Kuruluşunun 98. yılında cumhuriyetin ‘çarpık’ geliştiği eleştirilerinden bugüne nasıl gelindiğine, AKP döneminden şu anda cumhuriyet fikrinin yükselişine kadar birçok konuyu, tarihçi, araştırmacı Dr. Barış Zeren ile konuştuk.
Cumhuriyetin bugün halk tarafından kurucu kadrolardan bile fazla sahiplenildiğini söyleyen Dr. Zeren, “Ama henüz ‘nostaljik’ bir sahiplenme bu” diyor. Zeren, 2023’teki ikiliğin de İslamcılıkla, eşitlik, özgürlük, kardeşlik idealleriyle tazelenmiş, toplumun çıkarlarına göre örgütlenmiş yeni bir cumhuriyet arasında olacağını söylüyor. Zeren ayrıca bazı liberal ve muhafazakâr çevrelerin ortaya attığının aksine cumhuriyetin tepeden zembille inmediğini, kurulduğunu örneklerle açıklıyor.
* Cumhuriyet hangi şartlarda kuruldu? İslamcı ve liberallerden sürekli “çarpık” bir şekilde yaşandığına dair eleştiriler var. Bu konuda neler söylersiniz?
Sorunuzdaki “çarpık” ifadesi, cumhuriyete yönelik liberal eleştiri furyası içinde çok karikatür bir çalışmanın başlığıydı. Şimdi kendi kendini imha etmiş bir paradigma bu. Cumhuriyet, kuruluşundan bu yana çeşitli ideolojik, politik hücumlara uğradı. Bunların en sonuncusu da 90’lı yıllardan itibaren yayılan, 2000’lerde siyasal iktidarın da benimsemiş olduğu liberal-muhafazakâr taarruz. 90’larda buna eleştirel yaklaşım da deniyordu. Bu, 1960’lı yıllardan itibaren İdris Küçükömer’in ördüğü tezlerin Soğuk Savaş sonrası sosyal bilimlerde küresel ölçekte yaşanan paradigma değişimiyle buluşması sonucu giderek güçlenmiş bir dalgaydı.
Kabaca özetlersek, bu teze göre “cumhuriyet halka yabancı bir Batıcı elitin el çabukluğu, jakobenizmi, dayatmacılığıydı”. Kısacası “tepeden inmeydi”. Bu arada, cumhuriyete eşlik eden ulus-devlet kuruluşu da çeşitli etnik-dinsel kimlikleri bastırması bakımından totaliter olarak damgalanıyor, hatta faşizmle yer yer eş tutuluyordu.
İslamcılığın söz konusu liberal-muhafazakâr taarruzun da desteğiyle Atatürkçü kurumları çökerterek ülkeyi sürüklediği hal, anayasasızlık, kurumsuzluk, eşitsizlik ve tabii baskıcılık karşısında artık bu liberal-muhafazakâr bakışın iflas ettiği, bir dönemki savunucularınca da kabul ediliyor. İşte son tartışmalarda geçen ifadelerle, bu eleştirel paradigmaya “post-kemalizm” diyorlar ve şimdi bir “post-post-kemalizm” arayışındalar.
“CUMHURİYET, EVRENSEL YIKIMA YANITTI”
* Cumhuriyet fikri 'aniden' mi gelişti sizce?
Cumhuriyet dünya tarihinde ilginç bir dönemde ortaya çıktı. Aslında aniden demek bile mümkün, bir iki yıl içinde ülkenin bu yöne evrildiğini söyleyebiliyoruz ki burada elbette Mustafa Kemal Atatürk’ün rolü söz konusu.
Birincisi, cumhuriyet bir büyük ve evrensel yıkıma yanıt olarak doğdu. Birinci Dünya Savaşı’ndan söz ediyorum. Buradaki yalnızca Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü değil, koskoca bir 19. yüzyıl kalıp ve kurumlarının çöküşüdür. Bu savaş, 19. yüzyıl siyasetçilerine, entelektüellerine ilham vermiş bir uygarlık ufkunun, mevcut Batı modelinin çöküşünü ifade ediyordu. Cumhuriyet bu kesişimde doğdu.
Düşünelim; Cihan Harbi’nden önce, diyelim 1913 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nda bir devlet kadrosu açısından “cumhuriyetçi” olmak, istisnai, hatta biraz maceracı bir tutumdu.
Mustafa Kemal’in, yeni kurulacak ülkenin de bir cumhuriyet olacağına dair ilk sözlerini 1919 yılında, henüz kongreler döneminde ettiği hatıratlarda anlatılır. Ama bu henüz gizli tutulması gereken bir bilgidir. Nutuk’ta Mustafa Kemal’in ifadesiyle, ‘Milli Sır’. Çünkü kurtuluşun diğer önderleri, özellikle Amasya Tamimi’ndeki paşalar cumhuriyet fikrine hazır değiller.
* Peki, Mustafa Kemal Atatürk’te cumhuriyetin mümkün olduğuna ilişkin bu fikri uyandıran neydi?
Hiç kuşkusuz, Birinci Dünya Savaşı sırasında ortaya çıkan halk ayaklanmaları. Bunlardan en ünlüsü Rusya’da Ekim Devrimi’ydi. Almanya’da da savaş, Kayzer’in çöküşü ve halk hükümetçikleri eşliğinde cumhuriyetin doğuşuyla sona ermişti. Balkanlarda da benzer bir durum gözlenebilir.
Osmanlı için de aynısı geçerlidir. Osmanlı savaşta çökünce, 1918-1920 arasında her tarafta halk hükümetçikleri, kongre iktidarları kurulmuş durumda, Bülent Tanör, 30 kadar milli kongre saymış. Bunlardan halk hükümetçikleri ve ‘şura’. Yani Rusçasıyla sovyet. İlk meclisin de bir ‘sovyet’ usulü örgütlenmesine yönelik tartışmalar var. Yani ünlü ifadeyle, ‘ilk padişahsız savaşımıza’ Kurtuluş Savaşı’na böyle giriyoruz. Demek, liberal-muhafazakâr taarruzun ortaya attığının tersine, cumhuriyet tepeden zembille inmiş değil. 1918-20 süreci, saltanatın yalnızca Anadolu’da fiilen ortadan kalkmış ama sosyal statüko aktörleri, aşiretler, dini örgütlenmeler, eski bürokratlar, komutanlar tarafından hâlâ talep edilen bir ‘bakiye’ makam olduğunu göstermiş. Bundan sonrası, Mustafa Kemal’in politik zekasıyla cumhuriyetin önünü adım adım açması ve 1923 sonrası da Anadolu’daki sosyal statükoyu yıkmak üzere giriştiği devrimlerin tarihidir.
“MECLİS SÜS HALİNE GETİRİLDİ”
* Özellikle 20 yıllık AKP iktidarıyla tartışılan bir olgu var. Cumhuriyet fikri, ideolojisi, varlığı ‘çalındı’ mı sizce?
Bugün bir cumhuriyetten, ancak içi boş bir kabuk olarak söz edilebilir. İktidar babadan oğula geçmiyor diye buna cumhuriyet diyeceksek, diyelim. Cumhuriyet, bu teknik terimden fazlasıdır. Eşitlik, özgürlük, kardeşlik idealleri etrafında örgütlenmiş bir kurumsal-hukuksal düzen, Anayasal yapıdır. Halkın karar alma ve yönetime katılma süreçlerinin genişletildiği bir sistem. Elbette dünyada Batı demokrasileri dahil, bunları tam olarak uygulamış bir rejim bulmak zor ama bir cumhuriyet varsa, bunlar normdur, kurucu ilkedir, siyasetin kılavuzlarıdır.
Türkiye’de meclisin 2017 sonrası resmi planda bile süs haline getirilmesiyle birlikte artık bunlardan söz edilemeyeceği netleşti. Bunun adını koymak karamsarlık değil, sorunu teşhis etmek açısından önemli.
* Bugüne nasıl geldik öyleyse?
Burada asırlık cumhuriyet tarihini hakkıyla özetlemek mümkün olmaz. Ama 1960’lar aydınının buna bir cevabı var ve bu cevabın bugüne ışık tuttuğunu söyleyebilirim. 1960’lar aydını, cumhuriyetin kuruluşunda söz ettiğim sosyal statükonun kırılmadığını söylüyor ve o yüzden ikinci Kuvva-i Milliye bayrağı açıyordu. 1923 cumhuriyeti, Mustafa Kemal’in ve kurucu aydınlarının deyişiyle, toplumsal devrimi, ‘içtimai inkılabı’ yapamadı. Onun yerine, eski statükoyu yeni rejimde yaşatma kolaycılığı ve özel çıkarları genel çıkarın üzerinde tutma, yani sınıfsal hırslar tarihe damgasını vurdu. 1960’lı yıllar bu anlamda bir kavşak noktasıydı. 12 Mart 1971 ile birlikte, Türkiye yönetici sınıflarının bu kavşakta cumhuriyet normlarını dışlayacak, cumhuriyeti adım adım tahrip edecek bir yola girdiklerini gördük.
“YENİ BİR CUMHURİYETÇİ DALGA”
* Cumhuriyet fikri, Atatürk’te cisimleşen siyasal hat bugün hiç olmadığı kadar benimseniyor. Bunu neye bağlıyorsunuz? Cumhuriyetin 100. yılına girmek üzereyken Türkiye nasıl bir değişimin arifesinde sizce?
Cumhuriyetin yüzüncü yılına yaklaşırken, artık kabuk haline gelmiş cumhuriyet sistemi açısından bir kavşak noktasına da yaklaşıyoruz. İktidarda Türk-İslam sentezi olarak özetleyebileceğimiz koalisyon, cumhuriyetin ilk yıllarındaki bir tartışmayı ara sıra diriltiyor: Bir tür hilafet. Böylelikle uluslararası sistemde koz elde etmek, sınır ötesi İslam dünyasını politik çıkar ve pazarlıklarına dahil etmek. Olası bir 2023 başarısının bu yönde nihai bir ateşleyici olacağı gerçek. Öte yanda ise aslında cumhuriyeti kuran kadroların bile sahip olmadığı bir üstünlüğü var cumhuriyetin: Halk.
2003’ten beri İslamcı iktidara karşı yükselen halk tepkileri, kanımca Türkiye halkını bu tarihi temsil karşısında aklamıştır. Cumhuriyet mitinglerinden başlayan, Gezi’ye ve seçimlerdeki stratejik oylara, Boğaziçi’ndeki öğrenci direnişine uzanan, kuşak kuşak, farklı kesimlerden halkın yerleşmekte olan İslamcı hukuksuzluğa tepkiyi bilinçle ve ısrarla sürdürdüğünü görüyoruz. Bu tepkisellik, cumhuriyete ve Mustafa Kemal başta olmak üzere cumhuriyetin kurucu figürlerine yönelik bir sahiplenmeyle eşgüdümlü gidiyor. Ama henüz ‘nostaljik’ bir sahiplenme bu. Bu haliyle ham ve somut siyasete yön verebilecek dinamizme sahip değil. Bunu güncel, dinamik bir program haline getirmek ise entelektüel, siyasal kadroların işi.
Bir formülle söylersek, 2021 yılında Türkiye’de halk nicel ve nitel olarak tarihte hiç olmadığı kadar cumhuriyetçidir, siyaset sınıfı ise tarihte hiç olmadığı kadar tutucu ve dinseldir. Bu da talihsizlik değil, çok mantıklı. Aslında Türkiye’nin dümeninde oturan sınıflar, halktaki bu cumhuriyetçi uyanışın dizginlenmesini çıkarlarına uygun görüyorlar. Çözümün bu manzarada kendini gösterdiği kanısındayım: Mevcut siyaset sınıfını toptan bir kenara iterek bu cumhuriyetçi kitlesel duyarlılığın önündeki barajları kaldıracak yeni bir cumhuriyetçi dalga...