Bir kadının gözünden; KADIKÖY ve 12 EYLÜL SANCISI…

12 Eylül 1980 askeri darbesinin üzerinden tam 34 yıl geçti. O günleri devrimci bir kadın olarak yaşayan Kadıköylü Gönül Erterzi ile konuştuk…

12 Eylül 2014 - 12:06
Semra ÇELEBİ
Eylül deyince güz, sarı yapraklar, hafif bir rüzgâr gelir belki çoğu insanın aklına. Fakat bu coğrafyada yaşıyorsanız aklınıza ilk gelen bunlar olmaz… 6-7 Eylül olur, 12 Eylül olur… Öyle günlerdir ki onlar, Eylül’ün hüznünü utanca dönüştürür…
Bu toprakların son büyük darbesinin üzerinden tam 34 yıl geçti. Onca yıla rağmen ne o günden önceki mücadele dolu yıllar, ne de o günden sonraki acılar unutuldu. Hala darbe anayasasıyla yönetilirken, darbenin balyoz gibi ezip geçtiği yaşamların hafızalardan silinmesi de mümkün değil…
İstanbul’da tankların yürüdüğü o günlerde, solun kalesi olarak bilinen Kadıköy, birkaç yıl sürecek bir sessizliğe bürünmüştü. Çarşısının cıvıltısı susmuş, buluşma mekânları kapanmış, Kadıköy’ün devrimci gençleri ya gurbete kaçmış ya da cezaevinde türlü işkencelere uğramıştı.
O gençlerden biri de Gönül Erterzi’ydi. 1975 yılında ailesiyle birlikte Göztepe’ye taşınan Erterzi, yine aynı semtteki Spor Akademisi’nde üniversiteye başladığında, daha adil ve eşit bir dünyanın özlemiyle mücadele eden insanlarla tanıştı. 1980 darbesinden sonra kaçağa düştü, evine bile gidemezken ikiz çocukları oldu. Çocukları henüz 1 yaşındayken, eşiyle birlikte yakalandı ve uzun bir gözaltı sürecinin ardından Metris Cezaevi’ndeki o ünlü kadınlar koğuşunun bir üyesi oldu…
Hala Kadıköy’de yaşayan Gönül Erterzi’yle, dönemin buluşma mekânlarından Baylan Pastanesi’nde görüştük, 12 Eylül öncesi ve sonrasına dair söyleştik.

Devrimci mücadeleye nasıl girdiniz?
Lisede olduğum dönemde Türkiye’de ve dünyada sol, sosyalist dalganın etkileri devam ediyordu. 1975’te Rize’de okuduğum liseden mezun oldum. O zamanlar dershane sayısı çok azdı. İstanbul Göztepe’ye taşındık, Unkapanı Dershanesi’ne gidiyordum. Daha sonra şimdiki Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde spor akademisine girdim ama sonra İstanbul Edebiyat’a geçiş yaptım. O dönemlerde dünyayı çok sorguluyordum ve merak ediyordum. Zaten o yüzden de Edebiyat Fakültesi’nde Felsefe Bölümü’ne geçtim.

Ailede var mıydı solculuk?
Aile sosyal demokrat bir aile. Babam öğretmendi. Kendisi kitap alıp getirirdi bunları okuyun diye.  Alt yapı aileden geliyor diyebilirim. Türkiye’nin sosyal, siyasal yaşamı ve gençliğin verdiği inançla kendinizi dâhil ediyorsunuz örgütlü yapı içerisine.

“GÖZTEPE HİÇ DEĞİŞMEDİ”

1975’te ilk geldiğinizde Göztepe nasıl bir semtti?
İlk Göztepe’de yaşamaya başladık, o gün bugündür de hala Göztepe’deyiz. Evler değişti ama Göztepe semti hiç değişmedi. O zaman daha küçük bir semtti; doğru dürüst alışverişe gidecek ne mağazası ne manavı vardı. Sadece Şişko Ahmet dediğimiz, her şeyi bulabildiğimiz bir dükkân vardı. Kadıköy’e inme ihtiyacını ortadan kaldırıyordu. Her şeyi oradan bulabiliyorduk. O da her şey gibi maalesef zamana yenilerek farklı bir şeye dönüştü. Gerçi dükkân hala duruyor ama sanırım kendisi vefat etti…
Göztepe Kültür Merkezi vardı bir de. Politik gençler olarak genelde orda toplanırdık.  

Kadıköy’de nerelere giderdiniz?
Üniversiteye karşıda devam ettiğim halde Kadıköy’deki mekânları daha çok kullanıyordum. Şu an oturduğumuz Baylan Pastanesi bunların başında geliyor. Bir de birahaneler vardı; Olimpiyat ve Münih. Turizm Çay Bahçesi, bütün solcuların buluşma noktasıydı. Güzel bir çay bahçesiydi. İlk yıllarda hepimiz oraya giderdik. Daha sonra yanında başka yerler açılmaya başladı. Devrimci harekette de fraksiyonlar çoğalmıştı. Dolayısıyla çay bahçelerine göre bölündük.  Yani orası şunların kahvesi burası buların kahvesi diye.  Moda’da Bomonti Çay Bahçesi’ni çok kullanıyorduk. O da bir süre direndi ama sonra yıkıldı.
Bir de vapurlar vardı tabi. O dönem basın tamamen Cağaloğlu’ndaydı. Hem öğrenciler hem gazeteciler, sabah vapurda buluşurduk. O sabah vapurlarının atmosferi bile insanı etkiliyordu. Akşam dönüşleri de yine aynı şekilde. Öğrenciler ve gazeteciler hep birlikte o birahanelerde, meyhanelerde demlenerek sohbet ederdik.

“İKİNCİ MEVKİ BİZİM YERİMİZDİ”

Bir anınız var mı o vapur yolculuklarından?
Çok hatırlayamıyorum ama çok keyif alırdık. Vapurun arka tarafında otururduk, hem açık havada olmak hem sigara içmek için. O dönem vapurlarda birinci mevki ile ikinci mevki vardı. E tabi solcuyuz, elimizde Cumhuriyet gazetesi… O zaman önemli bir simgeydi. Onu koltuğumuzun altında tutup özellikle ikinci mevkiden bilet alıp giderdik. İlginç; o dönem öyle bir sınıfsal ayrıştırma yapmışlardı vapurlarda.

75-80 arası Kadıköy’de hatırladığınız eylemler var mı?
O zaman çok farklı çok kitlesel eylemler yapamıyordunuz. “Korsan” diye tabir edilen küçük ölçekli eylemler vardı. Afişleme, kuşlama yapıyorduk.  O zaman da Kilise Meydanı bu işler için en elverişli yerdi.

BANLİYÖ TRENLERİNDE AJİTASYON
O dönem banliyö trenleri de eylem mekânlarımızdan biriydi. Haydarpaşa’dan binip Bostancı’ya kadar propaganda yapar, bildiri dağıtırdık. Küçükyalı o dönem ülkücülerin kontrolündeydi. Biz Bostancı’dan geri dönerdik. Bir gün bir gaflete düştük, ajitasyonun heyecanına nasıl kapıldıysak, kendimizi Küçükyalı’da bulduk. Herhangi bir hasar görmedik ama saldırıya uğradık. Yanımızda bizi koruyan başka arkadaşlar olduğu için oradan bir şekilde çıkmayı becerdik.

Ülkücülerin mekânı dediğiniz başka bir yer var mıydı çevrede?
Evet, Üsküdar’a da pek gitmezdik. Fakat 1979 yılında büyük bir kampanya başlattık faşizme ve hayat pahalılığına karşı. Kadıköy İskele meydanında toplanıp Üsküdar’a yürüdük. Mitinge başlarken yanı başımızda arabanın içinde bomba patladı. Eylemi durdurabilmek içindi ama yürüyüşümüz engellenemedi.

Kadıköy solcuların etkisindeydi yani?
Kesinlikle. Kadıköy’ün dokusu her zaman öyleydi aslında. O yıllarda da öyleydi, öncesinde de. Çünkü bu aktarılan bir şey. Birden bire geçişler olmuyor. Kadıköy’ün bir sol altyapısı var. Kadıköy, kendimizi son derece rahat hissettiğimiz, görüşmelerimizi, eylemlerimizi yaptığımız bir yerdi.

“BOĞAZ KÖPRÜSÜNÜ KAPATTIK”

1977’deki kanlı 1 Mayıs’a katıldınız mı?
O 1 Mayıs’a katılmadım. Daha sonrasında, sıkıyönetim döneminde köprü eylemine katıldım. Sansasyonel bir şey olsun diye Boğaziçi köprüsünü işgal ettik, kadınlı erkekli 40 kişi civarındaydık. Daha pankartı açamadan polisler üzerimize çullandı. Bir polisin beni sürekli “seni köprüden aşağı atayım mı?” diyerek tehdit ettiğini hatırlıyorum. Döverek arabalara aldılar. Davutpaşa Askeri Hapishanesi’ne götürdüler. Mahkemeden serbest bırakıldık ama her gün karakola gidip imza verme zorunluluğu getirmişlerdi.
Bir de herkese, bir ile gitmeyi yasaklamışlardı. Böyle ilginç cezalar veriliyordu. Sanırım benim gitmemin yasak olduğu il Balıkesir’di.
Sorguya gitmemek için açlık grevi yaptık, ilk açlık grevimdi ve üç gün sürdü. Yine de döverek sorguya götürdüler ama bizim için birlikte direnmek anlamında çok önemliydi.

Sonra 12 Eylül oldu…
12 Eylül öncesi olaylar artmıştı. Fakülteye toplu giriş çıkış yapardık, yine de saldırıya uğradığımız olurdu.  Siyasi cinayetlerin yoğunlaştığı bir sürece girilmişti. Sonra bir gün asker postallarını gördük, tanklarla karşılaştık…

O günü anlatır mısınız? Nerede, ne yapıyordunuz?
Kız kardeşim üniversiteyi kazanmıştı, onu kaydettirmeye gidiyorduk Ankara’ya. Bir gün önce, yani 11 Eylül gecesi trene binmiştik. Tam Ankara Sincan civarındaydık. Sabah saatleriydi, uyandık,  kahvaltı için salona geçtik. Dışarıda tankların geçtiğini gördük. Ne oluyor derken darbe olduğunu öğrendik. Hemen sokağa çıkma yasağı koydukları için Ankara Tren Garı’nda yolcuları gidecekleri semtlere göre tasnifleyip yolladılar. Bizi de Yenimahalle’ye amcamlara gönderdiler. Ne kadar kaldık orada bilemiyorum.

“TOPLUM SESSİZLİĞE GÖMÜLDÜ”

İstanbul’a döndüğünüzde neyle karşılaştınız?
İstanbul’a dönünce okula gittim bir süre. Ama çok kısa bir süre sonra politik insanlar kaybedilmeye başladı. Gözaltılar yoğunlaştı. Ben çok gençtim ve sadece demokratik eylemlerin içinde bulunmuştum. O yüzden beni aradıklarını hiç düşünmemiştim. Ama ben yokken eve gelip beni sormuşlar. 7-8 ay eve gitmedim.
Siyaseten açık alandaki çalışmalarımızı daha gizli sürdürmeye başladık. Geçmişte gazeteyi ortada rahat rahat dağıtırken belli noktalara gizlice bırakarak yayılmasını sağlıyorduk. O dönem idamla yargılanan arkadaşlarımız Necdet Adalı ve Erdal Eren’le ilgili kampanya yapıyorduk.  Kadıköy’de ciddi bir afişleme çalışması yapılmıştı. Ama tabiî ki 12 Eylül’ün genel suskunluk ve korku hali, halkın tepki vermesini, itiraz etmesini engelliyordu. Darbe o kadar sert ve ağırdı ki derin bir sessizliğe gömüldü toplum. Kampanya sadece solcuların yürüttüğü bir kampanya olarak kaldı. 80 öncesi yükselen dalgadan eser kalmamıştı…

Nasıl yakalandınız?
12 Eylül sonrası evlendim, eşim de politik bir insandı. 1983’te ikiz çocuklarımız oldu.
Aslında gayet açık bir yaşamımız vardı sadece kendimizce bir takım önlemler alıyorduk. Çok bilinen adreslerde kalmıyorduk ama çocuklarla parka, denize gidiyorduk, çalışıyorduk… Bu süreçler bizim için hep Kadıköy’de geçiyordu.  84’ün sonunda çocuklarımın babası yakalandı. Daha sonra ben yakalandım. Annemlerin Göztepe’deki evine gitmek zorundaydım. Onların yanına gidince bir biçimde geleceklerini tahmin ediyordum. Hemen de geldiler zaten. 24 yaşında, 1,5 yaşında iki çocuk annesiydim. Gayrettepe 1. Şube’de bir ay işkenceli sorguda kaldım. Aralık ayıydı, en soğuk kışlardan biriydi. 6 ay Metris Cezaevi’nde kaldım. Aynı operasyonda Behzat Baykal adlı bir arkadaşımızı kaybettik maalesef. Polis ifadesine göre kaçmaya çalışırken vurulmuştu…

“HİÇ PİŞMAN OLMADIM”

Metris kadınlar koğuşu da meşhurdur…
İlk, Selimiye’den Metris’e getirildiğimizde inanılmaz çığlıklar yükseliyordu. Koğuşa gittiğimizde öğrendik, hasta bir arkadaşın sevkini yapmadıkları için bütün cezaevi eylemdeymiş. Dayak da vardı hakaret de. Ama müthiş de bir direnç vardı.

Bugünden baktığınızda nasıl görüyorsunuz o yılları?
Bugünden düne bakarken hiçbir pişmanlığımın olmadığını samimiyetle söylüyorum. İçinde bulunduğum hayat öyle bir hayattı, yaşadım ve buradayım. Dostlarımla bağlantım hiç kopmadı. Ve hatta şunu iddia ediyorum ki birçok hayatın kuramayacağı dostlukları kurduk biz.
 
DARBE ANAYASASI YÜRÜRLÜKTE
Halen yürürlükte olan 1982 Anayasası, 7 Kasım 1982’de yapılan tartışmalı bir halk oylamasıyla kabul edildi. Bazı kaynaklara göre, beyaz zarflara konarak atılan oy pusulalarında mavi rengin fark edileceğinden endişe eden çok sayıda kişinin, bu çekince ile Anayasa’ya “Evet” dediği yıllarca konuşuldu. Aynı halk oylamasıyla Kenan Evren Cumhurbaşkanı seçildi. Anayasa’daki geçici 15. Madde ise cuntacıların yargılanmalarını engelledi. 2010’daki Anayasa değişikliğiyle bu madde kaldırıldı; Evren ve Tahsin Şahinkaya hakkında dava açıldı. Dört yıl süren yargılama, 18 Haziran 2014’te sona erdi. Mahkeme, 97 yaşındaki Evren ile 89 yaşındaki Şahinkaya’ya müebbet hapis cezası verdi ve rütbelerinin sökülmesini istedi.
 
RAKAMLARLA UTANÇ
- Bir milyon 683 bin kişi fişlendi, bir milyona yakın kişi gözaltına alındı.
- 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.
- 517 kişiye idam cezası verildi. 50 kişi asıldı.
- 71 bin kişi irtica ve komünizm propagandası suçlamasıyla, 98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı.
- 50 binin üzerinde kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti.
- Yaklaşık 300 kişi gözaltındayken öldürüldü. 171 kişi işkenceden öldü.
- 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı. 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.
- 3 bin 854 öğretmen, 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi.
- 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi. Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 31 gazeteci cezaevine girdi. 300 gazeteci saldırıya uğradı. 3 gazeteci silahla öldürüldü. Gazeteler 300 gün yayın yapamadı. 13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
- Cezaevlerinde 299 kişi yaşamını yitirdi.
 

ARŞİV