İstanbul Tabip Odası (İTO), 2-3 Aralık tarihinde ‘Cumhuriyet Dönemi Sağlık Politikaları’ adlı sempozyumunu, Barış Manço Kültür Merkezi’nde gerçekleştirdi. Cumhuriyetin yüzüncü yılında sağlık alanında şimdiye kadar yapılanlar, yapılmayanların konuşulan sempozyumda; Prof. Dr. Özdemir Aktan, Doktor Selim Ölçer, Prof. Dr. Gençay Gürsoy ve Prof. Dr. Raşit Tükel gibi isimler yer aldı.
BİRİNCİ BASAMAK SAĞLIK HİZMETLERİ
Prof. Dr. Meltem Çiçekçioğlu, sempozyumda Birinci Basamak Sağlık Hizmetleri hakkında konuştu. Cumhuriyet’in ilanı ile sağlık alanında atılımın başladığını kaydeden Çiçekçioğlu, Sağlık Meslek Okulları ile Merkez Hıfzıssıhha Enstitülerinin kurulduğunu aktardı. Ana Çocuk Sağlığı Merkezleri’nin birinci basamak sağlık örgütlenmesine örnek olarak gösterilebileceğini belirten Çiçekçioğlu, 1961 Anayasası ile sağlık hizmetlerinin sosyalleştirildiğini dile getirdi. İlk sağlık ocağının 1965 yılında Muş’ta açıldığını ifade eden Çiçekçioğlu “ 1978’e gelindiğinde 37 ile yayılıyor” dedi. 1980 sonrasında sağlık ocaklarının yaygınlaştırılma kararının alındığını söyleyen Çiçekçioğlu, 1985 yılında ise hızlandırılmış ve genişletilmiş aşı kampanyalarının başladığını dile getirdi. 2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) iktidara gelmesiyle Sağlıkta Dönüşüm Programı ile Aile Hekimliği Pilot uygulamalarının başladığını vurgulayan Çiçekçioğlu, 2010 yılında ise Toplum Sağlığı Merkezleri’nin kurulduğunu aktardı.
SAĞLIK BAKANLIĞI VE SSK HASTANELERİ
İTO Sağlık Komisyonu üyesi Doktor Osman Öztürk, Sağlık Bakanlığı ve SSK (Sosyal Sigortalar Kurumu) Hastaneleri’nin kuruluş sürecini anlattı. 1923 yılında Osmanlı İmparatorluğu’ndan; 3 devlet, 6 belediye, 45 özel idare, 32 özel yabancı ve ekalliyet hastanesi olmak üzere toplamda 86 hastane miras kaldığını söyledi. Sağlık Bakanlığı’nın hastane açmadığını ama il özel idare ve belediyelere örnek olması için, ‘numune’ hastanelerini açtığını aktardı. Öztürk, 1924 yılında Ankara, Erzurum, Diyarbakır ve Sivas olmak üzere dört tane numune hastanesinin açıldığını ifade etti. Memleket hastanelerinin 47’sinin 1953 yılında özel bir kanunla, Muvazenei Umumiye’ye (Genel Bütçe ve Sağlık Bakanlığı’na) devrinin yapıldığını dile getiren Öztürk, devlet hastanelerinin döneminin başlamasıyla, 1960’lı yılların başında eğitim ve araştırma hastanelerinin ortaya çıktığını söyledi. “
1949 yılında açılan Nişantaşı Hastanesi’nin, ilk SSK hastanesi olduğunu belirten Öztürk, 1950’lili yıllarda birçok SSK hastanesinin açıldığını vurguladı. Öztürk, “1961 Anayasası ile sağlık, devletin yükümlülüğüyken 1982 Anayasası’nda ise devlete organize etmek ve gerektiğinde de genel sağlık sigortası kurmak olarak düzenleniyor” şeklinde konuştu. AKP’nin iktidara gelmesi ve Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın görüşülmesiyle ‘bütün hastaneleri elimizden çıkaracağız’ konuşmasının yapıldığını kaydeden Öztürk, “Ahmet Necdet Sezer’in bu ülkeye yaptığı en büyük faydadır, veto etti ve geri gelmedi” dedi. 2005 yılında SSK Sağlık Kurumları’nın tasfiye edildiğini ifade eden Öztürk, “Yıllar içerisinde büyük bir yetmezliğe sürüklenmişti, sigortalı nüfus ve hasta artmış, hekim sayısı ve binalar yetmiyordu. Ama asıl tasfiye gerekçesi, genel sağlık sigortası denilen finansman sistemini kurabilmek. Çünkü, SSK kendi sağlık hizmetini kendi üretiyordu” şeklinde konuştu. Kamu Özel Modeli ile kurulan Şehir Hastaneleri’nin, neredeyse şehir dışına kurulduğunu dile getiren Öztürk bu hastanelerin projeyi yapanlar için dahil olmak üzere rant kaynağı olduğunu söyledi.
ÜNİVERSİTE HASTANELERİ
TTB eski başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel, sempozyumda Üniversite Hastaneleri hakkında bilgi verdi. İlk modern tıp fakültesinin, 1933 yılında İstanbul Tıp Fakültesi olduğunu aktaran Tükel, “Osmanlı’dan geçmişi olan bir fakülte biliyorsunuz, 14 Mart 1827’de Mekteb-i Tıbbıye-i Şahane olarak açılıyor, iki darülfünun dönemi var” dedi. Tükel, “1945 yılında Ankara, 1955 yılında Ege, 1963 yılında Hacettepe tıp fakülteleri açılıyor. Burada dikkatimizi çeken, ilk başta üniversite hastanesi oluşmuş değil, örneğin kliniklerin bir kısmı farklı hastanelerde yapılıyor” açıklamasını yaptı. 1970 yılına kadar, dokuz tıp fakültesinin olduğunu vurgulayan Tükel, bu sayının 2008 yılında 66’ya ulaştığını belirtti. Tükel, “2002 yılında AKP’nin iktidara geldiği yıl 50 tıp fakültesi vardı, şimdi ise 119 tıp fakültesi var” dedi.Fakültelerin açılma hızıyla üniversite hastanelerinin açılma hızı arasında tezatlık olduğunu ifade eden Tükel, AKP döneminde 69 tıp fakültesinin açılmasına rağmen, 2 tane üniversite hastanesi hizmete girdiğini söyledi.
DÖNER SERMAYE
Tükel, konuşmasına şöyle devam etti: “2547 Sayılı Yasa’da ‘Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi’ olarak tanımlanan üniversite hastanelerinin genel bütçe payları azaltılarak, döner sermaye gelirlerine mahkûm bırakılıyor, bir sağlık işletmesi modeli yerleştiriliyor aynı Sağlık Bakanlığı hastaneleri gibi. Bu performans sistemi, işletme sistemi ayakta kalmak için daha çok hasta bakmaya ve ameliyat işlemi yaptırmayı gerektiriyor. Bunlarla eğitim ve araştırma geri plana bırakılıyor. Gelirlerle giderler karşılanmadığı için borçlar ödenemiyor, hizmet vermekte zorluk çeken üniversite hastaneleri ‘Birlikte Kullanım Protokolleri’ ile yüksek öğretim kurumu olmaktan uzaklaştırılarak, Sağlık Bakanlığı’na bağlı hizmet hastanelerine dönüştürülüyor”.
ÖZEL HASTANELER
İki dönem İstanbul Tabipler Odası yönetim kurulunda görev yapan ve şu anda Sağlık Politikaları Komisyonu’nda yer alan Güray Kılıç, özel hastaneler hakkında bilgi verdi. Kılıç, sistemli teşvikler ve SGK’dan (Sosyal Güvenlik Kurumu) hizmet alımı yoluyla, kamu kaynağının özel sektöre aktarıldığını ve özel hastanelerin ülke geneline yaygınlaştırıldığını söyledi. Genel Sağlık Sigortası ile tüm yurttaşların ‘potansiyel müşteri havuzu’ oluşturduğunu aktaran Kılıç, kamu sağlık kurumlarının çökertildiğini ve denetimsiz ‘ilave ücret’ mekanizması ile sermaye birikiminin ileri boyuta taşındığını dile getirdi. Sağlık Bakanlığı’nın özel özel hastanelere, mevzuat değişiklikleri ile sürekli müdahale ettiğini, çalıştırılacak hekim sayısı, yatak sayısı ve hekimlerin çalışma biçimlerini belirlediğini ifade eden kılıç, “Bu şekilde, özel hastanelerin ülke sathına yayılmasına ve yatak kapasitelerinin daha da artmasına, hastane zincirleri oluşmasına ve yabancı sermaye oranının artmasına yol açmaktadır” dedi.
“TTB’NİN SAYGINLIĞI HEP OLACAK”
İki gün süren sempozyumunun son oturumunda; yürütücülüğü TTB eski başkanı Prof. Dr. Özdemir Aktan, TTB eski başkanı Selim Ölçer ile iki dönem İTO başkanlığı yapan ve Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi eski başkanı Prof. Dr. Gençay Gürsoy yer aldı.
Tabipler Odası Karasına ilişkin konuşan Özdemir Aktan: “TTB’ye yapılan saldırıyı hiçbirimiz şaşırtıcı bulmuyoruz. TTB’nin Türkiye’de ayrı bir konumu, güvenilirliği, saygınlığı ve iktidarların hoşuna gitmeyen söylemleri olduğu için TTB’ye saldırı hep olacaktır. Bu saygınlık kan ve gözyaşı içinde elde edildi diyebiliriz. Çünkü TTB Merkez Konseyi’nde görev alıp da mahkeme ziyaretinde bulunmayan yoktur diye tahmin ediyorum. Yalnız son yıllarda iş mahkeme ziyaretinden daha ilerilere taşınmaya başlandı, gözaltına alınmalar ve en son görevden almaya kadar giren bir süreç yaşadık”.
Selim Ölçer ile Gençay Gürsoy, TTB günlerindeki hareketlerini ve mücadelesini anlattı. Ölçer, “Hekimlerin mesleklerine ve onurlarına layık düzenin sağlanması için, bizim halk ve özgürlüklerimizi, vatandaşın hak ve özgürlerini sonuna kadar savunmamız lazım” dedi. Gürsoy, “Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki TTB, halk sağlığı derslerinde bile okutulan ‘Savaş bir halk sağlığı sorunudur’ şiarı, bu siyasi iktidarın aleti haline getirilen yargı tarafından, TTB’nin suçlanmasına ve hepimizin cezalandırılmasına gerekçe olarak, ağırlaştırıcı sebep olarak ortaya kondu” dedi.