Distopik bir İstanbul öyküsü

Tuhaf bir simülasyona dönüşmüş İstanbul'u tasvir eden “Cesur Yeni İstanbul” adlı distopik öykünün yazarı Hakan Bıçakçı, “Günümüzdeki evlere kapanma nedeni virüs. Benim öykümdeki sebep sistemin baskısıydı.  Yani öykü bir yandan günümüze benziyor, bir yandan da farklı” diyor

27 Nisan 2020 - 19:28

“(…) Yollar insandan arınmıştı. Sokaklar boştu. (...) Evlerdeyse hemen her şey aynıydı. Zaman durmuş gibi. Diziler, reklamlar, çaylar, şarj edilip duran türlü alet edevat. Her türlü siparişin insansız kurye araçlarıyla getirilmesini sağlayan dev sisteme ve diğer evlere bağlanmaya yarayan makineler. Bu makinelerin sunduğu hizmet sayesinde sıkılmak yoktu. Zaten hizmetin sloganı da “Sıkılmak Yok”tu. Evde oturmaktan bunalan, dilediği an dilediği arkadaşına bağlanıveriyordu. (…)”

Geçtiğimiz haftalarda bu satırları yayınlamıştık sayfalarımızda. Bu ifadeler yazar Hakan Bıçakçı'nın “Cesur Yeni İstanbul” adlı öyküsünden. Bıçakçı; Kutlukhan Kutlu ve Aslı Tohumcu'nun yayına hazırladığı “İstanbul 2099” adlı kitapta hikayesi bulunan 16 yazardan biri. Onu sayfalarımıza konuk eden ise bir nevi şu an içinde bulunduğumuz günleri çok evvelden adeta 'görmüş' ve tasvirlemiş olması...

Sözü fazla uzatmayalım. Bıçakçı yazmış yazacağını, şimdi ona nasıl yazdığını sorma zamanı;

  • Öncelikle şunu sorayım; İstanbul 2099 kitabında yer almanız nasıl gerçekleşti?

Aslı Tohumcu ile Kutlukhan Kutlu’nun Doğan Kitap için hazırladığı ikinci kolektif kitap bu. İlki Güçoburlar’dı. Onda da bir öyküm yer almıştı. Aslı da Kutlukhan da yakın arkadaşım. Daha önemlisi ikisinin de kalemine ve zihnine güvenim sonsuz. Teklif onlardan gelince düşünmeden kabul ettim.   

  • “Cesur Yeni İstanbul”u bu kitap için bilhassa mı kaleme aldınız yahut önceden yazılmış bir metin miydi?

Bu kitap için yazdım. 2099’da geçen bir öykü yazmak aklımın ucundan geçmezdi yoksa. Hatta kabul ettikten sonra içeriğini düşünmeye başlayınca epey zorlandım. 5-10 sene sonrasını bile tahmin etmek güçken, 2099 hakkında bir şeyler düşünmek hiç kolay olmadı. Aklımaki tüm fikirler, temalar o kadar ileri bir tarih için demode geliyordu. Uzunca bir süre kalem oynatamadım yani. 

“EV GÜÇLÜ BİR METAFOR”

  • Öykünüz,  “Ev gibisi yok. Ev gibisi yok. Ev gibisi yok.” diyen Oz Büyücüsü'ne atıfla başlıyor. Buradaki göndermeyi biraz açar mısınız?

Ev güçlü bir metafor. Ev, yuva, yurt, tekin olanın alanı. Muhafazakar anlatılar evi ve beraberinde aileyi yüceltir genellikle. Benim sevdiğim anlatıların çoğuysa evi bir sorun olarak ele alır. Üzerine çokça düşündüğüm bir kavram ev.

(Fotoğraflar, İstanbul Teknik Üniversitesi Teknokent’te bulunan Cbilab Studios tarafından geliştirilen, İstanbul'da geçen distopik bir bilimkurgu oyunu olan İstanbul oyunu ManMade'den alınmıştır)

  • İsim de Aldous Huxley'in “Cesur Yeni Dünya”sına gönderme, değil mi? 

Evet. Doğrudan bir gönderme. Aslında sorunlu bir çeviri Cesur Yeni Dünya. Doğrusu “Yepyeni Dünya” veya ironiyi kaybetmeme adına “Aman Da Ne Yeni Dünya” gibi bir şey ancak bizdeki artık kültleşmiş çeviriyi temel aldım gönderme için. 

  • Bu öyküyü yazdığınız anı tam olarak anımsıyor musunuz? Nasıl bir ruh halindeydiniz?

Gösteri yapmanın, protesto yürüyüşlerinin, halkın biraraya gelmesinin, genel olarak sokağa çıkmanın hoş görülmediği bir ortamda yaşamanın sıkıntısı, sosyal medyadaki gönüllü izolasyon manzaralarıyla birleşti kafamda. Sonra da bu öykü çıktı. 

“HEM ŞİMDİ GİBİ, HEM DEĞİL…”

  • Hikayenin tarihi Kasım 2099. Yani 79 yıl sonrası, oysa epey benzer şeyleri şimdi yaşıyoruz! İçinde bulunduğumuz günlere epey yakın tasvirlemişsiniz. Nasıl olabildi bu? Şahsen ben bir okur olarak şaşkınlık içindeyim.

Evet maalesef şu anımıza çok benziyor öyküdeki ortam. Ancak bir kehanet sayılmaz bu. Sonuç neredeyse aynı ama neden farklı. Günümüzdeki evlere kapanma nedeni virüs. Benim öykümdeki sebep sistemin baskısıydı. Öyküde evlere zorla kapatılıyordu insanlar ve bir süre sonra bu kendi tercihleriymiş gibi bir illüzyona kapılıyorlardı. 

Şimdiyse evlere kapanmamızın sebebi başka. Özgürlükten vazgeçmek değil, sağlığımızı korumak. Yani öykü bir yandan günümüze fena halde benziyor, bir yandan da epey farklı. Ben bunları diyorum ama bu konuda asıl karar okurundur tabii.

  • ‘Sanat hayatın aynasıdır’ ve ‘hayat sanatı taklit eder’ önermelerini düşününce, sizin hikayeniz nereye konumlanıyor?

Aristo “Sanat hayatın yansımasıdır” demiştir. Genellikle doğrudur bu ama bazen işler değişir. Mesela Camus da “Sanat hayatın yadsınmasıdır” der. Sonra Nietzsche “Hiçbir sanatçı gerçeği hoş görmez” der. Oscar Wilde ise “Sanatın hayata öykünmesiyle kıyaslandığında, hayat sanata daha çok öykünür.” 

Hepsinin haklılık payı var. Gerçekle kurmaca bir noktadan sonra birbirinin içinde eriyen kavramlar. 

  • Peki bir yazar olarak bu günleri de kaleme almakta mısınız? Yahut sonrasında yazmayı düşünüyor musunuz?

Bu ara önceliğim bugünleri kaleme almak değil kesinlikle. Bu günleri sağ salim atlatmak. Gerisine sonra bakarız.  


ARŞİV