Aralarında ağabeyim Arif Çelebi’nin de olduğu 8 sosyalistin 8 yıllık tutukluluk süresine itirazın ikinci kez reddedilmesi üzerine açlık grevi yapmaya karar verdim. Çünkü “Alo Fatih” döneminin yaşandığı medyada, hukuksuzluğa dikkat çekmenin başka yolu kalmamıştı. Kadıköy’ün ortasında iki gün boyunca yaptığım eylem, kişisel tarihime de unutulmaz bir deneyim olarak geçti.
Semra ÇELEBİ
15 yıllık meslek hayatımın son 4 yılını Gazete Kadıköy’de geçirmiş bir gazeteci olarak, özel ilgi alanım kültür sanatın yanı sıra toplumsal mücadele alanı olan sokağın sesini de yansıtmaya çalıştım hep. İçinde olmakla dışında kalmak arasında çoğu zaman tereddütler yaşadığım sokak eylemlerinde çoğu kez habercilik yaptıktan sonra eylemciler arasında buldum kendimi. Çünkü talepler ortaktı; eşitlik, adalet, hak, özgürlük… Adil bir dünya özlemi duyan hangi kişi bu taleplere duyarsız kalabilir ki…
Ancak tüm bunlara rağmen hiçbir zaman bir eylemin öznesi olacağımı düşünmemiştim. Gün geldi, adaleti mumla aradığımız bu “güzel ve yalnız” ülkemde o da oldu. Kendimi çoğu kez eleştirdiğim bir eylem tarzı olan “açlık grevi” yaparken buldum.
PEKİ NEDEN?
Çünkü hayatın her alanında uğradığımız haksızlıkların en büyüğünü yaşıyordu ağabeyim ve arkadaşları. Sekiz yıla yakın bir zamandır F Tipi cezaevlerinin tek ya da üç kişilik hücrelerinde tutuluyorlar. Sekiz kişi, 7 buçuk yıl boyunca tutuklu yargılandılar ve Kasım ayında binlerce yıla varan hapis cezalarına çarptırıldılar. Tek suçları “sosyalist” olmak ve adil, özgür, eşit bir dünya için mücadele etmek olan bu insanlar arasında, benim de programcıları arasında yer aldığım Özgür Radyo’nun eski Genel Yayın Yönetmeni Füsun Erdoğan, Atılım Gazetesi yazarı Bayram Namaz ve iki kitabın yazarı ağabeyim Arif Çelebi de bulunuyor.
Bilgisayar çıktısı kâğıtlar dışında hiçbir “delil” bulunmayan bu davada adil olmayan yargılama süreci boyunca, biz yakınları sesimizi imza kampanyalarıyla, basın açıklamalarıyla ve hatta milletvekilleriyle görüşerek duyurmaya çalıştık. Ancak çok küçük bir kesim dışında sesimizi duyan, hukuksuzluğu duyuran kimse olmadı.
Ergenekon, Balyoz, OdaTV, KCK gibi büyük davalar ana haber bültenlerinde yer alırken, “Gaye” davası olarak bilinen 8 sosyalistin davasına ilişkin sesler çok cılız kaldı.
YARGIDA ÇİFTE STANDART
17 Aralık itibariyle ortaya saçılan yolsuzluk ve rüşvet iddiaları, sosyal medyaya düşen ses kayıtları, evlerde bulunan “ayakkabı kutuları” ve sıfırlanmaya çalışılan milyonlar sonrasında büyük bir operasyon başlatılınca, bağımsız olması gereken yargının üzerindeki baskı da görünür hale geldi. Bakan çocuklarını gözaltına alan savcılar sürüldü, polislerin görev yerleri değiştirildi. Sonra hükümet kendi güvenliği için kurduğu Özel Yetkili Mahkemeleri (ÖYM) bir günde aldığı kararla kaldırdı, tutukluluk süresi 5 yıla indirildi. Hal böyle olunca kısa bir süre sonra Bakan çocukları, banka müdürleri, inşaat baronları serbest bırakılırken, ortadan kalktığı için aldığı kararlar da geçerliliğini yitiren ÖYM’lerin önünde bulunan davalarda da tahliyeler başladı. Önce Eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ, Zirve Yayınevi sanıkları, sonra Ergenekon’da tutuklu bulunanlar bir gecede tahliye edildi.
Bizim yakınlarımızın yargılandığı davada da kararı Özel Yetkili Mahkeme vermişti, üstelik 5 yıllık tutukluluk süresi çoktan aşılmıştı ancak konu sosyalistler olunca aynı yasa işletilmedi. Avukatların iki kez itiraz etmesine rağmen alınan cevap “Hapis cezalarının verildiği tarihte tutukluluk süresinin 10 yıl olduğu” oldu. Oysa Ergenekon ve Balyoz davalarında da kararlar verildiğinde tutukluluk süresi 10 yıldı ancak yasa değişince yeni yasa uygulanmıştı.
ADALETSİZLİK GÖZÜMÜZÜN ÖNÜNDE YAŞANINCA…
Neden “Tutukluluk süresi herkese 5 yıl, size 10 yıl” denildi? Neden ÖYM’ler kaldırılınca Yargıtay’ın gerekçeli kararları yazmaması tahliyelere yeterli oldu da, bizim davada olmadı? Aslında bunların cevabını biliyoruz. Çünkü devletin her daim en korktuğu kesim sosyalistler oldu. Ancak eğer bir “hukuk devleti”nden bahsediliyorsa, “Anayasa karşısında herkes eşittir” deniyorsa, hükümetin kendi çıkardığı yasaları ve yasa değişikliklerini herkese eşit uygulama sorumluluğu bulunuyor. Fakat bu basit mantık bile uygulanmıyor ve yargıda çifte standart sürüyor. İşte bu hukuksuzluğu aleni bir şekilde yaşayan bizler “Yargıda Çifte Standarda Son” diyerek bir kampanya başlattık.
İKİ GÜNLÜK AÇLIK GREVİ
Çoğunluğu gazeteci, yazar ve radyoculardan oluşan 8 sosyalistin 8 yıllık tutukluluğuna ve tahliye talebinin iki kez reddedilmesine dikkat çekmek ve üçüncü itiraz öncesi kamuoyu oluşturmak amacıyla açlık grevine başlama kararı aldık. Yine aynı davada yargılanıp 6 yıl cezaevinde kalan ve geçen yıl tahliye edilen Atılım Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sedat Şenoğlu ile birlikte 25 Mart Salı günü bir basın açıklamasıyla eylemimizi başlattık. Bu eylemi iki gazeteci olarak yapmamızın daha çok ilgi çekeceğini düşünmüştük. İstanbul’un en duyarlı ilçesi Kadıköy’ün merkezine, her gün binlerce kişinin geçtiği Kilise Meydanı’na çadırımızı kurduk. Yalnız değildik hiç olmadık…
Saat 11.00’de yaptığımız basın açıklamasına, yıllarca duruşmalarımızı izleyip destek veren ve kendisi de gazeteci olan CHP milletvekili Melda Onur, Basın Konseyi Genel Sekreteri Namık Koçak ile birlikte çok sayıda gazeteci arkadaşımız, ailelerimiz ve dostlarımız katıldı.
HAYAT SOKAKTA GÜZEL
Doğduğum, büyüdüğüm, yıllardır sokaklarını hem haber için hem zevkle arşınladığım Kadıköy’ün orta yerine açlık grevi çadırımızı kurduk. Sadece iki kişi değildik elbette, arkadaşlarımız, meslektaşlarımız, ailelerimiz de bizimle birlikte iki gün boyunca o çadırda durdu, ziyarete gelenlere eylemin nedenini açıkladı, imza kampanyamız için çalıştı. Ve elbette bizlerle birlikte aç kaldı…
Gezi direnişinden idmanlıydık fakat Kadıköy gibi megakentin en merkezi ilçesinde çadırda kalmak kesinlikle bambaşka bir deneyimdi. Çadırımız ve önü her daim kalabalıktı. Ziyaretçilerimiz hiç eksik olmadı. Siyasi partiler, dernekler, meslek örgütleri çadıra gelip desteklerini sundular, neler yapabileceklerini sordular. Çarşıya pazara çıkmışken çadıra uğrayanlar yaşanan adaletsizliğe şaşırmadı ama biz herkesin adalete “ne kadar aç” olduğunu bir kez daha gördük.
Bu eylemde en büyük desteği elbette meslektaşımız gazetecilerden gördük. Başta çalışmaktan bir kez daha mutluluk duyduğum Gazete Kadıköy ve Kadıköy Belediyesi Basın Danışmanlığı’ndan arkadaşlarım, yıllardır birlikte sokaklarda haber peşinde koştuğumuz sol basından meslektaşlarım, programcısı olduğum Özgür Radyo emekçileri hep yanımızdaydılar.
Haberlerini sayfalarımıza taşıdıklarımız da dayanışmadaydı elbette. Son birkaç aydır neredeyse her hafta eylem ve etkinliklerine yer verdiğimiz başta Yeldeğirmeni Dayanışması olmak üzere Kadıköy’ün mahalle forumları, ilçenin kültür sanat dünyasında önemli yeri olan Kadıköy Sahne ve diğer sanat merkezleri, tiyatrocular, sinemacılar, senaryo yazarları, kafeler, barlar; kısacası Kadıköy’ü Kadıköy yapan herkes destek için oradaydı.
Son olarak sokakların gerçek sahibi Roman çocuklara ve şarkılarıyla gece de bizi yalnız bırakmayan tinerci gençlere teşekkür etmek lazım. Onlar, dayanışmanın da sokağın da güzelliğini bir kez daha hatırlattılar bize…
3. İTİRAZ DA REDDEDİLDİ
Ana akım medyada yeterince yer almasa da kamuoyunda beklediğimiz ilgiyi yakaladığımız iki günlük açlık grevinin ardından avukatlarımız üçüncü kez uzun tutukluluğa itiraz etti. Çağlayan Adliyesi önünde iki günlük adalet nöbetimizin ardından çıkan karar yeniden “red” oldu. Ancak biz yılmadık. Sokakta da, yazılarımızda da adalet arayışımız sürecek.
İki günde 2 bine yakın imza topladığımız kampanyamız ise internet üzerinden devam ediyor. Siz de bir imzayla bu hukuksuzluğa itiraz edebilirsiniz: http://www.change.org/tr/kampanyalar/tbmm-insan-haklar%C4%B1-komisyonu-yarg%C4%B1da-%C3%A7ifte-standarda-son