Düzce’den İstanbul’a bir “umut”

İstanbul’da depreme dayanıklı, güvenli, sağlıklı ve ödenebilir konut projelerinin başlaması mümkün mü? Düzceli depremzedelerin konut projesinde görev alan Düzce Umut Atölyesi’nden mimar Öncül Kırlangıç ile hem Düzce deneyimlerini hem de işin İstanbul boyutunu konuştuk

12 Kasım 2020 - 10:12

Ege depreminin ardından, güvenli ve ekonomik konut meselesi sokakta, evlerde, iş yerlerinde konuşulmaya başlandı. Çünkü İstanbulluların önemli bir kısmı riskli binalarda yaşıyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırma Enstitüsü işbirliğiyle “İstanbul İli Olası Deprem Kayıp Tahminlerinin Güncellenmesi Projesi-2019” kapsamında hazırlanan rapora göre; İstanbul’da binlerce binanın riskli olduğu tespit edilmişti. Sadece Kadıköy’de 3 bin 277 bina risk taşıyor. Raporlar ve bilimsel çalışmalar önemli bir gerçeğe projeksiyon tutsa da başka bir gerçekle karşı karşıyayız. Maddi imkanı olmayan binlerce vatandaş riskli binalarda oturmalarına rağmen yıkılacak korkusu ile binasını kontrol ettiremiyor. Kadıköy’de riskli binada yaşayan bir ailenin güvenli bir eve taşınması için ortalama 4000-5000 TL kira ödemeyi kabul etmesi gerekiyor. Bu da birçok aile için mümkün değil. Bir yanda deprem tehlikesi bir yanda geçim derdi ile yaşayan İstanbullular için ekonomik ve güvenli konutlar oluşturulamaz mı? Düzceli depremzedelerin güvenli, sağlıklı ve ödenebilir konut projesine dahil olan Düzce Umut Atölyesi’nden mimar Öncül Kırlangıç ile hem Düzce’deki deneyimlerini hem de İstanbul’da buna benzer konut projelerinin gerçekleşme ihtimali üzerine söyleştik.

“KONUT PİYASASINA GÜVENMEDİLER”

İstanbul’u konuşacağız ancak öncesinde Düzce Umut Evleri’ni ve Düzce Umut Atölyesi’ni konuşalım isterseniz.

1999 yılında Düzce’de depremi yaşayan ve evsiz kalan kiracı depremzedeler, konut ihtiyaçlarını bir hak talebine dönüştürerek önce bir dernek etrafında örgütlendi, ardından konutlarını kendileri inşa etmek üzere bir kooperatif kurdular. Bürokratik engelleri aşarak konutlarını yapmak üzere uygun bir arsaya kavuşmaları uzun yıllarını aldı. Mevcut konut piyasasının kendilerine güvenli, sağlıklı ve ödenebilir konut seçeneği sunmadığını düşünüyorlardı. Taleplerinin ancak konutlarının tasarlanma ve uygulanma aşamalarında kendilerinin de yer almasıyla karşılanacağına karar vererek “katılımcı tasarım” sürecini başlatmak için bir çağrı yaptılar. Çağrı sonucunda mimarlar, şehir plancıları, mühendisler, öğrenciler ve çok farklı mesleklerden insanların biraraya gelmesi ile “Düzce Umut Atölyesi” kuruldu. Bir yılı aşkın bir süre boyunca Düzce Umut Atölyesi’nin kooperatif ortakları ile gerçekleştirdiği çok sayıda atölye ve toplantının ardından, tasarım kararlarının birlikte verildiği mimari proje tamamlandı. Düzce Umut Evleri 2016 yılında inşa edilmeye başlandı ve “birlikte tasarım” aşamasından “birlikte inşa” aşamasına geçildi. Kooperatifin ana sözleşmesi gereği kooperatif ortakları da şantiyede çalışıyorlar, şantiye sahasının kurulumundan organizasyonuna birçok işte bizzat yer alıyorlar. Düzce Umut Atölyesi gönüllüleri de inşaatın birçok aşamasına destek olmaya devam ediyorlar. Bugün Düzce Umut Evleri inşaatında pencere ve kapı doğramalarının takılma aşamasına kadar gelindi.

Sizce İstanbul'da da Düzce’deki örneğe benzer projelerle depreme dayanıklı evlerin inşa edilmesi mümkün mü?

Yaşadığımız konutların sağlıklı, güvenli ve ödenebilir olmasının da, depreme dayanıklı konutlar inşa edilmesinin de önünde aslında bir engel yok. Ülkemizde bunun için eğitim almış çok sayıda meslek insanı, imkan ve teknoloji mevcutken nasıl mümkün olmayabilir ki? Bunun önündeki engelleri, yıllardır sürdürülen kentleşme politikalarında ve buna karşı hala yeterli bir muhalefet yürütemememizde aramak gerekir.

“BEKLENTİLER KARŞILANMIYOR”

Biraz daha açar mısınız? Bu nasıl gerçekleştirilecek? Kimlerin, hangi kurumların burada görev alması gerekiyor?

Normal şartlarda bir devlet politikası olarak hayata geçirilmesi gereken bu konunun muhatapları elbette merkezi ve yerel yönetimler. Ancak ülkemizdeki mevcut durumda bu beklentinin karşılığının olamadığını yıllardır deneyimliyoruz. O yüzden artık bizim için birilerinin bir şeyler yapmasını beklemek yerine sağlıklı, güvenli ve ödenebilir konut hakkına dair taleplerimizi ve bu doğrultuda kendi çözüm önerilerimizi geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Buna dair mekanizmaları, modelleri ve örgütlenme biçimlerini çok uzakta aramamıza da gerek yok. Düzce Umut Evleri bence bu konuda muazzam bir örnek sunuyor. Benzer şekilde kentsel dönüşüm karşıtı muhalefeti örgütleyen mahallelilerin, kent hakkı savunucularının, meslek örgütlerinin deneyimlerinden öğrenebileceğimiz çok şey var. Dolayısıyla yöneticilerden görevlerini yapmalarını beklerken, hak talebi ve çözüm önerileri geliştirecek sivil mekanizmaların da kurulması elzem bir ihtiyaç.

Ancak İstanbul'da yürütülen kentsel dönüşüm çalışmaları riskli alanlarda değil de daha fazla rant getirecek bölgelerde yapıldı. Bunu nasıl değerlendirmek gerek?

Belirttiğiniz gibi, 2012 yılında yürürlüğe giren Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ile özellikle İstanbul’da çok sayıda bölge riskli alan ilan edildi. Ancak hazırlanan deprem master planları ve risk haritaları ile bu yasa kapsamında dönüşüm başlatılan bölgeleri karşılaştırdığınızda ortaya çıkan tablo, yasanın ne amaçla kullanıldığını gözler önüne seriyor. Kaldı ki dönüşüm uygulamalarının yer seçimi dışında sürdürülme biçimi de oldukça sorunlu. Riskli alan ilan edilen yerlerde insanlar yerlerinden edilmekte, gidecek yeri olmayanlar moloz yığınları ve devasa inşaat sahaları arasında halk sağlığı başta olmak üzere pek çok sorunla baş başa bırakılmakta. Örneğin Üsküdar’da bulunan Kirazlıtepe Mahallesi, deprem riski açısından öncelikli durumda olmayan bir bölge olmasına rağmen yıllardır kentsel dönüşüm çalışmalarının vahşice sürdürüldüğü bir mahalle. Az katlı bahçeli eski konutların bulunduğu ve insanların huzur içinde yaşadığı mahallede başlatılan dönüşüm faaliyetleri sonucunda hak sahipliği gibi pek çok sorun yaşandığı için insanlar güvencesizlik girdabına sürüklendiler, yıkımlar nedeniyle sağlıksız bir yaşam çevresinde yaşamak zorunda bırakıldılar. Ne yazık ki benzer durumda olan çok sayıda mahalle var, yanı başımızda bulunan Fikirtepe’de yaşananları da biliyoruz. Ne yazık ki yıllardır mahallelilerin, meslek örgütlerinin ve kent hakkı savunucularının tüm itirazlarına ve eylemlerine rağmen bu uygulamalar aynı şekilde sürdürülüyor.

YERİNDE DÖNÜŞÜM MÜMKÜN MÜ?

Aslında demin saydığınız mahallelerde yaşayanların isteği de yerinde dönüşüm uygulamasıydı. İstanbul'da yerinde dönüşüm uygulanması mümkün mü? Malum TOKİ konutlarının inşa edilmesiyle insanlar şehir dışına itildi.

İstanbul’da yerinde dönüşüm uygulamaları gerçekleştirmek elbette mümkün. Bu konuya ışık tutabilecek sayısız akademik çalışma var. Kimi yerel yönetimlerin bu anlamda çabaları olduğunu da biliyoruz. Kendi deneyimlediğim bir çabadan örnek vermem gerekirse, Beylikdüzü Belediyesi, Ekrem İmamoğlu’nun başkanlığı sırasında Yakuplu’da bulunan Roman mahallesinin yerinde dönüşümü için önemli çalışmalar gerçekleştirdi. O dönem Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi ile işbirliği içerisinde mahallede yerinde yapılan araştırma ve görüşmelerle kapsamlı bir rapor hazırlandı. O rapor içerisinde yerinde dönüşümü adaletli bir şekilde gerçekleştirmek üzere, mahallelinin de sürece müdahil olabileceği ve sosyoekonomik destek mekanizmalarını da içerecek şekilde bir model önerisi geliştirildi. Dönemin siyasal atmosferinin yarattığı baskılar nedeniyle çalışma nihayete eremedi ancak yine de önemli adımlar atılmış oldu. Eminim ki benzer pek çok çalışma başka yerlerde de mevcuttur. Dolayısıyla insanların hayatları darmadağın edilmeden, yaşamlarını hiç bilmedikleri ya da yaşamak istemedikleri yerlerde sürdürmeye mecbur bırakılmadan bir dönüşüm süreci kurgulamanın kesinlikle mümkün olduğunu düşünüyorum.

Deprem sonrasında kira yardımı gibi uzun soluklu olmayan “yardım kampanyaları” ile vatandaşların maddi sıkıntıları giderilmeye çalışılıyor. Sorunların ortadan kaldırılması için ne tür politikalar yürütülebilir? 

Sanırım öncelikle deprem olduktan sonra neler yapılacağını değil deprem olmadan neler yapılacağını konuşmamız gerekiyor. Deprem sonrasında darmadağın olan hayatların, kira yardımı gibi geçici çözümlerle yeniden kurulmasının imkansız olduğunu Marmara Depremi, Van Depremi gibi pek çok ağır deneyim üzerinden biliyoruz. Düzceli depremzedelerin hikayeleri bu konuda önemli bir örnek. İnsanlar yıllarca çadırlarda ve konteynırlarda yaşamak zorunda bırakılmışlar, kentte oturulabilecek konut kalmamış ki kiraya çıkabilsinler. Ya da iş yok, kiraları devlet tarafından ödense de diğer masraflarını nasıl karşılayacaklar? Bu ağır deneyimlerin tekrarlanmaması için de deprem öncesine odaklanmamız gerekiyor.

Başta da belirttiğim gibi hak talebi geliştiren sivil mekanizmaların harekete geçmesi, dayanışma ağlarının şimdiden örgütlenmesi, merkezi ve yerel yönetimlerin de bu toplumsal işbirliğine köstek değil destek olan bir yerde durması gerekiyor. Bugün kendim de dahil çok sayıda insan, yaşadığı binaya güvenmiyor ancak güvenli bir binaya taşınma olanaklarına da sahip değil. Bu çaresizlik halini ancak ortak akılla aşabileceğimize inanıyorum.

Kadıköy özelinde neler söylersiniz?

Kadıköy’ü düşünürsek, mevcut belediye çalışmaları ve olanakları ile Kadıköy’de yaşayanların bilgilendirilmesi, çözüm üretmeye dair mekanizmaların kurulması ve Kadıköy sakinleri ile birlikte alternatif modeller geliştirilmesi mümkün. Bunun için canla başla çalışacak meslek insanları, sivil toplum örgütleri de var. Ayrıca pek çok muhtarlığın da mahalle sakinlerinin bu anlamdaki örgütlenmesi konusunda çaba sarf edeceğini biliyoruz. Dolayısıyla hemen bugün ve birlikte çözüm üretmenin yollarını açmak ve bu yolda örnek modeller geliştirmek için hepimize önemli görevler düşüyor.


ARŞİV