Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 10 Aralık 1948 tarihinde İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini kabul etmesi, insan haklarının uluslararası düzeyde korunmasına yönelik önemli ilk adımı olması nedeniyle, 10 Aralık tarihi bütün dünya ülkelerinde “İnsan Hakları Günü” olarak kutlanıyor. Türkiye de bu bildirgeyi 27 Mayıs 1949’da imzalamıştı. Türkiye’de ve dünyada insan hakkı ihlallerinin arttığı bir dönemde, 10 Aralık kutlama değil sorun tespiti ve mücadele günü olarak öne çıkıyor.
Biz de bu vesileyle, merkezi Kadıköy’ de Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi’nin Direktörü Ruhat Sena Akşener’e insan haklarını sorduk.
1948’den beri ‘hak’lıyız, da kaçımız bunu biliyor? İnsanların evrensel hakları konusunda bilinç düzeyine dair gözlem ve verileriniz neler?
İnsan hakları konusunda bilincin veya bilginin toplumda çok yüksek olduğunu söylemek zor. Bir kavram olarak biliniyor olsa da, insan haklarının aslında gündelik hayatta her an, her durumda gerekli ve hayatın içinde olan haklar olduğunun anlaşıldığını düşünmüyorum. Tarihsel süreçlerden de kaynaklı olarak, insan hakları kavramı Türkiye toplumunda belirli politikalarla ilişkilendiriliyor ve zaman zaman da toplumsal apolitikleşmeden de nasibini alarak, uzak durulması gereken bir alan olarak görülebiliyor. Türkiye’de insan hakları alanı genelde ekonomik, sosyal, kültürel haklardan ziyade birinci nesil haklarda yoğunlaşıyor, ifade özgürlüğü, adil yargılanma hakkı gibi… Sosyal haklardan çok temel siyasal haklara önem atfedilmesi, insan hakları alanının bir “sorun alanı” olarak değerlendirilmesi eğiliminden kaynaklanabilir.
Birkaç ay önce KONDA Araştırma tarafından İnsan Hakları Derneği için üretilen bir raporda, toplumun geniş kesiminde insan hakları kavramına yönelik algının nasıl olduğu, öncelikle yaşam hakkı, özgürlük ve eşitlik kavramlarıyla tanımlanmıştı. İnsan haklarını en iyi açıklayan kavrama verilen yanıtın, yüzde 27’yle en yüksek oranda yaşam hakkı olduğunu görmüştük. Onun ardından ise yüzde 21’le özgürlük ve yüzde 17’yle eşitlik geldi. Yine aynı araştırmada, insan hakları çevresinden öğrenme eğiliminin yaşın yükselmesiyle arttığı ortaya çıkmış, gençlerin insan haklarını daha çok anayasa ve yasalarla okul ve sosyal medyadan öğrendiği anlaşılmıştı.
“BARINMA TEMEL İNSAN HAKKIDIR”
İnsan hakları genelde büyük kavramlarla anılır, oysa günlük yaşamda küçük ihlaller de var. Rutin hayatta en sık karşılaşılan insan hakkı ihlalleri neler?
İnsan hakları tüm alanlarıyla hayatın çok içinde aslında. Günlük hayatımızda karşılaştığımız pek çok sorun, esasen insan hakları ihlali ama kaçımız bunun farkında oluyoruz, bilemiyorum. Örneğin sağlıklı, insan onuruna uygun bir evde yaşamak bir haktır, barınma hakkı temel bir insan hakkıdır. Ya da herhangi bir uygulamayı, vatandaş olarak eleştirebilmek haktır, eleştiri içeren bir Tweet atamıyor olmak ya da bu konuda bir kaygı yaşamak, ülkedeki ifade özgürlüğü hakkının nasıl baskı altına alındığının bir göstergesi. Sokakta size mikrofon uzatıldığında, seçerek iktidara getirdiğiniz yöneticileri, günlük hayatınıza yansıyan şekilde, sorunlu gördüğünüz bir konuda eleştirebilmeniz en doğal haktır. Yoksulluk, her gün, her an, hayatın her alanında ne yazık ki gün geçtikçe daha çok karşı karşıya geldiğimiz bir ihlal örneğin. Eğitim, sağlık hizmetlerine eşit, adil biçimde ulaşabilmek aslında bir haktır, tüm çocukların aynı düzeyde, nitelikli ve düzenli okula gitme, eğitim görme hakkı vardır. Gündelik hayatımızda yaşadığımız bunun gibi onlarca hak alanı sayabiliriz. Dolayısıyla yaşam hakkı bir tarafa, diğer tüm haklar arasında hiyerarşik bir sıralanış olmadan, bu isim olarak “büyük” kavramların her biri aslında günlük hayatımızda her an yaşadığımız, kullandığımız veya kullanamadığımız/kullanmamızın engellenmesiyle sorunlar yaşadığımız haklar.
Türkiye'deki insan hakları durumu son yıllarda nasıl bir seyir izledi? Hangi alanlarda ilerleme kaydedildi, hangi alanlarda ise hala sorunlar yaşanıyor?
Türkiye’de dönem dönem ihlal alanlarındaki farklılaşma politik konjonktüre göre değişebiliyor. Kimi dönemler basın ve ifade özgürlüğü üzerinde müthiş baskılar görülürken, bazı dönemlerde barışçıl protesto hakkına yönelik ihlaller artıyor. Örneğin, ülkenin tarihsel olarak zorla kaybetmelerin, işkencenin sistematik biçimde yaşandığı zamanların olduğu dönemlere şahit olduk. Bazen toplumsal muhalefeti bastırmak amaçlı işkence ve kötü muamele çok yaygın ve sistematik gerçekleştirilirken, kimi dönemlerde çocuk ve kadın haklarına dair yükümlülüklere sahip devletin bu yükümlülüğü tamamen askıya aldığını görüyoruz. Ancak oldukça uzun bir dönemdir öncelikle ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü ve beraberindeki temel haklar olmak üzere Türkiye’deki hak ihlalleri listesinin çok çeşitli alanda birden karanlık bir döneme işaret ettiğini söylemek mümkün. Kadına yönelik şiddet, yargı bağımsızlığı, ekonomik, sosyal ve kültürel haklara erişim, cezasızlık, ayrımcılık gibi alanlarda her geçen yıl daha da artan ihlaller yaşanıyor. Uluslararası kararlara uyulmayan, anlaşmaların uygulanmadığı ya da reddedildiği bu ortamda, ana referans belgesi olan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ndeki temel hak ve özgürlükler de gündelik hayatta artık ne yazık ki sıradanlaşmış şekilde ihlal edilmeye devam ediliyor.
İnsan hakları mücadelesinde sistemle olduğu kadar toplumlarla da ‘savaşmak’ gerekiyor mu? Türkiye örneğinden bakıldığında, LGBTİ+ hakları gibi toplumsal olarak hala tartışmalı olan haklar için toplumun ne kadar 'hazır' olduğunu düşünüyorsunuz? Toplumsal değişim nasıl sağlanabilir?
Toplumsal değişimin birkaç önemli aşaması var. Bunlardan biri, en öncelikli olarak çok küçük yaşlardan bu yana çocuklara ve gençlere haklarının bilgisini ve bilincini vermek, onların bu konudaki duyarlılığını artırarak hepsinin birer hak savunucusu olarak yetişmesini sağlamak. Ancak günümüzde eğitim sistemi içerik ve sistem olarak bu bakış açısından çok uzak. Dolayısıyla Uluslararası Af Örgütü gibi pek çok kurum özellikle çocuk ve gençlere yönelik insan hakları eğitimi çalışmaları gerçekleştiriyor ve bu bilincin kazanılması için büyük çaba sarf ediyor.
Toplumsal değişimin bir aşaması da kararlı bir şekilde haklılığını savunmak elbette. Farklı gelebilen, toplumsal olarak “kabul” görmeyen bazı konularda, pek çok farklı baskı ve engellemeyle karşılaşılmasına rağmen, umudu hiç yitirmeden mücadele etmeye devam etmek gerekiyor. Sivil toplum örgütlerinde örgütlenerek, bir araya gelerek daha güçlü şekilde bu mücadelenin sürdürülmesi de bir başka gereklilik. İnsanlara bu alanlarda hak savunuculuğunun ne olduğunun doğru şekilde anlatılması, doğru yöntemlerle anlatılması ve kararlı şekilde bu mücadelenin sürdürülmesi sonucunda uzun dönemde de olsa toplumsal değişim sağlanacaktır.
“HEPİMİZİN MESELESİ”
İnsan olmanın getirdiği haklar kadar, bu hakların korunması ve savunulması konusunda bizlere düşen sorumluluklar da var. İnsan hakları mücadelesi gibi büyük bir meselede, kendi küçük adımlarımızla fark yaratabilir miyiz? Biz sıradan insanlar neler yapabiliriz?
İnsan hakları mücadelesi önemli ve dillendirilince farklı bir şeymiş gibi düşünülse de aslında bizim, hepimizin meselesi. Toplu taşımayı kullanırken birbirimize nazik davranmaktan sorunlu çalışan bir toplu taşıma vasıtasıyla ilgili yetkililere şikâyet dilekçesi vermeye, gördüğümüz bir haksızlık karşısında susmamaktan bulunduğumuz alanlarda hayat pahalılığına, yoksulluğa dair farkındalık yaratabilmek için söz söyleyebilmeye… Aslında bunların hepsi bu konuda atılmış birer adım. Ayrıca artık mücadele alanları çok çeşitlendi, bu bazen sokakta olmak, bazen bir Tweet atmak, bazen bir imza kampanyasına destek vermek de olabiliyor. Örneğin, bizim direkt muhatabı olan Bakanlık ve Bakanlarla paylaşılmak üzere yürüttüğümüz imza kampanyalarımız var. Bunlardan biri, Gezi Davası düşünce mahkumlarının serbest bırakılması için hazırlanmış ve direkt Adalet Bakanlığı’na iletilmek üzere internetten topladığımız imza dilekçeleri. Ayrıca “İstanbul Sözleşmesi’nden ve 6284 Sayılı Kanun’dan Vazgeçmiyoruz!” çağrısıyla siyasi parti genel başkanlarına iletilmek üzere topladığımız imzalar bulunuyor. Taksim’de protesto yasağına son verilsin, Galatasaray Meydanı tamamen açılsın gibi Türkiye’ye yönelik başka imza toplama çalışmalarımız da mevcut. Sadece Türkiye’ye yönelik değil, yurtdışı için de çalışmalar yürütüyoruz. ABD Başkanı Biden’a verilmesi için İsrail’e silah satışını durdurma çağrısında bulunduğumuz bir imza kampanyamız var mesela. Ayrıca Filistin-İsrail arasında acil ateşkes ilan edilmesi için de dünya çapında güçlü bir imza kampanyası sürdürüyoruz. İnsanlar, bir imza atsak ne olacak ki, diye düşünebiliyor zaman zaman.. Oysa bunların hepsi bir siyasi baskı aracı. Ancak tabii ki asıl bu adımlar toplu atıldığında değişim yaratabiliyor. Bu anlamda sivil toplum örgütlerinin çalışmalarına destek olmak önemli. Ne yazık ki Türkiye’de bu bilinç çok yaygın değil. YADA Vakfı’nın Ekim 2023’te yayınladığı “Türki̇ye Si̇vi̇l Toplum Geli̇şi̇m Endeksi̇ Araştırması”na göre, STK’ların yarısından fazlası 30 ve daha az gönüllüyle yani sınırlı insan kaynağı ve gönüllü sayısıyla çalışıyor. STK’ların kendi değerlendirmelerine göre, insan kaynağı kapasite endeksi 100 üzerinden 28,7’de puanda kalıyor.
(İşgal altındaki Batı Şeria'da katıldığı bir protestoda 6 Eylül’de İsrail askerleri tarafından öldürülen 26 yaşındaki Türk-Amerikan vatandaşı Ayşenur Ezgi Eygi'nin adını sembolik olarak Kadıköy’deki Ayrılıkçeşmesi Sokağı’na veren Uluslararası Af Örgütü Türkiye aktivistleri.)
Uluslararası Af Örgütü’nün Türkiye'deki insan hakları ihlalleri konusundaki duruşu nasıl şekilleniyor? Yürüttüğünüz çalışmalarda öne çıkan başlıca konular ve başarılar neler?
Çalışma konularımız hem küresel hem yerel düzeyde belirleniyor, dönemin öncelik ve ihtiyaçlarına göre. Mesela Türkiye’de son 5 yıldır özellikle en önemli sorun alanlarından ifade ve basın özgürlüğü üzerine yoğun çalışma yürütüyoruz. Yine kadın hakları üzerinde son yıllarda hem küresel hem de Türkiye düzeyinde çok odaklı çalışmalarımız var. Ancak çalışma alanımız ne olursa olsun, yöntemimiz sadece bir konuda değişim yaratmak için kampanyalar düzenlemek değil elbette. İnsan hakları savunuculuğu bazen sokakta bir barışçıl protesto eylemi ile yapılırken, bazen bir şarkıyla, bazen bir tiyatro oyunuyla, bazen değişim yaratmak için yasa yapıcılarla gerçekleştirilen bir görüşmeyle, bazen ihlallerin tekrar etmemesi için kayıt altına almasını sağlayan güvenilir ve belgelere dayanan bir rapor yazarak yapılabilir. Biz de bu yöntemlerin hepsini kullanıyoruz ve başarılarımızı bu alanların hangisinde olursa olsun büyük ya da küçük demeden değişim yaratmaya çalışıyoruz.
Gençlerle birlikte sorunları anlamak, konuşmak ve insan hakları sorunlarına birlikte çözümler yaratabilmek için onları aktivizmin içine daha çok katmaya çabalıyoruz. Aktivist gruplarımızda insan hakları ihlalleriyle ilgili sorunlara çözüm arıyor ve harekete geçiyorlar. Ya da uzun yıllardır sürdürdüğümüz İnsan Hakları Eğitimi programımızla, toplumun çok farklı kesiminden, çok farklı yerlerde yaşayan binlerce insana ulaşarak her yıl eğitim programları, atölyeler düzenliyor, katılımcılarımızın sadece savunuculuk yönünün değil haklara erişimi talep etmeleri konusunda gelişmesini de hedefliyoruz. İnsan Hakları Eğitim Programımız, kadına yönelik şiddet ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığının önlenmesinden temel haklara, çocuk haklarından ifade özgürlüğüne, protesto hakkına kadar çok geniş bir yelpazede sürekli ve kesintisiz eğitimleri içeriyor. Özellikle de avukatlar, sosyal hizmet uzmanları, öğretmenler, yerel yönetim çalışanları, öğrenciler ve daha pek çok farklı kesimde insanla buluşturuyor bizi. Yine son derece güvenilir veriler ve belgelere dayanarak yazılan, küresel çapta etki yaratan raporlarımızda yer alan yasal tavsiyelerle ilgili her düzeyde devlet kurumu ve yetkilisiyle iletişime geçiyor, kendileriyle konuya dair bulgularımızı ve tavsiyeleri paylaşıyoruz. Bir insan hakları sorununun çözümüne dair yasal bir önerimiz ya da eleştirimiz varsa, yasa yapıcılara raporumuzu ve görüşlerimizi iletiyoruz.
Farkındalığı arttırmak için toplumsal cinsiyetten çocuk haklarına kadar birçok konuda ücretsiz atölyeler düzenliyoruz. Örneğin, değişimin ilk adımı ve insan haklarının korunması, geliştirilmesi için olmazsa olmaz bir toplumsal diyalog zemini olan Protesto Hakkı ile ilgili 21 Aralık'ta İstanbul'da “Türkiye'de Protesto Hakkı ve İfade Özgürlüğü: Algılar ve İhlaller” başlıklı bir atölye yapılacak.