Pandemiyle birlikte “geçinemiyoruz” diyenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Yapılan anket ve araştırmalar ülkenin yarısından fazlasının borçlanarak geçindiğini gösteriyor. Binlerce iş yeri de kapandı.
Peki ekonomideki kötü gidişatın tek sorumlusu pandemi mi? Hükümetin ekonomik paketleri ve pandemi önlemleri işe yarıyor mu? Pandemiden sonra ekonomiyi ne bekliyor? İktisatçı ve eski milletvekili Nesrin Nas ile konuştuk.
“EŞİTSİZLİKLER DERİNLEŞİYOR”
- Pandemi başladığında bu virüs kapitalizmin gerçek yüzünü gösterecek, bitirecek tartışmaları vardı. Şimdi durum ne?
Pandeminin aslında çok eşitleyici olduğu, bir dolu şeyi değiştireceği de söylenmişti. O dönemlerde bu konuda çok karamsar olduğumu, aslında rejimlerin en kötü versiyonlarını hayata geçireceğini söylemiştim. Çünkü pandemi çok eşitsiz bir düzlemde vurdu. Aşı dağıtımında dahi eşitsizliğin ne kadar yakıcı ve yıkıcı olduğunu çok açık bir şekilde görüyoruz.
Pandemide nerdeyse dünyanın tamamını aşılamak zorundasınız. Zengin ülkeler önceliği kendine ayırarak, pandemiyi yönetebileceklerini düşünüyor. Bizim gibi hem yoksul hem de sert bir kapitalizmin uygulandığı ülkelerde bu durum çok daha acımasız bir hale gelebiliyor. Mevcut eşitsizliklerin çok daha derinleştiği bir süreç yaşıyoruz.
“Evde kal” sloganı dahi müthiş eşitsizliği çağrıştırıyor. Evde kalabilme ayrıcalığına sahip olan biri olarak bu çağrıyı yapamadım. Çünkü bir gün çalışmadığı zaman aç kalan insanların ne kadar çok olduğunu biliyorum. TÜİK’in resmi rakamlarına göre nüfusun yüzde 49’u yoksul. Böyle bir ülkede herhangi bir gelir desteğinden yoksun insanların evde kalabilmesi mümkün değil.
- Ekonomik anlamda en az etkilenen kesimin bu dönemde çalışanlar olduğu yönünde bir değerlendirme var. Ne dersiniz?
Pandeminin ilk başladığı zaman tam kapanma haliyle karşılaşılacak ekonomik kayıplarla, kapanmama halinde yaşanacak ekonomik kayıpların karşılaştırıldığı çalışmalar vardı. Tam kapanma halinde kısa dönemde yüzde 17’lik bir gelir düşüşünün olacağı tam kapanma olmadığı zaman bunun yüzde 30’lara ulaşacağı hesaplanıyordu. Zaten tam kapanma yapamadığınızda sağlık sisteminin bütçeye getireceği yük çok daha yüksek oluyor. Tam kapanma yaptığınızda verdiğiniz gelir destekleriyle hem iş yerlerini ayakta tutuyorsunuz hem de devletin vergi verecek tabanını ayakta tutuyorsunuz. Öbür türlü tamamen kaybediyorsunuz ve sonradan ayağa kaldırmanız çok zor hale geliyor.
Bu süreci dünya da çok kötü yönetti ve hala da çok kötü yönetiyor ama Türkiye özel olarak çok kötü yönetiyor. İnsanların ayakta kalabilmesi için gelir desteği vermeden kredi desteğine yüklenen ve sürekli borçlandıran ve borcu borçla kapattıran yönetme anlayışı var.
- Sizce neden tam kapanma olmadı?
Pandemiyi başta çok hafife aldıklarını düşünüyorum. Bu iktidar ekonomik büyümeyi her şeyden çok önceliyor ve başarı hikâyesini onun üzerine kuruyor. Çin bu uzun süreli kapanma nedeniyle üretim piyasasından çekilecek ve biz tedarikçi olarak onun yerine geçeceğiz diye düşündü.
- Peki ne oldu?
Tabii ki öyle bir şey olmadı. Öyle bir şey olabilmesi için özgün bir alt yapınızın ve verimliliğinizin olması lazım. Bütün bunlar olmadığı gibi pandemi çok ciddi bir şekilde vurmaya başladı.
“DERİN BİR YOKSULLUK VAR”
- Pandemiden sizce en çok hangi kesim etkilendi?
Güvencesiz çalışanlar çok kötü etkilendi. Onlar herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna bağlı olmadıkları için kısa çalışma ödeneğinden de yararlanamadı. Gündelikçi olarak çalışan kadınlar, kağıt toplayıcıları, müzisyenler çok derin etkilendi.
Kontrol edilmeyen fiyatlar nedeniyle yükselen enflasyonla emekliler etkilendi. Çalışan kesim etkilendi ve sadece işsizlerin değil çalışan yoksulluğu da başladı. Öğrenciler çok derin etkilendi çünkü ailelerinden yeterli maddi desteği alamadılar. Derin Yoksulluk Ağı’ndan Hacer Foggo ile konuşuyoruz. Çocukların açlıktan fiziki olarak küçüldüğünü anlatıyor. Mesela dört numara bez yolluyorsunuz iki ay sonra dört numara yerine beş numara yollamanız gerekirken aileler bir beden küçük bez istiyor.
Tahmin edemeyeceğiniz kadar derin bir yoksulluk var. Ve bunu kimse görmek istemiyor. Bu konuda varını yoğunu ortaya koyan çalışıp çabalayan insanlar var ama bunlar iktidarın gözüne görünmüyor.
Bir zamanlar küçük bir bakkaliyesi ya da pazar tezgahı olan insanlar da yoksulluğa geçti. Yoksulluğa geçmesinin ötesinde krediyi krediyle kapatma gibi uygulamalar nedeniyle aşırı derecede borçlandılar. Türkiye’de hane halkı borçlar 860 milyar lirayı geçti. Bu borç her geçen gün yükseliyor.
- 2020 yılının Şubat ayına dönecek olursak ne yapılabilirdi ki şu anda yaşanan tablo yaşanmıyor olsun?
2020 Şubatına geldiğinizde pandemi olsa da olmasa da biz bunları yaşayacaktık. Belki koronadan ölmekle, aç kalmak gibi bir tercih yapmayacaktık ama 2020’ye geldiğimizde bu iş zaten bitmişti. Ben pandemiden önce ‘İzlenen ekonomi politikalarıyla Türkiye bir süre sonra orta gelir tuzağına sıkışıp kalmanın ötesinde yoksulluk tuzağına hapsolacak ve orada da kalamayacak açlık tuzağına hapsolacak.’ diyordum. Bu çok net görülüyordu. Türkiye’de son yapılan büyük sanayi yatırımı 2001 yılında yapılan Ford fabrikası.
- Yani yaşadığımız ekonomik yıkımın sorumlusu pandemi değil, ekonomi politikaları diyorsunuz.
Tabii. Türkiye rejim değişikliğine geçmeden önce de belli aksaklıklar, eksiklikler vardı. Bunlardan biri doğrudan dış kaynaklara bağımlı bir büyüme modelinin benimsenmesiydi. Bu hızlı büyümeyi de inşaat sektörü üzerinden sağlamaya çalışmasıydı. Bu çok ciddi bir belirsizliği yaratıyor ve nitelikli iş gücü çalışanınızı da yok ediyordu. Çünkü inşaat sektöründe nitelikli işgücüne ihtiyaç yok. Bu doğal olarak eğitimi de önemsizleştirdi. Eğitimi önemsizleştirdiğinizde mesleksizleşme başlar. Mesleksizleşme ile ekonominin verimliliği aşağıya iner. Dış kaynak kesilmeye başlayınca işçi çıkarma yoluyla verimlilik savaşına kalkışılır o verimlilik savaşı işsizliği büyütmeye başlar.
“FAİZLER YÜKSEK SEVİYEDE DEVAM EDECEK”
- Sizce bu süreç nasıl devam eder?
Dış kaynak girişi bol olduğu zaman iktidarın işi kolaydı çünkü sorunları parayla kapatıyordu. Esnafın ihtiyacı mı var, esnafa ödenek veriyordu. Tüketicinin ihtiyacı mı var, kredileri devreye sokuyordu. Büyük iş dünyası istediği zaman istediği şekilde borçlanabiliyordu. Çıkarları birbirinden çok farklı olan kesimleri bu kaynaklar sayesinde birarada tutabiliyordu. Şimdi çıkarlar ayrıştı. Büyük sermaye döviz borçlusu olduğu için ‘dövizin fiyatı artmasın’ diyor. Bu yüzden faizler arttı. Faizler arttığı için küçük işletmeler borçlarını ödemekte güçlük çekmeye başladı. Bunun üzerine pandemi de gelince borçlarını ödeyemez hale geldi. Yani bir taraf faizlerin artmasını bir taraf düşmesini istiyor. Böyle olunca çıkarlar ayrışmaya, çatışmaya başladı. Artık bunları birarada tutmanız mümkün değil. O nedenle şu anda birinci öncelik dövizin istikrarlı bir şekilde kalması yani faizler yüksek seviyede devam edecek.
Rejimin hesabı şöyle; mayıs, haziran gibi pandemi hafifler, aşılama etkisiyle Avrupa’da piyasalar açılmaya başlar, talepleri artar, bu bizim ihracatımızı olumlu yönde etkiler, bir miktar döviz girer.
- Küçük esnaf ne olacak?
Ülkeye döviz girmeye başlayınca faizi indirmek zamanı gelmiş demektir. O faizi indirene kadar itirazların susturulması lazım. Küçük esnafa olacak şey o. Mayıs, hazirana kadar kimsenin ses çıkarmasına izin verilmeyecek. Ben giderek şiddetin dozunun artacağını düşünüyorum.
- Sizin de belirttiğiniz milyonlar açlık sınırında yaşıyor. Bu insanlar nasıl hayatlarına devam edecek?
Ülke ortadan ikiye bölünmüş durumda. Yasalar da, ekonomik paketler de ona göre uygulanıyor. Gerçek gündemi saklamak, gerçek gündemin konuşulmasını önlemek için uğraşıyorlar.
“Açız”, “geçinemiyoruz” denildiği zaman insanlar hemen bir takım araçlarla ideoloji, kimlik, inanç eksenine sıkıştırılıyor. Ve bu eksende tekrar bölme ve ayrıştırma yapılarak toplum yönetilmeye çalışılıyor. Örneğin Boğaziçi Üniversitesinde yaşananlara bakacak olursak; biz akademik özgürlükleri, Boğaziçi’nin geleneklerini, dünyanın iyi üniversiteleri arasında yer alan yerin nasıl bu hale getirildiğini konuşmuyoruz, oradaki çocukların gözaltında nelerle karşılaşabileceğini konuşuyoruz. Ve ne yazık ki muhalefet de iktidarın kendisine dayattığı söylemi alıp benimsiyor.
- Esnaf bu süre zarfında kredi desteğine yüklendi, kredi desteği ile borçlandı. Esnafın durumu?
Elden kayıp gidenlerin yeniden ayağa kaldırılması çok zor. Esnaf desteği için bazı borçların silinmesi ve bazı borçların çok uzun vadede yapılandırılması gerekiyor. Bunlar da yetmez, o işletmelerin ayağa kalkması için doğrudan gelir desteği yapmak gerekir.
- Bunları yapabilecek bütçe var mı?
128 milyar dolar Merkez Bankası’nda yok edilmiş durumda. Bunun hesabını hiç kimse sormuyor. Kamu özel işbirliği projelerindeki ödemeler mücbir sebeplerle geciktirilebilir. Temel mesele neyi ayakta tutmak istediğinizle ilgili. Bu iktidar tercihini çok net şekilde koymuş durumda. Yeni bir bakış açısıyla ekonomik ilişkiler ele alınmadan, buradan kolay çıkış yok. Esnaf ayakta kalacak ki para harcasın, işçiler daha çok gelir elde edecekler ki; birilerinin üretimine talep yaratsın. Burada öncelikler sistemini değiştirmeniz gerekiyor
- Sürekli bir büyümeden bahsediliyor ama herkesin borcu var ve açlık sınırının altında yaşıyor. Bu koşullarda bu ekonomik plan ne kadar sürdürülebilir?
Kamu kaynaklarını tek başına kullanma imkânı gücünü ele geçiren iktidarlar kamu kaynakları tükenene kadar bunu sürdürebilirler. Önemli olan muhalefetin sesini çıkarıp buna izin vermemesidir. Tabii ki sorunlar birden çözülmeyecek ama sorunları çözebilmek için konuşmak zorundayız. Karamsar bir tablo gibi gelebilir ama bu yoksulluktan hızlı çıkış yok.