Deli Fuad Paşa Bahçesi

Geçtiğimiz ay hayata veda eden Kadıköylü araştırmacı-yazar Dr. Müfid Ekdal’ın “Kapalı Hayat Kutusu Kadıköy Konakları” adlı kitabından bir yazıyı sizlerle paylaşıyoruz.

14 Ağustos 2014 - 14:23
Geçtiğimiz ay hayata veda eden Kadıköylü araştırmacı-yazar Dr. Müfid Ekdal’ın “Kapalı Hayat Kutusu Kadıköy Konakları” adlı kitabından bir yazıyı sizlerle paylaşıyoruz. Dr. Ekdal, bu yazısında, Gazete Kadıköy’ün 10 yıl süreyle hazırlandığı Feneryolu’ndaki tarihi binasının geçmişi hakkında da bilgi veriyor. Bu yazı vesilesiyle Gazetemizi yazdığı yazılarla renklendiren Dr. Ekdal’ı rahmetle anıyoruz....

Haydarpaşa’dan kalkan tren Feneryolu’nda makas değiştirdikten sonra istasyon binasının arkasından, bugünkü sabit pazarın bulunduğu yerden ve Bağdat Caddesi’nden geçip Ayanoğlu Caddesi’ni boydan boya takip ederek Fenerbahçe’deki tren istasyonuna ulaşırdı. Bu hatta Fenerbahçe tren yolu denirdi.1850’li yıllarda Kadıköy’ün mesire yerlerinden biri olan Fenerbahçe’ye ancak yürüyerek veya at arabasıyla gidilebiliyordu. Varlıklı Levanten bir zümre bu yöne yerleşmeye, yazdan yaza gelip oturdukları villaları yaptırmaya başlamışlardı. Bu ulaşım eksikliğini gören Sultan Aziz daha önce de sözü edildiği gibi, 1872 yılında bir Avusturya firmasına Fenerbahçe demiryolunu yaptırarak sadece yazları işleyen bu hattı halkın hizmetine açmıştı.
Ayanoğlu Caddesi’ni takip eden demiryolunun sağ tarafındaki dikdörtgen şeklindeki büyük bahçeye Deli Fuad Paşa Bahçesi denirdi.

"DELİ FUAD PAŞA ARAZİYİ 1900 YILINDA SATIN ALDI"
Deli Fuad Paşa (1835-1931) İncirköylü Müşir Hasan Paşa’nın oğluydu. İlköğrenimini Mısır’da yaptıktan sonra ortaöğrenimini İstanbul’da tamamlayarak tekrar Mısır’a dönüp Harp Okulu’nu bitirmiş ve albaylığa kadar yükselmişti. İstanbul’a gelen Albay Fuad, Osmanlı ordusunda görev almış, 1872’de Arnavutluk ve Kerkük’te çıkan isyanları bastırmış, Karadağ cephesinde ve Osmanlı-Rus Savaşı’nda kumandanlık yaparak müşirlik rütbesine yükselmişti. Bu yıllarda Osmanlı tahtındaki 2. Sultan Hamid’e yaverlik yapan Fuad Paşa’nın Avusturya ve Rusya sefirliğine atandığını görüyoruz.Paşa İstanbul’a döndükten sonra hiçbir zaman beğenmediği Sultan Hamid idaresini tenkit etmeye, bu kanaatlerini çekinmeden söylemeye başlayınca sarayın sıkı takibine alınmış ve adeta nefes alamaz bir hale gelmişti. Günün birinde jurnalcilerle Fuad Paşa’nın arasında çıkan silahlı bir çatışma dallanıp budaklanarak padişahı devirme şeklinde manalanmış ve Fuad Paşa mahkemeye verilmişti. Çıkan karar idamdı.
Ancak Sultan Hamid bu cezayı sürgüne çevirerek Fuad Paşa’yı Şam’a sürgüne gönderdi. Fuad Paşa’nın Şam’daki sürgün hayatı kesintisiz altı yıl sürdükten sonra ancak 1908 yılında Meşrutiyet’in ilanıyla İstanbul’a dönebildi.Fuad Paşa, Osmanlı Meclisi Mebusanı’nda ayan azası olmuş ve Balkan Savaşı’nda Çatalca’ya kadar gelen Bulgar ordusuna karşı ikinci müdafaa cephesini kurmuştu.
Fuad Paşa milliyetçi bir insandı. Anadolu’da başlayan Kurtuluş hareketini desteklemiş, Sivas Kongresi’nin muhtırasını Sultan Vahideddin’e vererek Damat Ferid kabinesini düşürmüştü.
Hayat hikâyesine çok kısa olarak değindiğimiz Fuad Paşa evvelce sınırlarını çizdiğimiz araziyi 1900’de satın alarak hiçbir zaman bitmeyen, bitenlerin de bazılarını beğenmeyip yıktırdığı inşaatlara başlamıştı.
Üzeri demir parmaklıklı yüksek duvarlarla çevrilen Fuad Paşa bahçesinin birisi Kadıköy gazetesinin (Gazete Kadıköy) çıktığı binanın önünde, diğeri Fuat Paşa Caddesi’nde, üçüncüsü Fener-Kalamış Caddesi’nde olmak üzere çift kanatlı demir kapıları vardı. Yine Fuad Paşa Caddesi’ne açılan diğerlerinden biraz daha küçük, demirden yapılmış bir dördüncü kapısı daha vardı. Kapıların monte edildiği yerler taş işlemeli, kırmızı tuğla motifli, kalın, sağlam sövelerdi. Ağır demir kapıların altındaki küçük tekerlekler demirden yapılmış yarım dairelerin üzerinden dönerek açılırdı.

"DEMİRYOLU YAPILIYOR"

Feneryolu’na giden tren hattı yapılırken düşük olan arazi doldurularak seviye ayarlandığından Fuad Paşa’nın 1900’de aldığı arsa hattan biraz alçakta kalmıştı. Demiryoluna paralel yaptırılan parmaklıklı duvarın iç tarafındaki bahçeye iki sıra kestane ağacı dikilip ceviz büyüklüğünde taşlar dökülerek yol yapılmıştı. Bahçeye yapılan serpantin biçimindeki çok uzun, kıvrımlı, ortasında bir adası olan ve son kısmındaki oldukça geniş havuza, yapay kayalardan sular akardı. Bu büyük ve uzun havuzun derinliği bir adam boyundan fazlaydı. Bazı yerlerine ağaç taklidi beton körüler yerleştirilmiş, havuzun ortasındaki adaya renk renk mevsim çiçekleri dikilmişti. Paşa ve aile bireyleri havuzda motorla gezerlerdi. Fener-Kalamış Caddesi’ne yakın köşeye projektör kulesi yapılmıştı. Geceleri bir jeneratör çalışarak tüm bahçeyi ve civarı aydınlatırdı.Projektör kulesinin yanında bir Çin köşkü vardı. Ustaca yapılmış bu köşk bir mihver üzerine yerleştirilmişti. Her cephesi başka desenlerle süslü olan bu köşkü Paşa’nın adamları zaman zaman kalın sopalar sokarak kendi ekseni etrafında döndürürlerdi.
Arabaları, atları, ahırları, yan yana yapılmış personel odaları olan köşke Fuad Paşa Ailesi yazdan yaza otururdu. Fransız bir bahçe mimarı ve yardımcıları bahçeyi düzenlemekle görevlendirilmişlerdi. Fuad Paşa bahçenin ortasına çok büyük bir bina yapmaya kara vermiş, taş bina ortaya çıktıktan sonra, bir sebeple yarım kalan üzeri geçici olarak bir çatıyla kapatılmıştı. Bahçe ve binalar kısmen tamamlanınca Paşa, civar halkı davet ederek dondurma, şerbet, limonata ve kurabiye ikram etti.
Mükemmel Fransızca ve Arapça bilen Fuad Paşa, çocuklarını Saint Joseph Lisesi’nde okutmuştu. Savaşlarda gösterdiği cesaret ve ataklığı sebebiyle adı “Deli”ye çıkan Fuad Paşa aynı zamanda sözünü esirgemeyen bir adamdı. Halk arasında “Hünkâra bile kafa tuttu!” diye söylenirdi. Kimse yalnızca Fuad Paşa demez, mutlaka lakabıyla anılırdı.Bağdat Caddesi ile Kadıköy gazetesinin çıktığı, bir sanat eseri kadar güzel bina arasındaki yola hala mevcut olan ve sayıları gün geçtikçe azalan kalın çınar ağaçlarını Deli Fuad Paşa diktirmişti. Bahçe kapısının girişinde bulunan iki katlı, üstü teraslı binada ilk zamanlar askerler sonraları bekçiler oturtulmuş, böylece köşkün emniyeti sağlanmıştı. Binanın altından geçen Borudan temin edilen su devamlı akar, bahçenin su ihtiyacını karşılar, havuzu doldururdu. Fakat bu suyun nereden geldiğini kimse bilmezdi.Bahçe duvarının yanından geçen tren hattının sol tarafına Deli Fuad Paşa’nın kızı Münevver Hanım için yapılan, zemin katı hariç üç tam katlı, ahşap, beyaz boyalı bir ev vardı. Önü mermer merdivenli, pencereleri panjurlu, saçakları ve balkon korkulukları oymalı yapı küçük bir saray yavrusu görüntüsündeydi. Köşkün etrafı yüksek duvarlarla çevrilmişti. Civarda başka aile olmadığı için Fuad Paşa’nın ve İshak Paşa ile evli olan kızı Münevver Hanım’ın yaşantısı herkes tarafından ayrıcalıklı olarak bilinirdi. 
Münevver Hanım son derece terbiyeli, görgülü, mükemmel Fransızca konuşan, piyano çalan dönemin en iyi yetişmiş hanımefendilerindendi. Doğrusu Deli Fuad Paşa’nın çocuklarına verdiği eğitim her hususta mükemmeldi. Kendisi de öyle yetişmişti. Hemen hepsi aldıkları eğitimi, edindikleri kültürü hazmetmiş insanlardı.

"HASAN AMCA FUAD PAŞA'YI ANLATIYOR"
Burhan Felek’in arkadaşı olan Hasan Bey’in soyadı Amca idi. Doğmayan Hürriyet ve Nizamiye Kapısı isimli kitapların yazarı olan Hasan Amca şöyle bir olayı anlatarak Deli Fuad Paşa Ailesinin görgü farkını belirtmişti: “Ben Tıbbiye’nin üçüncü sınıfında iken hürriyet ilan edildi. Diyebilirim ki, hürriyeti Tıbbiyeliler ilan etmiştir. Hürriyetle beraber öyle bir heyecan oluşmuş, öyle bir hava esmeye başlamıştı ki, bu reform içinde benim gibi birçok öğrenci de hürriyet fikrinin cazibesine kapılarak, okulu terk edip İttihat ve Terakki Fırkası’nın içinde yer almayı bir yaşam tarzı olarak seçmiştik. Bir heyecan, bir umut bizim kuşağı sarmış, adeta kıskacına almıştı. Sanki dünyayı biz yeniden kuracak, bu yeni dünyada en başta da bizlerin yeri olacaktı.Ataklığı, cesareti, Sultan Hamid’e kafa tuttuğu için altı yıl Şam’da sürgün hayatı yaşadığını bildiğimiz Deli Fuad Paşa’yı aramıza almayı aklımıza koymuş, bir arkadaşımla Paşa’nın Feneryolu’ndaki evine gidip, biraz da yüksekten konuşmayı kararlaştırmıştık.Bu düşünce ile Paşa’nın konağına gittik.Kapıyı bir hizmetkâr açtı. Çok geniş, adeta salon gibi bir hole alındık. Burada bizi sonradan Paşa’nın oğullarından biri olduğunu öğrendiğimiz gayet şık giyimli, son derece terbiyeli, o derece vakur bir genç ayakta karşıladı. Ziyaret sebebimizi anlatmaya başlamıştık ki, merdivenin üst basamağında Deli Fuad Paşa göründü. Oğluna Fransızca sordu. Oğlu son derece saygılı ve nazik bir şekilde Fransızca cevaplandırdı. Bulunduğumuz mekânın kıymetli ve zevkli möblelerle döşenişi baba oğul arasındaki saygılı diyalog, evin havası, bizden farklı, bizden üstün bir kültür ve yaşantı ile karşılaştığımızı hissettirmiş, bir iki dakika içinde tuhaf bir eziklik duygusuna kapılmıştık. Ne söyleyeceğimizi hem unuttuk hem de şaşırdık. Konağa gelirken gençliğin verdiği heyecan ve ataklık gitmişti. Her hususta bizden üstün olan insanlara söyleyecek şeyimiz kalmamıştı.Savaşlara girmiş, ataklığı ile ün salmış, Hünkâra karşı geldiği için altı yıl sürgün hayatı yaşamış Fuad Paşa’nın karşısında biraz ezilip büzüldükten sonra bir nezaket ziyareti için geldiğimizi söyleyip müsaadesini alarak kaçar gibi ayrıldık.Dönerken benim ve arkadaşımın kafasında bu eğitim ve kültür farkının verdiği inferiorite hissi ön plana çıkmıştı. Hâlbuki bizim kuşak Hürriyet-Adalet-Müsavat teraneleri ile okulları bırakıp sokaklara düşmüştü. Benim de gönlümde bu kadar büyük bir ideal varken doktor olmayı, Tıbbiye’ye devamı bir daha başlamamak üzere terk etmiştim.İşte Deli Fuad Paşa ile böyle bir temasım olmuştur.” 31 Mart Olayı ile İstanbul’a gelen Hareket Ordusu Sultan Hamid’i tahttan indirmiş, hazırda bekleyen İttihat ve Terakki Fırkası memleketin yönetimine el koymuştu. Bundan sonra savaşlar birbirini izlemiş, 1. Dünya Savaşı’nı müteakip Osmanlı İmparatorluğu parçalanmıştı. İşte bu günlerde Deli Fuad Paşa’nın ittihatçılara söylediği şu sözler çok düşündürücüdür:
“Ben, Sultan Hamid’in en çok hışmına uğrayanlardan biri olmama rağmen sizlere şunu söylemek isterim. Sultan, Osmanlı İmparatorluğu’nun artık çökeceğini anlamış, hiçbir şeyin bunu durduramayacağına da inanmıştı. Fakat bu feci akıbetin kendi döneminde değil, sizlerin elinden olmasını istedi. Emrinde Birinci Ordu gibi iyi yetişmiş bir kuvvetin bulunmasına rağmen etrafındakilerin bütün yalvarmalarını dinlemedi ve Hareket Ordusu’na karşı koymadı. Adeta tahttan indirilmesini kendi istedi ve işin vebalini sizlere bıraktı.” Deli Fuad Paşa’nın çocuklarından biri olan Hulusi Fuad Togay, Saint Joseph Lisesi’ni ve tıp fakültesini bitirerek doktor olmuştu. Bir yıl kadar doktorluk yapan Hulusi Fuad Bey hariciye mesleğini seçip, hekimlikten ayrıldı. Mahmut Muhtar Paşa’nın kızı Emine Hanım’la evlenip önemli devletlerde Türk elçiliği yaparak kariyerinin zirvesine ulaştı. Eşi Emine Hanım da ana dili gibi beş lisan konuşurdu. Gittikleri ülkelerde Türkiye’yi en iyi şekilde temsil ettiklerine dair herkes tarafından bilinen bilgiler vardı. 

"YABANCI ASKERLER FENERYOLU'NDA"
1.Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu yenilmiş, 16 Mart 1920’de İstanbul, İngiliz-Fransız ve İtalyan orduları tarafından işgal edilmişti. Daha önce de sözü edildiği gibi, İngilizler Deli Fuad Paşa’nın bahçesini karargâh yapmış, etekli İskoç neferleri bütün binaları doldurmuştu. O yıllarda Paşa’nın kızı Münevver Hanım’ın köşkü, Muradı Hamis İptidai Mektebi, yani Beşinci Murad İlkokulu olarak kullanılıyordu. Okulun bahçe duvarlarının dışındaki arsaya barakalar kurularak Hintli askerler yerleştirilmişlerdi. Bu sarıklı askerler bahçe duvarlarına tırmanıp, çocukları korkutuyorlardı. Deli Fuad Paşa’nın bahçesinden devamlı gayda sesleri geliyor, demir kapıların önünde süngülü neferler nöbet tutuyorlardı. Askerlerin at eti yediğine dair söylentiler civar halkını rahatsız ediyordu. Esasen buradan geçmek yasaklanmıştı. Hâlâ Kadıköy gazetesinin (Gazete Kadıköy artık Kadıköy Belediyesi’nde) çıktığı binaya da İngilizler yerleşmişti. Civar halkına huzursuzluk ve korku veren düşman kuvvetleri üç yıla yakın Deli Fuad Paşa’nın bahçesinde ve diğer birçok köşkte kalmış, 3 Ekim 1923’te İstanbul’u terk etmişlerdi. Yıllarca içinde yaşadıkları güzelim köşkleri yakıp geride kocaman birer harabe bırakarak…İşgal kuvvetleri gittikten ve Cumhuriyet ilan edildikten sonra Fuad Paşa ailesi bir daha Feneryolu’na gelmedi. Elde kalan binalar temizlenip kiraya verildi. At meraklısı kimseler de ahırları kiraladılar. Bir süre böyle geçti. Bahçenin bir kısmını otlar bürüdü ve bunlar biçilip satıldı. Kapılar zincirlenip üzerine kocaman kilitler asıldı.Böylece Fuad Paşa Bahçesi kendi kaderine terk edilmiş oldu. Kuş avlamak isteyen çocuklar duvardan atlayıp içeriye giriyor, genç sevgililer de aynı yolu izliyorlardı.Deli Fuad Paşa’nın başlayıp iki kat çıktıktan sonra terk edilen taş binası orta yerinde bir türbe gibi duruyordu. Muhteşem havuzun suyu kurumuş, vaktiyle çeşitli çiçeklerle bezenmiş adanın üstünün otlar bürümüştü. Fırsat bulan, birkaç ağacı kesip götürüyor, kışlık odun yapıyordu. Projektör kulesi ve Çin köşkü çoktan yok olmuştu.1950’li yıllar geldiğinde Deli Fuad Paşa Bahçesi’ni Mehmet Beyazıt’ın satın aldığı öğrenildi. Parselasyon başladı, yollar açıldı, tonlar tutan demir parmaklıklar, çift kanatlı kapılar sökülüp satıldı. Havuz yok oldu. Evvela tek katlı villalar, binalar yapıldı. Otuz yıl geçince bunlar yıkılıp yerlerine apartmanlar, dükkânlar, bankalar inşa edildi.Deli Fuad Paşa’nın bahçesinden geriye sadece kapıcı köşküyle, sonradan kendi adının verildiği bir cadde kaldı.
 

ARŞİV