Hürriyet Gazetesi çalışanı Çetin Emeç, 7 Mart 1990 sabahı, ailesiyle vedalaşarak kendisini Suadiye’deki evinin önünden almaya gelen şoförünün yanına gidiyordu. Arabanın bulunduğu sokağın başında bekleyen 4 kişiden ikisi, Emeç’in otomobile binmesinden hemen sonra iki yandan çapraz ateşle onu kurşun yağmuruna tutmaya başladı. Emeç’in olay yerinden kaçan şoförü ise yine aynı katiller tarafından öldürüldü.
“HEPİNİZİ ÖLDÜRECEĞİZ”
Saldırı haberi her yere yayıldıktan sonra herkes Emeç’in katillerinin kim olduğunu sormaya başladı. Dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu televizyonlara çıkarak, artık ezberlenen o cümleyi tekrar ediyordu: “Katilleri en kısa sürede yakalayacağız.”
Gazetecinin katledilmesinden 6 saat sonra Sabah Gazetesi’ne gelen bir telefonda kimliği belirsiz biri, Emeç’i “Türk İslam Komandoları Birliği” tarafından öldürdüklerini iddia ediyordu. O döneme kadar adı dahi duyulmamış bu örgüt adına konuşan kişi telefonda “Sıra sizde, hepinizi öldüreceğiz” diyordu.
Tam 6 yıl sonra İstanbul’da yakalanan katil zanlısı İrfan Çağırıcı, idam istemiyle yargılandı. Yargılanma sürecinde idam cezasının kalkmasından kaynaklı, bir yıl süren yargılama sonucu Çağırıcı müebbet hapse mahkûm edildi. Emeç’in ölüm emrini verdiği söylenen örgütün Türkiye askeri birim sorumlusu Ekrem Baytap da 93’te yakalandı.
2000’E KADAR ÇÖZÜLEMEYEN DAVA
23 Temmuz 2000’de Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde görülen davada, Çetin Emeç cinayetinin de içinde bulunduğu suçlardan yargılanan örgütün üyelerinden; bir sanık idam cezasına çarptırılırken, 4 sanık müebbet hapse mahkûm edildi. 17 sanık ise ağır hapis cezalarına çarptırıldı. 20 sanık beraat etti. 7 sanığın zaman aşımından davası düştü. Bu yargılanma süreci boyunca katil zanlıları ve örgüt yıllarca eylemlerine devam etti.
EŞİ 28 YIL SONRA GAZETEMİZE KONUŞTU
Ölümünün ardından çok şey yazıldı, çizildi ama eşi ve çocukları sessiz kalmayı tercih etti. Basına röportaj vermeyen Çetin Emeç’in eşi Bilge Emeç, bundan iki yıl önce ilk kez gazetemize konuştu. “16 yaşımdan beri hayatıma büyük anlam katan hayat arkadaşım, sırdaşım, eşime, ne yazık ki bir veda bile edemedim.” diyen Bilge Emeç, bu röportajında kendinin ve çocuklarının soruşturmanın hakkıyla yürütüldüğüne inanmadığını söylemişti.
Bilge Emeç eşini şu sözlerle anlatmıştı: “Çetin, mesleğine tutkuyla bağlı bir insandı, günde 15 saat çalışırdı. ‘Önce gazetesini sonra bizi severdi’ desem abartmış olmam. Çünkü onun önceliği hep gazetesiydi, bunu kendisi de açık açık söylerdi. Az uyku uyur, az yemek yerdi. Çetin için gün güneş doğmadan sabah haberlerini dinleyerek başlardı. 40 dakikalık jimnastiğinin ardından duşunu alır, mutlaka sabah duasını yapar ve erken saatte de gazeteye giderdi. Yoğun geçen bir günün ardından akşam geç de olsa benimle dost davetlerine katılmak isterdi. ‘Sen önden git ayıp olmasın, ben gazeteden yetişirim’ derdi. Az vakti olmasına rağmen çocuklarıyla hep çok ilgiliydi. Onların da kendi gibi disiplinli ve çalışkan olmalarına büyük önem verdi. Yurt içinde ve dışında, talebelik zamanlarında zaman zaman onların hocalarıyla istişarede bulundu. Mehveş’in Avusturya ekolüyle yetişen iyi bir piyanist, Mehmet’in ise Amerika’da aldığı eğitimle başarılı bir yönetici olacağına inancı sonsuzdu.”
EŞİNİN DİLİNDEN “O GÜN”
Bilge Emeç, 7 Mart 1990 günü yaşadıklarını ise şöyle anlatmıştı: “Silah sesi ve cam kırılma sesiyle sarsıldım. Sonra bir anda anlamsız bir uğultu başladı. Kalabalık insan sesleri gibiydi... Sanki aşağıda bir olay olmuş gibi... Sonra camdan aşağı baktım. Çetin arabasının arka koltuğunda hareketsiz öylece oturuyordu. Arabanın cam kırıkları yola saçılmıştı. Şoka girdim ama Hürriyet Gazetesini arayıp, ‘Çetin’i vurdular, hemen bir hastane bulun ona, lütfen’ diyebildim. O gün yaşadığım her şeyi çok net hatırlıyorum. Çocuklarım yurtdışında tahsildeydiler. Mehveş Londra’da, Mehmet ise Amerika’da. Evde o an yanımdaki yardımcılarımızdan başka kimse yoktu. Çetin’i götürmüşler ama ben Çetin’in peşinden hastaneye koştum. Neyle karşılaşacağımı bilemeden, ama büyük bir ümitle... Sağ olsun hastaneye akın eden Çetin’in gazeteci arkadaşları, dostlarımız geldiler. Herkes perişandı tabii...”
“YAŞASAYDI KİTAP YAZIYOR OLURDU”
“Çok tehdit alıyordu.” diyen Bilgi Emeç, “Tehdit mektupları en fazla gazeteye geliyordu, ama eve gelenler, yani posta kutusunda bulduklarımız da vardı. Köşe yazılarında dönemin siyasilerine çok sık değindiğinden, eve gelen tehdit telefonlarında yazılarını eleştirerek tehdit ederlerdi. ‘Mahallede cezasını vereceğiz onun’ diye telefonlar gelirdi mesela...” ifadeleriyle suikaste giden dönem yaşadıklarını böyle özetlemişti.
Bilge Emeç, “Çetin prensiplerinden asla ödün vermezdi. Vatan sevgisi onun için hep birinci plandaydı. Düşüncelerini ne pahasına olursa olsun, yazılı ya da sözlü, mutlaka ifade ederdi. Bir köşesi olsun olmasın, yaşasaydı büyük ihtimalle kitap yazıyor olurdu. Türkiye’nin her daim kendi gibi dürüst gazetecilere ihtiyacı olduğunu düşündüğü için...” demişti.
AİLEDEN GELEN MESLEK
1935 doğumlu olan Çetin Emeç’in babası da bir gazeteciydi. Mesleğe 1952’de babası Selim Ragıp Emeç’in Son Posta gazetesinde başladı. 1972’ye kadar Hayat ve Ses dergilerinde yazı işleri müdürlüğü yaptı. 1972 yılında Hürriyet Grubu’na geçti. Hürgün Yayınları’nın Genel Yönetmenliğini yaptığı sırada, Hürriyet Gazetesi genel yayın müdürlüğü görevini üstlenen Emeç, 1984-1985 yıllarında da genel yayın yönetmeni olarak Milliyet’e geçti. 1986’da genel koordinatör olarak Hürriyet gazetesine döndü.
Öldürüldüğünde 38 yıllık gazeteci olan Emeç, Hürriyet Gazetesi yönetim kurulu üyesi ve yazarıydı. Çetin Emeç, Gazeteciler Cemiyeti, Uluslararası Basın Enstitüsü ile Uluslararası Gazetecilik Basın Enstitüleri Federasyonu üyesiydi.
ADI BULVARDA VE PARKTA YAŞIYOR
Çetin Emeç, Kadıköy’le bütünleşmiş bir isim. Evinin bulunduğu Suadiye’deki bulvara adı verilen Emeç’in burada bir de büstü bulunuyor. Kadıköy Belediyesi ayrıca, 2016 yılında Göztepe’deki Demokrasi Parkı’nın adını Çetin Emeç ve Demokrasi Parkı olarak değiştirdi. Açılışta gazetemize konuşan Çetin Emeç’in oğlu Mehmet Emeç, “Demokrasi Parkı’nın babamın adıyla birleştirilmesinden büyük mutluluk duyuyorum” demişti.