimileri doğduğu topraklardan koparıldı, kimileri başka şehirlere göç etmek zorunda bırakıldı.
Her felakette, resmî kurumlar sınavı geçemezken halk kendi yarasını kendi sardı. İstanbul, Van’a; Van, Hatay’a yetişmeye çalıştı. Dayanışma, enkaz altında bir el, çorba kazanının başında bir komşu, yola çıkan bir yardım konvoyu olarak hayat buldu.
Yıkılan sadece evler, işyerleri ve yollar değildi. Bir ömür boyu biriktirilen anılar, yarım kalan yaşamlar, söylenememiş sözler ve tamamlanmamış hayaller de enkazın altında kaldı. Yüzbinlerce çocuk, bir gecede anne-babasını, kardeşini ya da en yakınını kaybetti. Kimi hâlâ konteynır kentlerde, kimi başka şehirlerde hayata tutunmaya çalışıyor. Çok büyük acılar yaşandı. Çok derin çaresizliklere mahkum olundu. Enkazlar kaldırıldı, ama acının ağırlığı yerinden hiç oynamadı.
Aradan geçen çeyrek yüzyılda devletin kasasına on milyarlarca lira deprem vergisi girdi. Her büyük depremde yine aynı eksiklikler, aynı koordinasyonsuzluk, aynı acı manzaralar yaşandı.
Teknoloji ilerledi, uydu sistemleri gelişti, deprem yönetmelikleri yenilendi; fakat denetim eksikliği, plansız kentleşme, imar afları ve rant odaklı projeler yüzünden riskler azalmadı. Ve bugün, olası Marmara depremi kapıdayken, milyonlar hâlâ o korkunun gölgesinde yaşıyor.
Her büyük sarsıntıda, aynı feryat tekrar yankılanıyor: “Sesimi duyan var mı?”