Derinleşen ekonomik kriz, artan hayat pahalılığı ve eriyen gelirler, emekliler açısından geçim mücadelesini her geçen gün daha da ağırlaştırıyor. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na bağlı Birleşik Metal-İş Sınıf Araştırmaları Merkezi’nin (BİSAM) kasım ayı verilerine göre, dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 27 bin 289 liraya, yoksulluk sınırı ise 94 bin 393 liraya yükseldi. Açlık sınırının dahi altında kalan emekli aylıkları, milyonlarca emeklinin temel ihtiyaçlara erişimini zorlaştırırken, emeklilerin gözü yeni yılda yapılacak artış oranlarına çevrildi. Yılın ikinci yarısına ait beş aylık enflasyon yüzde 11,21 olarak gerçekleşirken, bu oran emekliler için kesinleşmiş zam farkını oluşturdu. Aralık ayı enflasyonunun Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) beklentisi olan yüzde 1,16 seviyesinde gerçekleşmesi halinde, SSK ve BAĞ-KUR emeklileri toplamda yüzde 12,49, memur ve memur emeklileri ise enflasyon farkı ve toplu sözleşme zammıyla birlikte yüzde 18,92 oranında artış alacak. Ancak mevcut artış senaryolarının, emeklilerin yaşadığı derin yoksulluğu telafi etmeye yetip yetmeyeceği tartışma konusu. DİSK Dev Emekli-Sen Genel Başkanı Cengiz Yavuz, emeklilerin yaşadığı maddi sıkıntıların nedenlerini, uygulanan ekonomi politikalarının sonuçlarını ve emeklilerin taleplerini anlattı.

EMEKLİLERİN YARISI ÇALIŞMAK ZORUNDA
DİSK Dev Emekli-Sen Genel Başkanı Cengiz Yavuz, emeklilerin yeni yılda alacağı maaş artışına ilişkin olarak, ortada bir zam olmadığını söyledi. “Öncelikle şunu netleştirelim; ortada bir ‘zam’ yok, enflasyon karşısında eriyen alım gücünün bile telafi edilemediği bir ‘sefalet güncellemesi’ var” diyen Yavuz, “İktidarın TÜİK verilerine dayanarak açıkladığı veya açıklayacağı hiçbir oran, çarşı-pazarın gerçek enflasyonunu yansıtmıyor. Bizim için bu artış oranları, emekliyi yok sayan, onu ‘bütçeye yük’ olarak gören zihniyetin devamıdır. Emekliler, rahat bir nefes almak yerine, hesap makinesiyle kuruş hesabı yapmaya mahkûm edildi. Bu artışı kabul etmiyoruz; çünkü bu bir artış değil, yoksulluğun kalıcı hale getirilmesidir.” dedi.
Türkiye’de 16 milyonu aşkın emekli ve hak sahibi bulunduğunu belirten Yavuz, emeklilerin çalışma koşullarına ilişkin şunları söyledi: “Bu nüfusun çok büyük bir bölümü, kâğıt üzerinde emekli olsa da fiilen işçi. Bugün emeklilerin yüzde 50’sinden fazlası ya kayıtlı olarak ya da merdiven altı atölyelerde, inşaat köşelerinde, güvenlik kulübelerinde kayıt dışı çalışmak ya da iş aramak zorunda.”
HAYATTA KALMA MÜCADELESİ VERİYORLAR
En düşük emekli aylığı uygulamasına da değinen Yavuz, şunları söyledi: “Milyonlarca emekli arkadaşımız, kök aylığı ne olursa olsun hazine desteğiyle tamamlanan o dip aylıklarda eşitlendi. Bu, prim gün sayısı veya ödenen prim miktarı ne olursa olsun, emeklilerin ‘dipte eşitlenmesi’ ve kitlesel bir yoksulluk havuzuna hapsedilmesi demektir.”
Emeklilerin temel ihtiyaçlarına ilişkin de değerlendirme yapan Yavuz, “En temel sorun, en insani olanıdır: Beslenme ve barınma. Semt pazarlarının akşam saatlerini bekleyen, atılmış sebzeleri toplayan emeklileri hepimiz görüyoruz. Eskiden ‘nasıl daha iyi yaşarım’ diye düşünen emekli, bugün ‘kiramı ödersem bu ay karnımı doyurabilir miyim?’ ikilemiyle boğuşuyor. Sağlıklı gıdaya erişim lüks oldu. Et, süt, peynir emeklinin sofrasından kalktı. Ayrıca kış aylarındayız; doğalgaz faturasını ödeyemediği için soğukta oturan, ilaç katılım payını veremediği için tedavisini aksatan binlerce üyemiz var. Emekli, biyolojik olarak hayatta kalma mücadelesi veriyor.” diye konuştu.

“YOKSULLUK” BİLE HAYAL
Açlık ve yoksulluk sınırıyla emekli aylıkları arasındaki farka işaret eden Yavuz, şöyle konuştu: “Tablo utanç verici. Açlık sınırı verileri ortada. Bugün ortalama bir emekli aylığı, dört kişilik bir ailenin sadece mutfak masrafını ifade eden açlık sınırının dahi altında. Yoksulluk sınırından bahsetmiyoruz bile; o, emekli için hayal dahi edilemeyecek bir uzaklıkta. Emeklilerin geliri, ‘sosyal ölüm’ sınırının altında. Yıllarca bu ülkenin taşını toprağını işleyen, değer üreten eller, bugün sadakaya muhtaç hale getirildi. Bu tablo, gelirin adil bölüşülmediğini, servetin sermayeye akarken, külfetin emekçiye ve emekliye yüklendiğini gösteren sınıfsal bir tablodur.”
Kök aylık uygulamasına ilişkin olarak Yavuz şu değerlendirmeyi yaptı: “Kök aylık uygulaması, emeklinin cebindeki parayı buharlaştıran bir illüzyon. Hazine tamamlamasıyla eline geçen para ile asıl aylığı arasındaki fark yüzünden, yapılan zamlar emeklinin eline geçmiyor.”

“İNTİBAK YASASI DERHAL ÇIKARILMALI”
Çözüm önerilerini de sıralayan Yavuz, taleplerini şu sözlerle ifade etti: “Hazine desteği ve kök aylık ayrımı derhal kaldırılmalı, en düşük emekli aylığı asgari ücrete çıkarılarak ‘taban aylık’ olarak kabul edilmeli. 2000 öncesi ve sonrası emekliler arasındaki adaletsizliği giderecek İntibak Yasası derhal çıkarılmalı. Emekli aylık bağlama oranları 2008 öncesi seviyelere çekilmeli. Tüm emekli aylıklarına seyyanen zam yapılmalı ve büyümeden refah payı verilmeli.”
En düşük emekli aylığının asgari ücret düzeyine çıkarılması talebine ilişkin Yavuz şunları söyledi: “Asgari ücret, bir ülkede insanın yaşamını sürdürebilmesi için belirlenen ‘en alt’ limittir. Emekli, artık bedenen çalışamayacak durumda olduğu varsayılan kişidir. Çalışan bir insanın zor geçindiği rakamın yarısıyla, bir emeklinin yaşamasını beklemek akıl dışıdır. Bu ülkede ‘kaynak yok’ yalanına inanmıyoruz. Kur Korumalı Mevduatlara, vergi affı getirilen holdinglere, geçiş garantili projelere aktarılan milyarlarca liralık kaynak var. Sorun bütçe sorunu değil, tercih sorunudur. Kaynaklar sermayeye değil, emekçiye aktarılırsa bu talep pekâlâ karşılanabilir.”

“KÖŞEMİZE ÇEKİLİP ÖLÜMÜ BEKLEMEYECEĞİZ”
Emeklilerin sosyal yaşamdan koparıldığını vurgulayan Yavuz, “Emekliler sosyal yaşamdan kopmuyor, sistem tarafından evlerine hapsedilerek tecrit ediliyor. Bu bir ‘kopuş’ değil, sistemli bir toplumsal tecrit politikasıdır. Bir emeklinin torununa harçlık veremediği için bayramda kapısını kilitleyip evden çıkmadığına, bir çay ocağında arkadaşına çay ısmarlayamadığı için sokağa çıkmadığına şahit oluyoruz. Sermaye düzeni, üretim çarkından çıkan bizleri ‘miadını doldurmuş’, ‘sırtında küfe’ olarak görüyor. Bizi evlere hapsederek, sadece bedenimizi değil, sınıf bilincimizi ve toplumsal hafızamızı da öldürmek istiyorlar. Biz ‘ununu elemiş, eleğini asmış’ insanlar değiliz; biz bu ülkenin yollarını, fabrikalarını, okullarını inşa edenleriz. Köşemize çekilip ölümü beklemeyeceğiz. Pazarda, otobüste, meydanda, yaşamın aktığı her yerde ‘Biz buradayız, hakkımızı söke söke alacağız’ demeye devam edeceğiz.” dedi.