Burası sadece restaurant değil

Hatay Restaurant, bir meyhane olduğu kadar bir sanat okulu gibi sanki… Cemal Süreya ve arkadaşlarının mekânı şimdi de bizim mekânımız…

02 Ekim 2013 - 12:00

Nezihe ALTUĞ

Fotoğraflar: Kadir İNCESU
 
Hayatı insanlar kadar mekânlar da anlamlandırıyor. Evimiz, sokağımız, köyümüz, kentimiz var ve biz bu mekânlara dayanıyoruz yaşarken. Güç alıyoruz bu mekânlardan, sahipleniyoruz onları. Geniş mekânlarda, kentlerde, yaşıyorsak, bu mekânların dar bir alanına, bir sokağına daha çok bağlanıyor, burayla bütünleşiyoruz. Cemal Süreya ile bütünleşen burası işte böyle bir mekân.
Hatay Restaurant bulunduğu yer gibi, çok anlamlı, hoş ve gizemli bir yer. İstanbul'un hâlâ yaşayan Kadıköy Bostancı’nın en ünlü sanatçı meyhanesi. Yıllarca Cemal Süreya, Edip Cansever, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ece Ayhan ve Salâh Birsel gibi değerli edebiyatçılara ev sahipliği yapmış, Anadolu yakasının en ünlü meyhanelerinden. Burada Ahmet Arif’ten, Nâzım Hikmet’e, Orhan Veli’den Rıfat Ilgaz’a kadar tüm şair ve yazarlar anıldığı gibi bu etkinliklerde edebiyata gönül veren, yeni yetişen tüm şair ve yazarlar da okurlarına tanıtılıyor. Cemal Süreya’nın etrafında toplanan pek çok genç şair ve yazar için bir okul haline gelmiş. Ardından da imza günleri düzenlenmeye, sergiler açılmaya başlanmış. O gün, bu gün aynı etkinlikler devam ediyor. Cemal Süreya’nın ikinci önerisi, Hatay'ın adıyla bütünleşen meşhur anı defterlerinin ilk adımı 1983 yılında, Hatay Restaurant’ın sahibi Mehmet Ali Işık’ın alelacele buldurduğu deftere ilkyazılar yazılmasıyla başlanmış, ama daha sonra Burhan Uygur, bakkal defteri gibi olduğu için özel ölçü vermiş ve yeni defter almış. Deftere ilk yazıyı da yaşça en büyükleri olduğu için 80'lik ressam Cevat Dereli “Adımız çıktı sarhoşa, ne mutlu bize...” diye yazmış. Duvarın benim oturduğum masanın iliştirildiği tarafında Cemal Süreya’nın çantası asılı. Biraz ilerde ise çerçevelenmiş bir şiiri var. Bütün duvarlar yazılar, anı olarak mekâna bırakılmış nesneler, fotoğraflar ve mekânla ilgili yazılarla dolu.

SAHİBİ DE HALK OZANI

Sahibi Mehmet Ali Işık'in yazarlarla, sanatçılarla böylesine bir dostluk ilişkisi kurmasının altında kendisinin de bir halk ozanı olması yatıyor. Sivas Divriği Şahinler köyünden İstanbul'a göçen Işık, genlerinde halk ozanlığı olduğunu söylüyor. O da zamanla deftere sevdiği müşterileri için dörtlükler yazmaya başlamış. Cevat Dereli, Behzat Ay, Cemal Süreya, İsmet Kemal Karadayı, Arif Damar, Oktay Akbal, Can Yücel, Tomris Uyar, Refik Durbaş, Cahit Kayra ve Hadi Çaman bunlardan birkaçı. Mehmet Ali Işık baştan beri anlattığım portresinden de anlayacağınız gibi klasik bir işletmeci değil. İnsanların önüne çıkardığı mezenin, verdiği yemeğin kalitesi kadar müşterisine de özen gösteren biri. Aynı zamanda bir sanat hamisi. İmza günlerinin, sergi açılışlarının kokteyllerini veriyor, davetiyelerini bastırıyor. Hayali ise müstakil bir bina alıp motel tarzı bir yer yapmak. Sanatçılar rahatça gelip yemeklerini yesinler sonra da üst kata çıkıp orada kalabilsinler... Bir sergi ve konferans salonu da olsun. Uzun yıllar edebiyatın önde gelen isimlerine ev sahipliği yapmış olan Hatay Restaurant bugün halen varlığını Mehmet Ali Işık sayesinde büyük bir özenle koruyor ve meyhane kültürünü yaşatmaya devam ediyor.1960 yılında açılan ancak 3 yıl kadar kahvehane olarak hizmet verdikten sonra 4 yıl içkisiz restaurant olarak konuklarını ağırlayan mekân bugün İstanbul’un sayılı meyhaneleri arasında olmayı sürdürüyor. Mezeleriyle ünlü bu meyhane yazları açık havada müşterilerine servis yapıyor. Entelektüel çevrenin popüler mekânlarından.12.00-24.00 saatleri arasında hizmet veren Hatay Restoran‘ın spesiyalleri Arnavut ciğeri, humus, çoban kavurma, sahanda köfte ve künefe. Hatay Restaurant, dışarıdan bakıldığında sıradan bir meyhaneye benziyor. Ama farklılığını daha kapıdan içeriye adımınızı atar atmaz anlıyorsunuz. Duvarlarda asılı olan çoğunlukla şair, yazar, ressam olan müdavimlerinin fotoğrafları, kapak oldukları kitap ve dergileri, onlarla ilgili basında çıkan haberler mekana bağlıyor sizi. İki katlı meyhanenin giriş katında mutlaka bir resim sergisi var. Burası meyhane olduğu kadar bir sanat okulu gibi sanki…

CEMAL SÜREYA’NIN MASASI

Hatay’da içki, sanki hiç boşalmayan bir kocaman rakı şişesinden akmaktadır… Her akşam kapısından teker teker ve gizlice giren müdavimleri bu şişeyi kutsarlar… Balıkları ve çeşitli mezeleriyle birlikte muhabbeti daha esaslıdır. Duvarlarda sararmış gazete kupürleri, karikatürler, peynir tabağının dibinde yazılmış şiirlerin solduğu küçük kâğıt parçaları asılıdır. Bu şiirleri yazan şairlerin yazarların çoğu ölmüştür. Cemal Süreya’nın ağlarken görüldüğü masa girişte soldan ikinci masaymış. Bu gün ben de o masaya oturdum. O masada yazdığı şiirleri beni hep ağlatmıştı… Bu gün ben bu masaya ilk kez oturmuştum; ama onu kaybettiğimizden beri ben hep, onun şiirleriyle ağlamış, onun şiirleriyle gülmüştüm yazmaya çalıştığım her şairde onun dizelerinin izini sürmüştüm.
Eğer yolunuz bir gün Hatay’a düşerse akşamın ilerleyen bir saatinde müşterilerden biri mutlaka ayağa fırlayıp yüksek sesle şiir okumaya başlayacaktır. Şaşırmayın! Orada yemeğin içkinin eşlikçisi mutlaka şiirdir. İçki değil siz zaten şiir içersiniz… Yaşamla sanatçının benzeştikleri bir öz vardır. O da sonsuz olasılıkları denemedeki sonsuz özgürlükleridir… Yaşam gidebileceği her yola girer. Asfalttan otlar çıkarır, bunlardan da virüsler; sinekler, böcekler, bakteriler, güller, kelebekler yaratır. Hiç biri birbirine benzemeyen insanlardan da; akıllı, güzel, güçlü ve şanslı olanlar kalır. Sanatta öyle; arama, deneme sürecinde her şeye izin vardır; ama yalnızca çok ama çok iyi olanlar kalır. Tıpkı bu lokantanın duvarında iz bırakanlar gibi… Bu şiir sanatı; aklı, duygu ve heyecanın gerisinde bırakır. Şair de duygu, yazgıya kanmaz. Bu geçmişten günümüze dek böyle gelmiş böyle sürecektir. Şairler hiçbir zaman dönemin hak dağıtmayan hukukuyla uyum içinde olmamıştır. O nedenle de günü hep sistemle kavgalı geçmiştir. Şiir yazmak ve onu insanlarla paylaşmak ne geçmişte ne de günümüzde pek kolay olmamıştır… Bu mekân da şairler gibi iz bırakanlardandır.

ARŞİV