"Rakamların hepsi birer yaşam”

Avukat Selmin Cansu Demir ve psikolog Eser Sandıkçı’yla kadına yönelik şiddetin hukuki ve psikolojik boyutlarını konuştuk

23 Kasım 2017 - 10:29

25 Kasım Kadına Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nün arifesinde yayınlanan veriler erkek şiddetinin artarak devam ettiğini gösteriyor. bianet'in yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediği haberlere göre, 2017'nin ilk 10 ayında erkekler 240 kadın ve kız çocuğunu öldürdü, 77 kadına tecavüz etti, 207 kadını taciz etti, 286 kız çocuğuna cinsel istismarda bulundu, 338 kadına şiddet uyguladı.240 kadından en az 11'i çıkarttıkları koruma tedbir kararlarına rağmen öldürüldü. Kadınların yüzde 23'ü (56 kadın) boşanmak/ayrılmak istedikleri ya da evlilik teklifini reddettikleri erkekler tarafından öldürüldü. Yüzde 6'sı ise (9 kadın) kızının/kız kardeşinin ya da annesinin boşanmak istediği erkekler tarafından öldürüldü.Kadincinayetleri.org sitesine göre, 2010-2017 yılı arasında Kadıköy’de 10 kadın erkekler tarafından öldürüldü.

Yıl boyunca özellikle Kadıköy sokaklarında protesto yürüyüşleri düzenleyen kadınlar, 25 Kasım Cumartesi günü de tüm dünyadaki kadınlarla beraber kadına yönelik şiddeti ve ayrımcılığı protesto edecek.

İstanbul Kadın Avukat Dayanışması’ndan Avukat Selmin Cansu Demir’le kadınlara uygulanan şiddetin hukuki boyutunu, son 1 yılda meclisten geçirilen ancak kadın haklarını gasp ettiği için tepki gösterilen yasaları, Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği (TODAP) üyesi psikolog Eser Sandıkçı’yla da fiziksel şiddetin kadınların psikolojisi üzerindeki etkisini konuştuk.

BU YASALAR KİMİN YANINDA?

Kadınların toplumsal yaşamda karşılaştığı zorlukların, ihtiyaçların ve önceliklerin hukuk sistemi tarafından göz ardı edildiğini söyleyen Avukat Selmin Cansu Demir, yasaları yapanların ve uygulayanların büyük bir çoğunluğunun erkek olduğunu, bu nedenle hukukun kadınlara erkeklerin gözünden baktığını ifade ediyor.

Yargı kararlarında ise suçun mağduru olan kadınların beyanının esas alınmadığını belirten Demir, kadınların özel hayatının sorgulanarak adeta iffet sınavına tabii tutulduğunu, şiddet karşısında etkili şekilde korunmadığını, adalete erişimde erkeklere kıyasla bir dolu güçlükle karşılaştığını söylüyor. Kadınlara karşı en ağır suçları işleyen erkeklerin ise yine aynı yargı kararlarıyla türlü bahaneler gözetilerek haksız tahrik indirimlerinden yararlandırıldığını dile getiren Demir, “Cezalarının alt sınırdan, indirimlerinin üst sınırdan verildiğini, hakime ‘efendim’ demelerinin, takım elbise giymelerinin iyi hal indirimlerine yol açtığını biliyoruz. Bu koşullarda da kadınların adli alanda korunduğunu söylemek mümkün olamıyor.” diyor.

“KADIN BAKANLIĞI KURULMALI”

Demir, “Kadınlara yönelik şiddetin önüne geçmek için hukuksal açıdan neler yapılmalı?” sorusuna ise şu cevabı veriyor: “Kadınların ve erkeklerin eşit haklara sahip olması ve devletin bu eşitliği sağlamakla ilgili yükümlülüğü anayasadan kaynaklanıyor. Ayrıca Türkiye’nin taraf olduğu İstanbul Sözleşmesi, CEDAW, AİHS gibi uluslararası mevzuat, devletlerin kadınların maruz kaldığı şiddet ve ayrımcılık ile mücadeledeki rollerini açıkça ortaya koyuyor. Kadına yönelik şiddetin önüne, sadece ceza hukukunun kaynakları ile geçebilmek mümkün değil. İstanbul Sözleşmesi esas alınarak, kadınlara sadece kadın oldukları için uygulanan ve kadınları orantısız bir şekilde etkileyen her türlü şiddet ile mücadele politikalarının hayata geçirilmesi ve kadınlarla ilgili işlemlerin icracısı olacak Kadın Bakanlığı’nın kurulması gerekiyor. Şiddet tehlikesi altında olan kadınların ihtiyacına yönelik her türlü desteğin sağlanabileceği hizmet modellerinin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması da çok önemli. Ayrıca bu süreçlerde kadın örgütlerinin; deneyimleri, çalışmaları, eleştiri ve önerileri mutlaka dikkate alınmalı.”

Demir bir avukat olarak uzun zamandır kadın cinayetleriyle ilgili davaları takip ediyor. Ancak Demir, adli sistemde hem kadın avukat olarak hem de kadın dosyalarını takip eden kadın avukatlar olarak pek çok sorun yaşadıklarını da ekliyor. “Adliyede üzerimizde cüppe varken tacize uğradığımızda meslektaşlarımız olan erkek hâkim, savcı ve avukatların cinsiyetçi tutumuna maruz bırakıldığımız da oluyor” diyen Demir, kadın müvekkilleri savunan kadın avukatların duruşma salonlarında şiddetin, hakaretin, tehdidin mağduru olduğunu, bu eylemlerin ise cezasızlık ile sonuçlandığını vurguluyor.

OHAL sonrasında çıkan yasalarla, kadınların yaşamlarının, bedenlerinin ve cinselliklerinin denetim altına alınmaya çalışıldığını ifade eden Demir, şöyle devam ediyor: “Hukuk daha önce de kadınların yaşamlarını denetim altına almak için araç olarak kullanılmaya çalışıldı. Ancak unutulmamalı ki, 2005’te Türk Ceza Kanunu’nda öngörülen değişiklikler sırasında kadınlar en yüksek sesle ayrımcılığa karşı koydular ve birçok kazanımı elde ettiler. Ailenin Korunmasına Dair Kanun’daki pek çok düzenleme, kadın mücadelesi ile ihtiyaca cevap verecek noktaya getirildi. Geçen sene bu zamanlarda bir gece yarısı tasarısı ile gündeme gelen çocukların cinsel istismar failleri ile evlendirilmelerine ilişkin düzenlemelere kadınlar geçit vermedi. Hiç kuşkusuz, kadın hareketi, bunları unutmayarak ve kadın dayanışmasından güç alarak erkek devlet şiddetine karşı durmaya devam edecektir.”

“SİSTEMATİK BİR SÜREÇ”

Psikolog Eser Sandıkçı’ya göre ise kadına yönelik şiddet toplumsal dayanakları olan sistematik bir süreç. Sandıkçı, ölüm, tecavüz, yaralama gibi birçok şiddet vakasında faillerin genellikle tanıdık insanlar olduğuna dikkat çekiyor ve ekliyor: “Büyük oranda eşler, sevgililer, babalar, ağabeyler, akrabalar. Bir şekilde kadınla aynı mekanda yaşamını sürdüren insanlar. Kadına yönelik uygulanan şiddet, birçok vakada gördüğümüz gibi “bir kere” olan biten bir şey değil. Uzun zaman dilimine yayılan, dönem dönem farklı şiddet türleri biçiminde kadına yöneltilen sistematik bir şiddet söz konusu.”

“Tüm erkeklerin arasında tarihsel olarak birbirlerine aktarılan gizli bir sözleşme olduğunu söyleyebiliriz. Toplumsal cinsiyet rollerini yeniden üreten bu sözleşme erkeklerin kadınlar üzerinde baskı ve tahakküm uygulamasını sağlıyor” diyen Sandıkçı, şiddete maruz kalan kadınların şiddetin sorumlusu olarak suçluluk, değersizlik, acizlik ve çaresizlik hisleri yaşayabileceklerine dikkat çekerek, şu uyarıda bulunuyor: “Bu noktada psikolojik destek mekanizmaları çok önemli. Kadının güçlenmesi, bu şiddet sarmalının ne olduğunun farkındalığını kazanması, şiddetin sürecinin sorumlusunun kendinin olmadığını görmesi, şiddet döngüsünden çıkabilmesi için hayati önemde.”

AŞAĞILANMA, ALAY EDİLME…

Fiziksel şiddet gerçekleşmese bile ilişkiler içerisinde psikolojik şiddetin yoğun düzeyde yaşanabildiğinin altını çizen Sandıkçı, bu süreci ise şöyle anlatıyor: “Bu, fiziksel şiddete göre tanımlanması daha zor, ancak etkileri fiziksel şiddetle benzer düzeyde. Kadının özerkliğinin, ayrı bir birey olduğunun kabul edilmemesi, kendi kararlarını vermesine engel olunması, sosyal ilişkilerine müdahale edilmesi, aşağılanması, alay edilmesi kadına yönelik uygulanan psikolojik şiddettir. Bunu ergenler arası duygusal ilişkilerde bile görebiliyoruz. Flört şiddeti olarak tanımladığımız bir şiddet türü söz konusu. Ergenlerle bu konuda yapılan çalışmalarda gördüğümüz, gençlerin ilişkinin ‘gereği’ olarak tanımladıkları davranışlar birer şiddet davranışı olabiliyor.”

Kadına yönelik şiddet haberlerinde erkekler için “cinnet geçirdi” ya da “psikolojik sorunları vardı” gibi açıklamalarda bulunulmasını da değerlendiren Sandıkçı, “Şiddet vakalarının cinnet olduğunu düşünmüyorum kesinlikle. Bu olaylar bir anda ortaya çıkan vakalar değil. Uzun zaman dilimine yayılan, daha önce denenmiş, farklı şekillerde uygulanmış şiddet davranışlarının sonucunda gelişiyor. Hatta birçoğu organize bir şekilde yapılıyor. Nedense erkeklerin cinnet geçirip, sorun yaşadığı patronuna ya da başka bir erkek grubuna saldırdığına çok sık tanık olmuyoruz. Binlerce kadın hayatını, ‘cinnet’ olduğu iddia edilen cinayetler sonucunda kaybediyor” diyor.

25 Kasım’ın kadınların mücadelesi için tarihi bir öneme sahip olduğunu da vurgulayan Sandıkçı, son olarak şunları söylüyor: “Kadına yönelik şiddetin görünür kılınması kolay olmadı. Kadınların uzun yıllara yayılan mücadele birikimi sayesinde eskiden “töre- namus cinayetleri” denilen, “üçüncü sayfa haberi” sayılan şiddet vakaları “kadın cinayetleri” adını aldı. Bizim için şiddet gündemini kaybetmiyor. 25 Kasım bir sembol, bizler bütün yıl şiddeti konuşuyoruz, sayılar dediğimiz şey birer yaşam ve bunlara tanıklık ediyoruz. Ama o gün sokağa çıkmak ve kadınları dayanışma içinde görmek, kadınların gerçek anlamda kendilerini güçlü hissettiği bir deneyime dönüşüyor.”


ARŞİV