Depremzede kadınların sesi...

Depremzede kadınların seslerine ses olmak isteyen psikolog-müzisyen Asena Akan, “Duy Sesimi” adlı bir albüm hazırladı.

22 Ağustos 2024 - 11:41

Asena Akan hem bir psikolog hem de müzisyen.  Yıllardır müziğin iyileştirici gücünü kullanarak çalışmalar yürütüyor. Şimdi de kadınlarla yürüttüğü atölyelerden ilhamla “Duy Sesimi” adlı bir albüm hazırladı. Detayları Akan anlatıyor.

- Bir psikolog ve müzisyen olarak, uzmanı olduğunuz iki alanı birleştirdiğiniz bir proje bu. Fikir nasıl oluştu?

Yıllardır sahne performanslarım ve müzikal üretimlerim yanında müziğin iletişime alan açan, hastalıkları önleyen, iyileştiren, birleştiren yönünden faydalanarak farklı bedensel, zihinsel, duygusal, sosyal, kültürel yapıdaki ihtiyaç sahibi birey ve gruplara hizmet veriyorum. İnsanı bir enstrüman gibi ele alıp, müziği bedensel ve ruhsal hastalıkları önleyici ya da iyileştirici yönde kullandığım seanslar yapıyor; ‘Kendini Akord Et’ adı altında eğitimler, seminerler, atölyeler düzenliyorum. “Duy Sesimi” de toplumsal cinsiyet eşitliği konusundaki farkındalığı arttırmak ve kendilerine biçilen rol, sorumluluk ve davranış beklentileri nedeniyle “sesi bastırılan ve sessizleştirilen kadınlara” kendilerini özgürce ifade edebilecekleri bir alan açmak niyetiyle tasarladığım, CultureCIVIC Kültür ve Sanat Destek Programı kapsamında Avrupa Birliği tarafından destek alan bir proje. Projeyi benimle birlikte, alanlarında güçlü bulduğum sevgili arkadaşlarım Evren Özkan ve Gözde Şekercioğlu ile birlikte yürüttük. Gözde ile daha önce de kuruculuğunu üstlendiği Önemsiyoruz Derneği çatısı altında pek çok çalışmada birlikte yer almıştık. Bunlardan bende en çok iz bırakan 2018-2019 yılları arasında gerçekleştirdiğimiz Ceza İnfaz Kurumları’nda çocuğu olan kadınlara destek amaçlı “Anne-Çocuk Rehberliği” Programı’dır. Programın müzikle iyileşme tarafındaki eğitmen olarak gerçekleştirdiğim atölye sonrasında kadınların sözlerinden ilhamla Sevda Umut Olsaydı adlı eseri besteledim. Program sonunda da ceza infaz kurumu çalışanları ve dernek gönüllülerinden oluşan bir orkestra kurup mahkum kadınlara yönelik bir konser düzenledik. Konserde türküler yanında, Sevda Umut Olsaydı’yı kadınlarla birlikte seslendirdik. O konser hayatımdaki en yüksek enerjili duyguları hissettirdi bana. Müziğin zamandan, mekandan bağımsız, iyileştiren, birleştiren, eşitleyen tarafını somut ve hızlı biçimde deneyimleme fırsatı verdi. Sonrasında pandemi döneminde online çalışmalarda dahi müziğin güçlü etkisini yaşamış biri olarak, kadınlara yönelik atölyeler düzenleyip seslerini müzikle ulaştırma fikri yer etti bende. “Duy Sesimi” de aslında bu ısrarlı niyetin bir sonucu diyebilirim.

- Yola İstanbul’daki kadınlarla çalışmak üzere çıktınız ama deprem herkesi olduğu gibi projeyi de sarstı sanırım. Nasıl ilerledi süreç?

Projeyi başlangıçta İstanbul, Adana ve Hatay illerini kapsayacak şekilde kurgulamıştık. Ekip arkadaşlarımla birlikte bu 3 ilde farklı yaş gruplarından kadınlarla liderliğini yürüttüğüm müzik atölyeleri gerçekleştirecektik. İstanbul atölyelerini yaptıktan sonra senin de dediğin gibi ne yazık ki hepimizi derinden sarsan deprem gerçekleşti. Biz de Adana atölyeleri ardından Hatay’daki öncelikli ihtiyaçların farklılaşması nedeniyle yönümüzü Gaziantep’e çevirdik. Herkes için zorlu bir süreçti ancak meslek hayatımın başında, İstanbul Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak çalışırken, 1999 Gölcük depreminde sahada hizmet vermiş birisi olarak idmanlı olmam sürece adaptasyonumu hızlandırdı. Deprem sonrasında özellikle Gaziantep Nurdağı Konteynır Kent’te gerçekleştirdiğimiz atölyeleri oradaki kadınların ihtiyaçlarına göre şekillendirdim. Başlangıçta “Duy Sesimi” adıyla çıktığımız yolda depremle özdeş “Beni Duyuyor Musun?” sesiyle buluştuk demek yanlış olmaz.

- Atölyeler hangi zamanlarda/nerelerde/kaç kadınla yapıldı? Temel amaç ve izlek neydi?

İstanbul, Adana ve Gaziantep olmak üzere 3 farklı ilde toplamda 89 katılımcıyla 8 atölye gerçekleştirdik. Besteleme sürecini atölyelerin hemen ardından gerçekleştirmeye özen gösterdim. Kadınların duygu ve düşüncelerini, üzerinden çok zaman geçmeden, onlara aracı olduğum o enerji alanından çok uzaklaşmadan müziğe dökmem gerekiyordu. Atölyeleri deprem öncesi ve sonrası olarak iki gruba ayırmamız gerekiyor. Ocak-Mart 2022 döneminde İstanbul’da Mor Dayanışma işbirliği ile Beyoğlu, Kadıköy ve Fatih ilçelerinde ikamet eden kadınlar için 4 atölye düzenledik. Atölyelerin birincil amacı; kadınların potansiyellerini ve içlerindeki iyileştirici gücü keşfetmelerini, özgüven ve cesaretlerini arttırmalarını, seslerini birlikte güvenle çıkararak ‘akordlanmalarını’ sağlamaktı. İkincil amaç da atölyelerde kadınların sesler, sözler, desenler, beden hareketleri ile ifade ettikleri duygu ve  düşüncelerinden ilhamla besteler üretmek ve bu eserleri proje iştirakçimiz olan değerli plak şirketim Kalan Müzik müzik sponsorluğunda albüme dönüştürmek; albümün yayınlanması ile de dijital platformlardan elde edilecek tüm gelirin kadın çalışmalarına aktarılarak desteğin sürdürülebilirliğini sağlamaktı.

Deprem sonrasında Nisan 2023’te yine Mor Dayanışma işbirliği ile Adana’da ikamet eden kadınlarla 2 atölye gerçekleştirdik. Hatay bölgesinde gerçekleştirilmesi planlanan atölyeleri de deprem süreçleri içinde aktif olarak saha çalışmaları yürüten Empati Sosyal Sorumluluk ve Eğitim Derneği işbirliği ile Gaziantep il sınırı içindeki Nurdağı bölgesindeki Nur-2 Konteyner Kent içinde yapmaya karar verdik. Haziran 2023’te iki farklı grup ile iki atölye çalışması yaparak çalışmamızı tamamladık. Burada, katılımcılarımız artık sadece sesini duyurmak isteyen kadınlar değil, deprem travması yaşamış kadınlardı. Bu koşullarda herhangi bir uyaranın sunulması çok özen ve dikkat isteyen durumdur. Sözgelimi bir enstrümanın gelişigüzel kullanımı sese duyarlı hale gelmiş katılımcılarımızı tetikleyip onlara zarar verebilirdi. Bu nedenle; psikolojik ilk yardım temelinde, atölyelerde daha çok kadınların acısına, gözyaşlarına, ses ve sessizliklerine, iç çekişlerine eşlik ettim. Nefeslerini dinledim. Tabi burada müziğin ihtiyaca göre hızla değişip dönüşebilen esnek yapısının da çok yardımı oldu. Deprem, toplumun temel dinamiklerinde ve tüm katmanlarında çok güçlü etkiler bırakan bir olgu. Neticede en derinde toprakla ilişkimiz ve evimiz, barınağımız yani güven alanımız sarsılıyor. Ben o atölyelerde, yitirdikleri ardında sağlam durmaya, iyileşmeye çalışan, umuda sarılan kadınlar gördüm. Ve kalbimle duyduklarımı en saf haliyle geri yansıtmaya çalıştım.

YELDEĞİRMENİ’NDE KADIN ATÖLYESİ

- Kadıköy’ün yerel gazetesi olarak şunu sormalıyım Kadıköy’deki atölye çalışması nasıl geçti? Gelen kadınlar kimlerdi, yaş grupları, sosyo-ekonomik düzeyleri vb..

Atölyelere katılan kadınlarda yaşadıkları bölge ve çevresel koşullara göre; giyim tarzlarında, davranışlarında, dinledikleri ve sevdikleri müziklerde, görüş ve fikirlerinde farklılıklar olmasıyla birlikte; insan hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği, sosyal ve duygusal ihtiyaçlar gibi temel alanlarda benzerlik ve ortaklıklar gözledik. Kendilerini sözlerle resimlerle ya da hareketlerle anlatmakta zorlanan ve sürece sadece “ah”, “of” gibi nidalarla katılan kadınların bu ifadelerini de bestelere yansıttım. Hatta sessiz kalmayı tercih eden katılımcıların, sessizliğin de müziğin parçası olmasından hareketle, bestelerdeki “es/sus” kısımlarına sessizlikleriyle dahil olabileceklerini ilettim.

Kadıköy’de atölyemizi Rasimpaşa Gönüllü Evi’nde 16 katılımcı ile gerçekleştirdik. Bu atölyede diğer atölyelerden farklı olarak genç yetişkin döneminde olanların yanında orta yaş üstü kadınların da katılım gösterdiğini mutlulukla gözlemledim. Böylece daha geniş bir yaş aralığında katılımcıya ulaşmış olduk. Atölyede kadınların giyimlerindeki, duruşlarındaki renk çeşitliliği, ifade biçimlerine, çıkardıkları seslere, çizdikleri resimlere ve beden performanslarına yansıyordu. Görece daha dışa dönük ifadeler diyebilirim. Kadıköy atölyesinde kadınlar ; “Kendine dön, kendini dinle. Şimdi tam zamanı özgürleşmenin.İçine dön, bedenine. Ses ol, söz ol de ki bu benim...ben...” sözleriyle “kendi olmak, kendini bulmak, kendi başınalık” temalarında birleştiler. Ben de bu ortaklığı besteye yansıttım.

- Birgün’e verdiğiniz röportajda “Sosyal, kültürel, duygusal ve ekonomik özellikler bakımından birbirinden oldukça farklı Kadıköy ve Antep atölye kadınlarından gelen “okyanus” söz ortaklığını da oldukça sürprizli ve çarpıcı buldum. “ diye bir cümleniz var. Biraz açar mısınız?

Yaşamda zarif ve uyumlu denkleşmeler, yani bir başka deyişle tevâfuk, beni çok heyecanlandırıyor. Her birimizin farklı, biricik, özgün enstrümanlar olduğu görüşünden hareketle bu evrensel ortaklıkları görmek, bir bütünün parçası olduğunuz ve birbirimize gözle görülmez şekilde bağlı olduğumuz gerçeğini hatırlatıyor. Farklı coğrafyaların bölgesel, çevresel, kültürel koşullarındaki çeşitliliğin yansıması olan bu albümdeki 8 eserde kadınların ihtiyaç ve sorunlarını ifade etmede kullandıkları dilde evrensel ortaklıklar da var. Kendine

dönme, sesini duyurma, özgürleşme ihtiyacı; tüm baskılara rağmen korkmama, pes etmeme, vazgeçmeme durumunu bunlara örnek gösterebilirim. Kadıköy ve Gaziantep Nurdağı Konteynır Kent katılımcısı kadınlar gerek sosyo-kültürel ve ekonomik, gerek bilişsel duygusal özellikleri bakımından birbirinden oldukça farklıydı. Kadıköy atölyesinin katılımcıları farklı yaş gruplarından bir araya gelmiş “kendini bulma, “kendi olma” ihtiyacını daha net biçimde ortaya koyan; görünür, duyulur olma isteğini daha açık ifade eden kadınlardı. Nurdağı Konteynır kentte ise daha muhafazakar bir yaşam tarzını benimsemiş, “anne” olmanın kutsallığını vurgulayan, üstelik depremin ağır etkilerini yaşayan, yakın ve uzak kayıpları nedeniyle yas sürecinde olan kadınlar vardı. Atölye süresince kimi sessiz kalmayı tercih ederken, kimileri de aralıklarla ağlıyordu.

Ancak bu iki farklı çevre ve koşullardaki kadın grubundan “okyanus” gibi dünyadaki en güçlü yaşam kaynağı olan suyu barındıran, canlıları besleyen, onlara hayat veren, genişlemeyi, enginleşmeyi ve hatta belki özgürleşmeyi temsil eden “okyanus” kelimesinin öne çıkması beni çok etkiledi. Hatta umut verici bulduğum için atölye bestesinin merkezine okyanusu yerleştirdim.

- Depremden etkilenen kadınlarla çalışmak sizi nasıl etkiledi?

Önceden belirttiğim gibi, daha önce deprem bölgesinde çalışma deneyimim olduğu için biraz daha hazırlıklıydım. Deprem sonrası iki şehirde çalışma yaptık. Depremi ve etkilerini göreceli olarak daha hafif yaşayan Adana’daki atölyelerde de travmanın etkilerini hissettik. Hatta bestelerin sözlerine yansıttım bunları. Ancak depremi daha merkezde yaşamış ve kayıpları nedeniyle yasta olan kadınlarla çalışırken çok derin bir acıyı paylaştığımız anlar oldu. Konteynır kentteki atölyelerde ağırlıklı olarak sessizliği daha çok kullandım. Kadınların ağlayışlarına, gözyaşlarına, yakarışlarına alan açmak, yas sürecini paylaşmak, biraz olsun rahatlamalarını sağlamak öncelikli hedefim oldu.

  • Bu deneyimlerin albüme yansıması nasıl oldu?

Albümde o atölyelerden çıkan iki şarkı yer aldı. İlki onlardan gelen sözlerin yer aldığı, daha ziyade “ah” ve “of”lamalar içeren, benim duygularımı da yansıttığım ağıt niteliğinde bir beste. Eser; her şeye rağmen inanç ve umudu çağıran “Her Şey Güzel Olacak” ifadesiyle öne çıktı. İkinci atölyede düşünüp taşınmalar, akıllara bir şey gelmemesi, söyleyecek bir şey bulamama halleri ağırlıklıydı. Ben de bu sessizlik ve dirençleri müziğe taşımaya karar vermiştim ki bir katılımcımız yanıma yaklaşarak kağıttan yaptığı gemiyi bana uzattı ve “Bu gemiyle okyanusa açılın” dedi. Bu benim için çok duygulu ve şükran dolu bir andı. Aramızda kalpten kalbe engin bir yol açıldı adeta. Şarkının yönü içimde netleşti ve yüzyıllardır dünyanın çeşitli yerlerinde olduğu gibi bu topraklarda da müziğin acıları hafifleten, baş etme ve devam gücü veren, enerjiyi yükselten ritmik ve melodik yapıları kullanarak, o bölgenin şivesiyle “Beraber Gidek” eseri ortaya çıktı.

Beni tüm süreçte kadınların -deprem yaşamış olsun ya da olmasınlar- ortak travmalara sahip oluşları en çok etkiledi. Mesela albümün ilk şarkısı Beyoğlu’nda gerçekleşen ilk atölyemizden çıkan ve projeyle aynı ismi taşıyan “Duy Sesimi” eseri. İlginç olan şu ki, bu atölye ve beste oluştuğunda henüz deprem olmamıştı. Ama kadınlardan yansıyan;

“Gözlerim kapalı, karanlıktayım,

Bir gürültünün ardında kalmışım

Kendi sesime yabancıydım

Uğultuların arasında..

...

Altında ezildiğim o yükler,

Beni sağır eden eden o sesler...”

sözlerine bakınca kadınların günlük yaşamda, yıkıcı bir doğa olayının etkilerine benzer bir yakarışı olduğunu gördüm ki bu dikkate değer. Taşımakta zorlanılan yükler ve yeterince sağlıklı ifade alanı bulamayan acıların dile gelişi gibi.

- Böyle afet süreçlerinde kadınların sesinin duyulması neden önemli?

Deprem sonrasında bölgede herkes için önce fiziksel ardından psikolojik ilkyardım ihtiyacı önceliklidir. Ancak deprem sonrasında da kadın olmak diye bir gerçeklik var. En temel, örneğin fiziksel ihtiyaçları ifade etmede, gidermede zorlanmalar olabiliyor. Olumsuz koşullar nedeniyle güvende hissedemediği için zaten az sayıdaki umumi tuvaletlere gidememe, sosyokültürel yapının getirdiği inanç ve alışkanlıklar gereği utandığı için bir paket ped isteyememe gibi durumlarla baş etmek zorunda kalıyor kadınlar. Burada dayanışma ve kadınların sesine aracı olma büyük önem kazanıyor. Ne mutlu ki kadınlara destek amaçlı çok sayıda birey, insiyatif, kadın dernekleri müthiş bir özveriyle çalıştılar, halen de çalışıyorlar. Çalışmalarımda ve yaşamımda bir sesin, sözün, küçük gibi görünen iyi niyetli bir girişimin, tutkulu bir çabanın katlanarak büyüyen, genişleyen, dönüşen haline çok kez şahit oldum. Düşündüğümüzden daha güçlü varlıklarız, sadece yeterince farkında değiliz. Söylediğimiz her söz, çıkardığmız her ses, attığımız her adım, yaptığımız her eylem, bir yerde, bir zaman bir etkiye yol açıyor. Fark edebilmemizi ve paylaşarak çoğaltmamızı dilerim.

- Müzik ruhun gıdasıdır derler. Gerçekten de öyle mi? Atölyeye katılan kadınlar için neler değişti sizce?

Müzik, iyileşme üzerinde bilinen en eski ve etkili araç. İnsanların ifade etmeye çalışırken zorlandıkları şeyleri dile getirmelerine olanak sağlıyor. Sözlerle anlatılamayan şeyler müzikle rahatlıkla dışa vuruluyor. Yaratıcılıkların, potansiyellerin ortaya çıkmasına yardımcı oluyor, kişilerin kendilerinde hiç bilmedikleri, tanımadıkları seslerle, renklerle tanışmalarını sağlıyor. Eğer bir grup çalışmasıysa, başka kişilerin seslerini duyup orada bir uyumlanma yaşamalarına vesile oluyor. Grup olarak bir araya geldiğimizde, kalp atışlarımızdan başlayarak ses çıkarmaya başlıyoruz. Önce gelişigüzel çıkan sesler çalışma ilerledikçe birbirine yaklaşıyor, bir uyuma kavuşuyor. Bu çok önemli bir deneyim. Müzik bizi doğamızla barıştırıyor, dengemizi kazandırıyor. Ben buna akordlanma diyorum.

Çocukluğumuzda doğayla, diğerleriyle daha uyumluyuz, beş yaşındayken birinin elini tutup hemen arkadaş olabiliyoruz. Ben bu motivasyonu tekrar yaratmaya çalışıyorum. Gücümü aldığım yer, doğa ve çocukluğum. Bir hayvandan, bir yapraktan alınabilir bu motivasyon, çünkü doğanın bir parçasıyız ve sistemin bize en çok unutturduğu şey bu. Kadınlarla çalışırken de yapmaya niyet ettiğim şey ilk başta bu hatırlama deneyimini yaşatmaktı aslında. Günlük yaşam içinde zorlandıklarında dengelenebilecekleri, merkeze dönebilecekleri, kendilerini akord edebilecekleri kişisel metotları bulmalarını ya da hatırlamalarını sağlamak. Atölyeye katılan kadınlar, atölyeler sırasında ve sonrasında kendilerini müzik ve sanat aracılığı ile ifade etmelerinden duydukları mutluluğu ve rahatlama duygusunu dile getirdiler. Beyoğlu’nda iki farklı tarihte gerçekleşen atölyelerin her ikisinde de bulunan bir katılımcının ikinci atölye deneyiminde, ilk atölyeden sonra ‘Kendini Akord Et’ metodunu uygulamaya başladığı ve bundan çok fayda gördüğünü paylaşması çalışmanın etkinliği açısından olumlu bir geri bildirim oldu. Atölyelerde ifade edilen sözlerin, resimlerin, dans performanslarının birer besteye ve albüme dönüşmesinin, duyulduğunu, anlaşıldığını, yalnız olmadığını hissetmeye katkı sağlayacağına inanıyorum.

- Albümde 8 parça var. Atölyeler sonrasında bu şarkılar nasıl oluşturuldu, neye göre seçildiler?

Duy Sesimi Atölyelerinde katılımcı kadınlara kendi bedenlerinden yola çıkarak kendilerini sesler ile ifade edebildikleri; hayalgücü, doğaçlama ve yaratıcılıklarını destekleyerek grup içinde birlikte, müzik yaparak uyumlanma hissedecekleri, duygu ve düşüncelerini somutlaştırdıkları bir deneyim sunuldu. Bu deneyim 4 temel aşamadan oluştu; Müziğin Başladığı Yeri “Bedenimizi” Tanımak, Duymak-Dinlemek, İfade Etmek/Dönüştürmek, ‘Duy Sesimi’ Bestesi için İçerik Üretmek.

Son aşama atölye sonrası üretilecek beste için malzeme topladığım aşamaydı. Burada katılımcılardan kelimelerle, şiirlerle, seslerle, yazarak, çizerek, dans ederek duygu ve düşüncelerini ifade etmelerini istedim. Malzeme olarak, bireylerin kendi bedenlerinin yanında, farklı büyüklükteki perküsyon enstrümanları, kurşun kalem, renkli kuru boya ve pastel boya kalemleri, A4 ve çeşitli renk ve boyda kağıtlar kullandık. Ayrıca katılımcıların kullanmayı tercih ettiği ses çıkaran tüm objelerden (anahtarlık, toka, çanta vb) faydalandık. Atölye sırasında, katılımcıların izniyle kaydettiğimiz sesler yanında, atölye bitiminde yazdıkları notları, çizdikleri resimleri topladık. Atölyenin bitimini takip eden hafta içinde malzemeleri bir araya getirdim ve besteleme süreci için şöyle bir yol haritası izledim: Her bir atölyede kadınlar tarafından yazılmış sözler içinden şarkı sözüne dönüştürülecek kelime ve cümleleri seçme, piyanoda sözlere uygun melodi ve armoni üretme, şarkıyı notaya dökme, piyano-vokal olarak kaydederek prodüksiyon öncesi gereken demoyu hazırlama. Prodüksiyon sürecinde sevgili Tanju Eren bestelerin düzenleme, miks ve mastering süreçlerini üstlendi ve 8 atölyenin çıktısı olan eserler “Duy Sesimi” albüm adı altında toplanarak ZMüzik/Kalan tarafından dijital platformlarda yayınlandı.

- Müziğin iyileştirici ve birleştirici gücüne vurgu yapıyorsunuz. Bu albümde bu gücü nasıl kullandınız?

Müzik iyileşme için bilinen en hızlı ve etkili yollardan biri. Aslında albümün kendisi kadar üretim aşaması da iyileşme sürecinin parçası. Sufi Inayat Khan’ın çok sevdiğim bir sözü var; “Müzik insanı önce kendisiyle, sonra diğer insanlarla, ardından da evrenle bütünleştiren en etkili araç ve en kısa yoldur” diyor. Atölyelerde önce bu bağ kurma ve iletişim üzerinde çalıştık. Kadınların grup içinde önce kendileriyle, sonra yakın çevredekilerle, ardından da toplum ve yaşamla olan bağını irdelemeyi amaçlıyor bu aşama. Kalbi dinleme, bedeni ve nefesi fark etme, iç sesini duyma,dinleme, diyalog kurma gibi çalışmaları içeriyor. İkinci aşama duyguları ifade etme, dönüştürme gibi daha dışavurumsal çalışmaları kapsıyor. Üçüncü aşamada potansiyellerimizi ele aldık. Hippokrates’ın “İyileşmeyecek hastalık yok, iyileşmeyecek hasta vardır. Öncelikle hedefimiz vücudun kendi kendini tedavi edebilme yeteneğini tekrar kazandırmak olmalıdır.” sözünden hareketle bizi kendimizi gerçekleştirmekten, iyileşmekten alıkoyan gelişmeye açık yanlarımızı inceleyip, kendimizi tedavi etme yolunda rehberlik edecek, yol gösterecek güçlü yanlarımızı açığa çıkardık. Son aşamada da yaşamda sürekliliğimizi sağlayan yaratıcı yanımızı dışa vurduk. Hayalgücü, spontanlık, doğaçlama özelliklerimizi geliştiren çalışmalar yaptık. Tüm bunlar bizi albüme dönüşecek besteleri üretmek için malzeme üretmeye hazır hale getirdi. Besteler her bir atölyede kadınların bireysel olarak ve hep birlikte ortaya koydukları enerjiyle ortaya çıktı. Dolayısıyla her bir beste o gün kadınların birlikteliğinden doğan gücün bir yansıması.

Atölyelerin sonunda hep olduğu gibi kadınların beden duruşlarında, yüz ifadelerinde, ses çıkarışlarında belirgin bir iyi olma hali gözlemledik. Atölye üretimi şarkıların ‘Duy Sesimi’ albümüyle bir araya gelmesi bu iyileştirici ve birleştirici gücü daha da etkin kılıyor. Müziğin salt kendisi iyileşmeye alan açıyor. Albümde kadınların sözlerinin ve seslerinin bir oluşunu, diğer kadınlara ve insanlara bu birlik duygusunun ulaşması açısından önemli buluyorum.

“AKORDUMUZ BOZULUYOR”

- Duy Sesimi diyorsunuz. Bu sesleri en çok kimler duymalı? Proje nereye ulaşırsa başarılı bir iş oldu dersiniz?

Günlük yaşam içinde olumsuz erkilenebileceğimiz seslere maruz kalıyoruz. Kornalar, sirenler, inşaat sesleri, insanların birbirine öfke dolu bağırışları, incitici sözler sarf etmeleri ve belki de artık kanıksadığımız pek çok diğeri… Bunlar doğadan hızla uzaklaşılan ve adına medeniyet denilen yaşam şeklinin getirileri. Bu durumlara sürekli maruz kalmak gerçekte doğanın parçası olan insanın beden ve ruh sağlığını, benim deyişimle akordunu bozuyor. Öte yandan medya ve sosyal medya aracılığıyla her gün, her an olumsuz durum ve haber paylaşımı, ki kiminin gerçek olmayışından ötürü yaratılan kirlilik, insanın taşıyabileceğinden fazla bir yük yaratıyor. Farkında olmadan taşınamayan bu ağırlıklar fikirlere, değerlere, umut ve yaşama sevincine zarar veriyor. Buraya kadar bahsettiklerim günümüz gerçekleri. Bir de yüzyıllardır süregelen ve bu coğrafyada baskın olan güç odaklı ataerkil sistemin dayattıkları insanın sağlıklı kalabilmesini, mutlu ve huzurlu yaşamasını güçleştiriyor. Ağaçların, hayvanların, çocukların, kadınların, erkeklerin, dürüst ve erdemli iyi insanların inancını yitirmeden, güçlü ve sağlıklı olabilmesi için kendini akord etmeyi bilmesi yaşamsal önem taşıyor. Temel yaşam hakkını koruyabilmek, görülür, duyulur olabilmek pes etmemeyi ve dayanıklı olmayı gerektiriyor.

Müzik sesini duyurmak için güçlü bir araç. Duy Sesimi, kadınların ifade edemedikleri duygu ve düşüncelerine alan açmak, ses olmak, onları duyulur kılmak niyeti taşıyan bir albüm. Bu müziklerin dinlenmesi benzer durumda hisseden kadınların yalnız olmadıklarını hissetmelerine, farklı cinsiyet ve koşullardaki insanların kabul, anlayış ve empati geliştirmelerine, bu tür yapıcı yollarla daha fazla insanın sesini duyurmak üzere harekete geçmesine vesile olabilir. En sade haliyle, sosyal hizmet ve dayanışmaya katkı sağlama arayışında olan kişilerin sadece albümü dinleyerek kadın çalışmalarına destek olmasını mümkün kılabilir.

“Proje nereye ulaşırsa başarılı olur?” sorusuna gelince, “başarı” yerine “mutluluk” kavramını benimseyen biriyim. Söylediklerim çerçevesinde, albümün ihtiyaç duyan tek bir kişiye ulaşması, yahut bir kişinin dinleyerek çalışmaya katkı sunması mutluk verici. Daha da güzel olanı, ‘Duy Sesimi’ albümü, güzel gençlerin kalbine ulaştı ve geçtiğimiz ay düzenlenen Radyo Boğaziçi Ödülleri “En İyi Proje Albüm” ödülünü aldı. Bu demektir ki gerçek ve iyi olan şeylere talep hiç bitmeyecek. Başta bahsettiğim, günlük yaşamdaki olumsuz seslere karşı olumlu titreşimler yayan müzikleri; hele de kadınların sesine aracı olmuş bir albümün ödüllendirilmesi bana mutluluk ve umut veriyor.

- Şarkılarınızın ve albümünüzün, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadele eden kadınlara nasıl bir umut ve güç kaynağı olmasını bekliyorsunuz?

Albüm ne kadar çok dinlenir ve paylaşılırsa kadın çalışmalarına o kadar çok maddi destek sağlanır. Bunun yanı sıra kadınların bireysel olarak dile getiremediklerini tek ses olarak ifade edebilmeleri yeterince güç ve umut verici. ‘Duy Sesimi’ albümünün bundan sonraki çalışmalara ilham vermesini, örnek olmasını dilerim.

- Konuya dinleyici açısından bakarsak; albümü satın alarak/dinleyerek bu sosyal sorumluluk projesine destek olabilirler değil mi?

Proje iştirakçisi ZMüzik/Kalan ile yaptığımız anlaşma gereği, albümün dijital müzik platformları üzerinden her bir dinlenmesi üzerinden elde edilecek gelirler düzenli olarak kadın çalışmalarına aktarılacak ve bu fonun toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı yürütülecek sivil toplum faaliyetlerinde kaynak olarak kullanılması sağlanacak. Böylece sürekli devam edecek bir kaynak modeli oluşturmayı planlıyoruz. Dinleyiciler albümü herhangi bir platform üzerinden dinlediklerinde, albümü satın aldıklarında yahut paylaştıklarında, bu sosyal sorumluluk projesine katlıda bulunmuş olacaklar.

Albümü dinlemek için: https://open.spotify.com/album/38OT8KTtVjq5AcDjVjMIIY?si=FNYx5Q_5TYuf0jRW_EY6Qg

Kadıköy Atölyesi katılımcılarından ilhamla üretilen ‘Bu Benim Ben” adlı eser buradan dinlenebilir: https://www.youtube.com/watch?v=sLTplQicFCY

 

 

 

 

 

 

 

 


ARŞİV