Aşk ve kavga şiirlerinin büyük ustası Ataol Behramoğlu, edebiyat hayatının 50. yılında
Aşk ve kavga şiirlerinin büyük ustası Ataol Behramoğlu, edebiyat hayatının 50. yılında. “Şiirsiz bir dünyayı tasavvur bile edemem” diyen Behramoğlu ile şiir, edebiyat ve bir zamanlar yaşadığı Kadıköy’ü konuştuk
Erhan DEMİRTAŞ
Şair, yazar, düşünür ve çevirmen Ataol Behramoğlu edebiyat hayatının 50’nci yılında. Edebiyattaki elli yılını, şiire ve edebiyata dair düşüncelerini, aydın olmanın temel şartlarını ve Kadıköylü Ataol Behramoğlu’nu, gençliğinde yüzüp eğlendiği Moda Sahili’nde konuştuk.
Bu yıl edebiyattaki 50. sanat yılınız, elli yıllık şiir birikiminizden bir seçki hazırlayıp seslendirdiniz ve “Yarım Yüzyıldan Şiirler” isimli bir albüm kitap çıkardınız. Öncelikle bu seçkiyi hazırlarken neler hissettiniz, eserlerinizi seçerken nasıl bir ayrıma tabi tuttunuz?
50. sanat yılı derken şunu kastediyoruz: ilk şiir kitabım 1965 yılında yayınlandı, o günden bugüne elli yıl geçmiş. Onu bir başlangıç olarak saptadık, oysa benim kitaptan önceki yıllarda da şiirlerim var. 1950’li yılların sonlarına doğru da kitaplarımda yer alan şiirleri yazmıştım ama 1965’te ilk şiir kitabım yayınlandı. Dolayısıyla onu 50.yılın başlangıcı kabul ettik. Önceki yıllarda da zaman zaman yaptığım seçkilerde olduğu gibi bu seçkiyi de yaparken her dönemi en iyi yansıtan, en bilinen şiirler ile yine benim de okuyucunun da en sevdiği beğendiği şiirler var. Hiçbirine haksızlık etmeyerek bir seçki yapmış oldum. Bu anlamıyla oldukça geniş bir seçkidir Yarım Yüzyıldan Şiirler.
Toplumcu şiirin bu topraklardaki ana damarlarından birisiniz. Şiirin, edebiyatın 50 yıl önceki rolünü şimdi de yerine getirdiğini, aynı toplumsal etkiyi yarattığını düşünüyor musunuz?
Toplumcu şiir üzerine olan düşüncemi zaman içinde genişlettim, geliştirdim diyebilirim. Toplumcu şiiri ben şöyle düşünürüm, genel olarak sanat için de bu söylenebilir. Mümkün olduğu kadar çok izleyiciye, dinleyiciye, okuyucuya giden ve onların dünya algılarını, duygusal dünyalarını zenginleştiren, genişleten şiir diye düşünürüm. Toplumcu şiir, toplumcu sanat dendiği zaman ille de, toplumdaki adaletsizlikleri, eşitsizlikleri, kötülükleri gösteren sanat olarak anlamıyorum. Her şeyden söz edebilen ama elbette haksızlıkları adaletsizlikleri de özellikle vurgulayan ama mümkün olduğu kadar çok sayıda insanla, okurla ilişki kuran şiir diye düşünüyorum. Tekrar ediyorum onların dünyalarını düşüncelerini genişleten, zenginleştiren şiir. Dolayısıyla kendi adıma konuşacak olursam evet derim ben. Türkiye toplumunda insanlarımız kendileriyle bu anlamda ilişki ve bağlantı kuran şairleri en azından her zamanki kadar seviyorlar ve okuyorlar. 20.yy şiirinin pek çok ustaları var, ben de bugün için onlardan biri olduğumu söyleyebilirim. O açıdan bence bir sorun yok.
“ŞİİRSİZ NİYE YAŞAYAYIM Kİ?”
Sizin için şiirsiz bir hayat mümkün mü?
Değil, mümkün değil; yani şiirin ne olduğunu tarif etmemiz ile ilgili bu. Şiirin tarifi şudur; dilin günlük yaşamdaki işlevinin çok daha yukarılara çekilmesi, çok daha derinlere inmesi demektir. Yani insana ilişkin, her türlü algının, duygunun, düşüncenin, özlemin, gözlemin, sezginin daha derin, daha yoğun bir biçimde dile getirilmesi... Sadece kavramların değil, sezgilerin, duyguların, bilinçaltının, insanla ilgili her şeyin en yoğun biçimde dile gelmiş olmasıdır şiir. Dolayısıyla okuduğunuz zaman, şiirle yaşadığınız zaman dünyayı daha geniş daha derin algılamış olursunuz. Bu sebeple şiirsiz niye yaşayayım ki. Şiirsiz bir dünyayı tasavvur bile edemem.
Şair, çevirmen ve gazeteci olmanızın yanında bir eylem adamısınız. Hapisler yattınız, ülkenizden uzak kaldınız, sürgün hayatı yaşadınız, aydın olmanın temel şartları nedir sizce?
Doğru insan olmanın bana göre temel bir koşulu var: Var oluşun bir mucize olduğunu algılayıp, hakkını vermek. Ne demektir bu? Şu dünyada olup biteni mümkün olduğu kadar çok bilmek, algılamak ve kötü olanı değiştirmek için de bir çaba harcamak, dünyanın daha iyi gitmesini istemek ve bunun için çalışmak. Çünkü bu dünya sadece bizden ibaret değil. Geçmiş ve gelecek var, hepimiz tek tek bir bütün insanlığın parçasıyız. Aydın olmanın işlevi, anlamı da tam bu noktada kendini gösterir. Eğer aydınım diyorsan daha da çok sorumluluğun var demektir. Olup biteni anlamak ve dünyanın daha doğru daha güzel ve daha insani, daha yaşanabilir olması yönünde çalışmalar yapmak durumunda olmalısındır. Yani olup biten hakkında pek çok bilgisi var ama parmağını oynatmıyor ise bana ne öyle aydından, ben böyle düşünürüm.
Aynı zamanda bir gazetecisiniz, geçmişte de baskı ve sansür çok yoğun bir şekilde yaşanıyordu. Günümüzde sanat ve basın üzerinde uygulanan baskı ve sansürü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Düşünen insan her zaman ve her sistemde sıkıntılarla karşılaşır. Çünkü var olan iktidarlar, iktidar olgusunun anlamı, içeriği, kimliği gereği eleştiriye tahammülsüzdür, düşünen insan ise eleştirir. Bu bakımdan en eski tarihe doğru gidersek bilebildiğimiz kadarıyla Latin ozanı Horatius sürgün yaşamış. Sokrates örneğini herkes bilir; hapis görmemiş, sürgüne gitmemiş şair yazar yoktur. Bütün insanlık tarihi boyunca sayısız örnek verebiliriz. Bugünkü Türkiye’ye gelince, tabii ki geçmiş Türkiye’nin devamı bu. Bizim tarihimizde 19. yy’da ve özellikle Abdülhamit döneminde Namık Kemaller kuşağı üzerinde uygulanan baskıları biliyoruz. Sonra Cumhuriyet döneminde özellikle 1940’lı yıllarda Sabahattin Ali’nin katledilmesiyle yazarlar ve aydınlar üzerinde başlayan süreç, Nazım Hikmet’in uzun yıllar hapiste kalıp sonra yurtdışına gitmek zorunda kalışı vb. Denebilir ki ülkemizde cezaevi ile tanışmamış tek bir aydın, yazar, sanatçı yok gibidir. Bugün ise yaşananlar belki hiçbir zaman olmadığı kadar karışık, kaypak ve kötü. Dolayısıyla bu ülkede her an her şey, her türlü kötülük olabilir.
“YAŞAR KEMAL AİLEMDEN BİRİ GİBİ”
Geçtiğimiz ay usta yazar Yaşar Kemal’i kaybettik. İnsani, sanat ve edebiyat noktasında Yaşar Kemal’in hayatınızdaki yeri nedir?
Yaşar Kemal’in benim hayatımdaki yeri genel olarak da kişisel olarak da çok önemlidir. Bir yazar olarak Yaşar Kemal, İnce Memed’le başlayan, Teneke’yle süren, Orta Direk ile devam eden bir süreçte beni hem toplumcu kimliği hem de daha da çok diliyle, betim ustalığıyla çok etkilemiş bir yazardır. Bütün Türk edebiyatının en değerli, en güzel yazarlarından biridir. Kişi olarak da 1960’lı yıllar Türkiye İşçi Partisi’nin kuruluş süreçlerinde çok ağabey kardeş yakınlığı içinde olduk ve o hep devam etmiştir. Yaşar Kemal ailemden biri gibidir.
İlk şiiriniz Bir Gün Mutlaka 1965’te yayınlandı. “Bir gün mutlaka” derken günün birinde ne olacağını umuyordunuz?
“Bir gün mutlaka yeneceğiz. Ey eski zaman sarrafları! Ey kaz kafalılar! Ey sadrazam”
Yani aklın, aydınlığın, iyiliğin, güzelliğin doğruluğun, dürüstlüğün bir gün dünyada egemen olacağı inancıdır bu, Türkiye’de ve dünyada.
Bir gün mutlaka diyor musunuz hala?
Elbette.
Paris’te yaşadığınız dönemde Louis Aragon ve Pablo Neruda ile tanıştınız, Ülkenizin dışında kalmak, sürgün hayatı yaşamak zor bir durum ancak o yılları şans olarak değerlendirdiğiniz bir dönem oldu mu?
Ben şöyle düşünüyorum; bence insan bulunduğu her koşulu çalışmak ve doğru dürüst insan olmak için en uygun duruma getirmeye çaba harcamalıdır. Ben cezaevinde çok uzun yıllar kalmadım, toplamda 10 aylık bir cezaevi yaşantım var ki Türkiye’de pek çok yazarın bizden önce özellikle Nazım Hikmet olmak üzere onların cezaevi yaşantılarıyla karşılaştırıldığı zaman küçük ve çok komik kalır. Ama tabii ki bir gün bile insanın özgürlüğünden yoksun olması büyük ve acı bir olaydır. Cezaevinde olduğum süreçlerde de özel yaşamın sıkıntılı zamanlarında da diyelim ki hastasınız, hastanedesiniz ya da evde dinleniyorsunuz ya da yedek subaydasınız askersiniz orada başka bir disiplin altındasınız, yolculuktasınız uzun yorucu vb. her koşulda yapılabilecek bir şey vardır. Bir şey okumak isterim, dinlemek isterim ve yaşadığım zamanı hep değerli kılmak isterim. Bunu da büyük ölçüde başarırım. Maltepe Askeri Cezaevi’nde daha ilk günlerden bir masa ve daktilomuzun getirtilmesi için mücadeleye giriştik, Erdal Atabek arkadaşım, ağabeyimle beraber ve başardık. Ben Maltepe Cezaevi’nde pek çok şiir yazdım, oyun çevirdim Çehov’dan. Yararlı kıldım o olayı. Bizi Maltepe’den Sağmalcılar Cezaevine gönderdiler orada portakal sandıklarından bir kitaplık yaptık arkadaşımla, yatağımın başucuna koydum. Ben her zaman koşullar ne olursa olsun mücadele etmenin faydalı olacağını düşünürüm.
“İSTANBULLUYUM DERKEN KADIKÖYLÜYÜM ASLINDA”
“Kadıköy benim baba evim. 1960’lı yılların başlarında babacığım son görevi için Bursa’dan buraya ziraat müdürü olarak atandı. İstanbul’da Göztepe’de yine Ziraat Bakanlığı’na bağlı bir kurumda çalıştı. Ben de Ankara Üniversitesi’nde okurken tatillerde Göztepe’deki baba evine gelirdim. Kadıköy, o yılların Göztepe’si elbette ilk gençlik yıllarımda çok önemli bir yere sahip. Önce annemizi sonra babamızı kaybettik. Son yolculuklarına buradan uğurlandılar. Bir bakıma ailemizin büyüklerinin de sonsuz dinlencede oldukları yerdir Kadıköy. Kadıköy’de adını hatırlıyorum Karadeniz apartmanıdır; Osmanağa Camii’nin karşısından girilen sokakta bir evde… Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir şey Var’ı 1977’de orada yazdım. Militan dergisini o evimden yönettim, arkadaşlarla toplantıları orda yaptık. Kadıköy bu anlamda gerçekten benim için önemli bir yerdir. Büyük ölçüde İstanbulluyum derken Kadıköylüyüm asında.
KADIKÖYLÜ DOSTLARLA BULUŞMA
Kadıköy Belediyesi 12 Nisan Pazar günü Caddebostan Kültür Merkezi’nde Ataol Behramoğlu’nun 50. Edebiyat Yılı’nı kutlamak için bir etkinlik düzenleyecek. Behramoğlu duygularını şöyle anlatıyor: “Ben yaşla ilgili kutlamaları pek sevmem ama sanatla ilgili bu kutlamalar jübileler önemlidir. Adana Belediyesi’yle başladık kutlamalara; sonra Beşiktaş Belediyesi daha geniş çaplı bir etkinlik yaptı şimdi Kadıköy Belediyesi ile devam edecek. Kadıköy’ün benim için yeri ayrı, geçmişim Kadıköy’de geçti, bu bağlamda çok güzel bir etkinlik olacağı kanısındayım. Ayrıca Kadıköy Belediyesinin kültür kadrosunu çok beğendim gerçekten, Beşiktaş da öyleydi. Harika bir program olacağından kuşku duymuyorum, saat 15.00’te olacak, sanatçı arkadaşlarım gelecek şiirler okuyacaklar, benim şiirlerimden yapılan şarkılar söylenecek, konuşmalar yapılacak. Tabii ki teşekkür borçluyum Kadıköy Belediyesi’ne de…