Millî Eğitim Bakanlığı, 26 Nisan 2024 tarihinde “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” başlıklı öğretim programları taslağını kamuoyu ile paylaştı. Bir önceki öğretim programı değişikliğinde geri bildirim için bir aylık süre tanınırken, bu taslak için görüş bildirme süresi bir hafta ile sınırlandırıldı. Bir ortak metin ve 26 ders için öğretim programı olmak üzere 27 metinden oluşan taslak öğretim programının, 2017’den beri kullanılan programın yerini alması hedefleniyor. Birçok tartışmayı da beraberinde getiren değişiklik hakkında görüşlerini bildiren Eğitim Reformu Girişimi, Türkiye’nin eğitim ve okullaşma oranları hakkında bir rapor yayınladı. “Eğitim Askıda” adlı çalışmada 2017’den beri kullanılan öğretim programına yönelik bir etki-değerlendirme çalışmasının kamuoyuyla paylaşılmadığı vurgulanırken, bir önceki programda öne çıkan eksik noktaların neler olduğuna dair de bilgiler paylaşılmadı. Taslak programın hazırlık sürecinde kapsayıcılığın ne ölçüde sağlandığı; program hazırlık komisyonlarında hangi alan uzmanlarının, öğretmenlerin ve sivil toplum kuruluşlarının yer aldığı da kamuoyuyla paylaşılmayan diğer noktalar arasında yer alıyor. Peki eğitimde neredeyiz? Öğrencilerin başarılı olabilmesi için bakanlığın öngördüğü değişiklikler çare olacak mı?
ÜLKENİN YARISINDAN FAZLASI…
ERG’nin Eğitim Askıda raporuna göre Türkiye’de 3-17 yaş grubunda 19 milyon 162 bin 29 çocuk yaşıyor.Bu çocuklar için eğitim sisteminde, 3-5 yaş grubuna yönelik erken çocukluk eğitimi hizmetleri; 6-17 yaş grubundaki çocuklar içinse ilkokul (6-9 yaş), ortaokul (10-13 yaş) ve ortaöğretim (14-17 yaş) kademelerinde zorunlu eğitim hizmetleri sağlanıyor. Tüm bu kademelerde ise toplam 1 milyon 154 bin 383 öğretmen görev yapıyor. Veli sayısına ilişkin kesin bir bilgi olmamakla birlikte, 26 milyon 75 bin 365 hanede en az bir çocuk bulunması, veli popülasyonunun büyüklüğü üzerine bir fikir veriyor. Ülke nüfusunun yarısından fazlasının eğitim hizmetleriyle doğrudan ilişkili olduğu Türkiye’de eğitim sistemlerinin toplumsal hayata ve geleceğe etkileri düşünüldüğünde bu sayılar katlanarak artıyor. Raporda yer verilen bilgilere göre eğitim sisteminde alınan karar doğrudan veya dolaylı olarak neredeyse herkesi etkiliyor. Bu durum eğitime ilişkin tüm kararların katılımcı, şeffaf ve hesap verebilir bir şekilde alınmasını gerektiriyor.
“442 BİN 643 ÇOCUK EĞİTİM DIŞINDA”
ERG’nin son raporunda PISA 2022 sonuçlarına da yer verildi. Türkiye’de 15 yaşındaki öğrencilerin yüzde 18,5’inin, yani neredeyse her 5 öğrenciden birinin, PISA’nın ölçtüğü üç temel konuda (okuma, matematik ve fen) temel yeterliklere sahip olmadığı görülüyor. En az sekiz yıldır eğitimde olan bu öğrenciler arasında temel yeterlilik düzeyine bile ulaşamamış olanların oranının bu kadar yüksek olması, eğitim sisteminde kazanımlara ilişkin sorunlar olduğunun önemli bir işareti olarak tanımlanıyor. Diğer yaş gruplarının okullulaşma oranı şöyle: 14-17 yaş grubu (yüzde 94,5), 10-13 yaş grubu (yüzde 98,4), 6-9 yaş grubu (yüzde 98,6.) Zorunlu eğitim kapsamında olan bu kademelerde bile yaşa göre okullulaşma oranlarının yüzde 100’e ulaşmamış olması, nitelikli eğitim hakkının ilk adımı olan eğitime erişimde sorunlar olduğu anlamına geliyor.
2023 verilerine göre Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yaklaşık 442 bin 643 çocuk eğitim dışında olduğu bilgisinin paylaşıldığı raporda şu görüşlere yer verildi: “Bu sayıya eğitim dışındaki, ‘yabancı uyruklu’ olarak tanımlanan yaklaşık 454 bin 872 çocuk eklendiğinde, toplam sayı 900 bine yaklaşıyor. ERG’nin 2007’den beri yürüttüğü izleme çalışmaları kız çocuklar, engelli çocuklar, çalışan çocuklar, anadili Türkçe olmayan çocuklar, kırsaldaki çocuklar gibi grupların eğitim dışına çıkma risklerinin yüksek olduğu gösteriyor.”
ÖĞRETMENLİK DEĞER GÖRÜYOR MU?
TALIS 2018 kapsamında yapılan anketin sonuçlarını da aktaran ERG’nin araştırmasında öğretmenlerin sorunlarına ve taleplerine de yer verildi. Buna göre Türkiye’den öğretmenlik mesleğinin toplumda değerli olduğuna “katılıyorum” veya “kesinlikle katılıyorum” diyen ilkokul öğretmenlerinin oranı yüzde 26,7, ortaokul öğretmenlerininki yüzde 26,0, ortaöğretim öğretmenlerininki ise yüzde 30 oldu. Zorunlu eğitim kapsamındaki tüm kademelerde her 10 öğretmenden neredeyse sadece 3’ünün toplumda mesleklerinin değerli olduğunu düşünmeleri, öğretmenliğin statüsü, saygınlığı ve öğretmenlerin iyi olma hâlleri konusunda acil müdahalelere ihtiyaç olduğunu gösteriyor.
YOKSULLUK VE DIŞLANMA RİSKİ SÜRÜYOR
ERG’nin 2007’den beri düzenli olarak yürüttüğü eğitim izleme çalışmaları, MEB 2024-2028 Stratejik Planı’nda paylaşılan ihtiyaçları doğrulamakla birlikte ihtiyaçların bunlarla sınırlı olmadığını da ortaya koyuyor. Rapora göre sosyoekonomik durum ve dolayısıyla evdeki imkân farklılıkları çocuğun eğitim deneyimini etkiliyor. Yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altında çocukların oranı yüzde 45,2’ye ulaşırken okullarda hâlâ ücretsiz ve sağlıklı okul yemeği sağlanmıyor. PISA 2022 sonuçları okul türleri arasındaki puan farklarını da ortaya koyuyor. Rapora göre fen liseleri ve mesleki ve teknik anadolu liseleri arasındaki 203 puan, 10 okul yılı farka denk geliyor. Liselere geçiş sisteminin sınırlılıkları ve okullararası farklılıklar çocukları ilgi alanları olmayan okullara mahkûm ediyor. Sınav baskısı, eğitimde oyunun, sanatın, sporun ve müziğin giderek daha önemsiz hâle gelmesine neden oluyor.
YENİ MODEL ÇÖZÜM OLUR MU?
Raporda, tüm sorunların çözümünün ve temel ihtiyaçlarının karşılanmasının sadece öğretim programı değişikliğiyle sağlanamayacağı vurgulanırken, şunlar kaydedildi: “Doğru tasarlandığı takdirde öğretim programlarının çözüme katkı sunacağı yadsınamaz. Ancak, eğitimde ihtiyaç duyulan öncelikli reform, öğretim programı değişikliği değildir. Eğitim politikalarının mevcut durumu, öncelikli olarak atılması gereken adımların; çocuğun ve öğretmenin iyi olma halinin tüm politika süreçlerinde merkeze alınması, karar alma süreçlerine paydaş katılımının güçlendirilmesi, özgür, akılcı, eleştirel düşünme alanının inşa edilmesi, kutuplaşmanın önüne geçilmesi, politika ve uygulamalarda sürekliliğin sağlanması ve etkili izleme ve değerlendirme sistemlerinin kurulması olduğunu ortaya koyuyor.
Yeni program, maneviyatın ağır bastığı bir söylemle ‘yetkin ve erdemli insan yetiştirme’yi temel amaç olarak ele alıyor. Program, ahlaki ve millî değerler üzerine kurulurken toplumsal katkı ve bütüncül gelişim gibi alanları hedefliyor. Ancak burada öne çıkan değerler, somut, bilimsel bilgiye dayalı bir etik algısıyla sorgulanabilir ögeler olmaktan ziyade öğrencilerin pasif bir şekilde edinecekleri ögeler olarak kurgulanıyor. Başka bir ifadeyle normatif bir yaklaşım takip eden, sorgulanması ve somutlaşması mümkün olmayan bu kavramlar ve değerler programda sık sık ele alınan eleştirel düşünme kavramına taban tabana zıt bir durum oluşturuyor. Programın merkezinde insan olduğu ifade edilmesine karşın çocuğun gerçek ihtiyaçları dikkate alınmıyor. Bir arada yaşama kültürü oluşturma, toplumsal cinsiyet eşitliği, acil ve durum krizlere karşı dayanıklılığın artırılması, teknoloji ve yeniliklerin yerelleştirilmesi, doğa, enerji, üretim ve verimlilik gibi temalara ilişkin bireysel ve toplumsal ihtiyaçları ortaya koyacak analizlere ihtiyaç var.”