Tarihler 7 Mart 1990’ı gösteriyordu. Gazeteci Çetin Emeç her zamanki gibi sabah erkenden kalkıp sporunu yapmış, radyoda sabah haberlerini dinlemiş ve eşinin ‘bizden çok seviyordu’ dediği gazetesine gitmek için Suadiye’de bulunan evinden çıkmıştı. Aşağı inip arabasına bindiğinde yedi el silah sesi duyuldu. Tam yedi kurşunun hedefi olan Çetin Emeç, 55 yaşında hayata veda etti. Ölümünün ardından çok şey yazıldı, çizildi ama eşi ve çocukları sessiz kalmayı tercih etti. Emeç’in ölümünden geçen 28 yılın ardından eşi Bilge Emeç gazetemize konuştu. “16 yaşımdan beri hayatıma büyük anlam katan hayat arkadaşım, sırdaşım, eşime, ne yazık ki bir veda bile edemedim.” diyen Bilge Emeç, kendinin ve çocuklarının soruşturmanın hakkıyla yürütüldüğüne inanmadığını söyledi.
Çetin Emeç'in aramızdan ayrılışının üzerinden 28 yıl geçti. Sizin için nasıl geçti bu 28 yıl?
Çetin’siz 28 yıl onu hep özlemle anarak geçti. Zorlandığım anlarda bazen ‘Çetin olsa ne yapardı, bu işin üstesinden nasıl gelirdi?’ diye düşünürken buldum kendimi. Üzüldüğüm anlarda ‘Çetin olsa belki beni bu kadar üzmezlerdi’ dedim kendimce. Çocuklarımızın evliliği, torunlarımızın doğumu gibi zamanlarda ise ‘keşke aramızda olsaydı, o da görseydi, bu sevince ortak olmak onun da hakkıydı’ diye düşünürken içim yandı hep... Çocuklarımızla, onların aileye yeni katılan eşleriyle ve torunlarımızla, hayatının belki de en mutlu dönemini yaşayacak iken, henüz daha 55 yaşındayken, aramızdan alındı Çetin. O günden bu güne, her ne kadar çocuklarımla hep bir birlik beraberlik içinde olduysak da, kendimi yapayalnız hissettiğim anlar halen çok fazla. 16 yaşımdan beri hayatıma büyük anlam katan hayat arkadaşım, sırdaşım, eşime, ne yazık ki bir veda bile edemedim.
Doğrusu Çetin zor bir karakterdi, inanılmaz prensip sahibiydi. Eş olarak da, baba olarak da çok disiplinliydi. Biz ikimiz neredeyse beraber büyüdük diyebilirim, birbirimizi hep çok sevdik ve çok güvendik. Aynı şeylerden zevk alan bir çift olmak bizi birbirimize hep yakın tuttu. İkimiz de müzikten, sanattan, danstan çok zevk aldık. Evliliğimizde insanlara yardım eli uzatmayı, çaresizliklere çözüm bulmayı ilke edindik. Çocuklarımızı da bu doğrultuda yetiştirdik. Her şeyden önce, onlara iyi insan olmayı aşılamak istedik. ‘İyi insanlar hep iyilerle ve iyiliklerle karşılaşır’ dedik. Hoşgörü sahibi olsunlar ve en önemlisi Allah korkusu nedir bilsinler istedik.
“ÖNCE GAZETESİNİ SONRA BİZİ SEVERDİ”
Çetin, mesleğine tutkuyla bağlı bir insandı, günde 15 saat çalışırdı. ‘Önce gazetesini sonra bizi severdi’ desem abartmış olmam. Çünkü onun önceliği hep gazetesiydi, bunu kendisi de açık açık söylerdi. Az uyku uyur, az yemek yerdi. Çetin için gün güneş doğmadan sabah haberlerini dinleyerek başlardı. 40 dakikalık jimnastiğinin ardından duşunu alır, mutlaka sabah duasını yapar ve erken saatte de gazeteye giderdi. Yoğun geçen bir günün ardından akşam geç de olsa benimle dost davetlerine katılmak isterdi. ‘Sen önden git ayıp olmasın, ben gazeteden yetişirim’ derdi. Az vakti olmasına rağmen çocuklarıyla hep çok ilgiliydi. Onların da kendi gibi disiplinli ve çalışkan olmalarına büyük önem verdi. Yurt içinde ve dışında, talebelik zamanlarında zaman zaman onların hocalarıyla istişarede bulundu. Mehveş’in Avusturya ekolüyle yetişen iyi bir piyanist, Mehmet’in ise Amerika’da aldığı eğitimle başarılı bir yönetici olacağına inancı sonsuzdu.
Tabii herkes gibi, öncelikle insanların barış içinde yaşayacağı bir dünya arzu etmiştir Çetin... Türkiye’yi dünyadaki medeni ülkeler arasında görebileceği günlere inanır, yabancı mecralar üzerinden dünyada neler olup bittiğini de yakından takip ederdi.
Çetin’le adeta birlikte büyüdük ve önemli kararlarımızı birlikte verdik. Onsuz geçen yıllarda da, sanki o hep yanımdaymış gibi, yaşama onun penceresinden de bakarak kendi duygu ve düşüncelerimi Çetin’in ilkeleriyle birleştirerek bugünlere geldim.
Çetin Emeç suikastıyla ilgili polis bize net bir bilgi vermedi. Biz de gelişmeleri zaman zaman basından izledik. Suikastı takip eden yıllarda, siyasi polis birkaç kez ifademi almak üzere beni evde sorguladı. Her defasında farklı bir memur, ‘Devlet Güvenlik Mahkemesi’ndeki dosyanın içi boşalmış’ diyerek beni yeniden sorguladı. . Dolayısıyla hep bir şeylerin üstü örtülmek isteniyor gibiydi. Sürekli aynı şeyi anlatmak ama bir gelişme görememek insanı çok yoruyor ve yıpratıyor tabii... Soruşturmanın hakkıyla yürütüldüğüne hiç inanamadık biz. Ben de, çocuklarım da...
EŞİNİN DİLİNDEN “O GÜN”
Silah sesi ve cam kırılma sesiyle sarsıldım. Sonra bir anda anlamsız bir uğultu başladı. Kalabalık insan sesleri gibiydi... Sanki aşağıda bir olay olmuş gibi... Sonra camdan aşağı baktım. Çetin arabasının arka koltuğunda hareketsiz öylece oturuyordu. Arabanın cam kırıkları yola saçılmıştı. Şoka girdim ama Hürriyet Gazetesini arayıp, ‘Çetin’i vurdular, hemen bir hastane bulun ona, lütfen’ diyebildim. O gün yaşadığım her şeyi çok net hatırlıyorum. Çocuklarım yurtdışında tahsildeydiler. Mehveş Londra’da, Mehmet ise Amerika’da. Evde o an yanımdaki yardımcılarımızdan başka kimse yoktu. Çetin’i götürmüşler ama ben Çetin’in peşinden hastaneye koştum. Neyle karşılaşacağımı bilemeden, ama büyük bir ümitle... Sağ olsun hastaneye akın eden Çetin’in gazeteci arkadaşları, dostlarımız geldiler. Herkes perişandı tabii...
“ÇOK TEHDİT ALIYORDU”
Çok tehdit alıyordu. Tehdit mektupları en fazla gazeteye geliyordu, ama eve gelenler, yani posta kutusunda bulduklarımız da vardı. Köşe yazılarında dönemin siyasilerine çok sık değindiğinden, eve gelen tehdit telefonlarında yazılarını eleştirerek tehdit ederlerdi. ‘Mahallede cezasını vereceğiz onun’ diye telefonlar gelirdi mesela...
Kuşkusuz kendi gibi düşünmeyenleri...
Bizim zaten Çetin’siz günümüz geçmez. Onu rüyamızda görünce mutlu uyanırız. Gün boyu hissettiklerimiz ve düşündüklerimiz bilinçaltımızı kim bilir nasıl etkiliyorsa bazen çocuklarla aynı rüyayı görüyor olduğumuzu fark ederiz. Rüyalarımızda sanki hiçbir şey olmamış gibi bizimle sohbet eder, her şey o kadar gerçektir ki, bizim sevgi ve saygıyla bağlı olduğumuz insan her daim bizim yanımızdadır. Sevgi doluyuzdur ama içimiz kan ağlar... Böyle şeyleri ifade etmek çok zor... Yıldönümlerinde ise ailemiz, dostlarımız ve Çetin’in gazeteci arkadaşlarıyla kabri başında anarak başlarız o menfur saldırının olduğu güne... Anma töreninin ardından evimizde yine dostlarla ve İlahiyatçı Rahim Hocamızla beraber dualarımızı yaparız, sohbetlerimizle onun kulaklarını çınlatırız.
“YAŞASAYDI KİTAP YAZIYOR OLURDU”
Gurur verici tabii... Çetin, ardında çocuklarına ve bana dayanılması çok zor bir acı bıraktı. Bazen hiç tanımadığımız bir mağaza görevlisinin bile bize “başımız sağolsun” demesi çok duygulandırıyor bizleri. Milletimizin acımızı paylaştığına tanık oluyoruz. Sağ olsunlar, var olsunlar...
Çetin prensiplerinden asla ödün vermezdi. Vatan sevgisi onun için hep birinci plandaydı. Düşüncelerini ne pahasına olursa olsun, yazılı ya da sözlü, mutlaka ifade ederdi. Bir köşesi olsun olmasın, zaten büyük ihtimalle kitap yazıyor olurdu. Türkiye’nin her daim kendi gibi dürüst gazetecilere ihtiyacı olduğunu düşündüğü için...