Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar geçtiğimiz günlerde bir basın açıklaması yaparak Türkiye’deki erkek çiftçilerin yaş ortalamasının 57,7 kadın çiftçilerin yaş ortalamasının 60,1, kayıtlı toplam çiftçilerin yaş ortalamasının ise 58,1 olduğu söyledi. Türkiye’de 18-32 yaş arasında çiftçilik yapanların oranı ise toplam çiftçilik yapanların içinde sadece yüzde 4,8’e tekabül ediyor. Tarımsal üretimde izlenen yanlış politikalar, üretim maliyetlerinin artması ve ekonomik kriz gibi nedenlerle Türkiye’de tarımsal üretim faaliyetleri her geçen gün azalıyor. Kozyatağı’nda Salkım Gıda Kooperatifi’nin kurucularından olan yönetmen Burak Yücel, “Kapıdaki Kıtlık” belgesel filmi ile tarımdaki sorunları ve çözümleri, halihazırda şu an ülkenin farklı bölgelerinde üretim yapan çiftçiler ve köylülerle konuştu. Yücel, “Ülkemiz tarımı uzun yıllardır uygulanagelen yanlış tarım politikaları sebebiyle artık kırmızı alarm veriyor.” diyor.
-Belgesel filminizin adı distopik bir çağrışım yapsa da aslında son yıllarda somut olarak karşımıza çıkan bir gerçeğin de ifadesi gibi. "Kapıdaki Kıtlık" gerçek mi yoksa gerçek olması ihtimal dahilinde olan bir şey mi?
Evet, filmimizin adı distopik bir çağrışım yapıyor zira şu an itibariyle içerisinde bulunduğumuz koşullar bir distopyadan farksız. Kapıdaki Kıtlık, ülkemiz tarımının bugünkü durumunu, ülkemiz çiftçisinin koşullarını, ülkemizin gıda egemenliğinde ne durumda olduğunu sorgulayan bir belgesel film. Filmimizin adında da geçen “kıtlık” vurgusuna dair sorunuzu bundan yirmi yıl önce sormuş olsaydınız, ihtimal derdik. Fakat bugün artık bu olgu bir ihtimal olmaktan çıkarak somut bir gerçekliğe dönüşmüş durumda. Hatırlayalım, Rusya-Ukrayna savaşının en sıcak günlerinde ülkemize getirilen üç tahıl gemisi adeta bayram havası ile basına yansımıştı. Büyük ve verimli bir tarım ülkesi olan Türkiye, bugün itibariyle buğdayda dahi kendi kendine yeterli bir ülke olmaktan çıkmış durumda.
-Buradan, filmi çekme amaçlarınız üzerine de konuşalım isterim. Türkiye'nin farklı şehirlerini gezerek üreticilerle görüştünüz, neden böyle bir belgesel çekmek istediniz?
Filmimizin hikayesi şöyle başladı: İçerisinde Kapıdaki Kıtlık filminin ekibinin de bulunduğu yurttaşlar olarak, 2019 yılında Kadıköy’ün Kozyatağı semtinde Salkım Gıda Kooperatifi’ni kurduk. Ülkemiz çiftçisinin ürününün kentteki insanlara aracısız biçimde ulaşması, gıda egemenliğinin ülkemiz çiftçisinin elinde olması, doğaya ve ekolojiye saygılı, ona zarar vermeyen bir üretim modelinin desteklenmesi gibi pek çok ilke eşliğinde açtık kooperatifimizi. O günden bugüne eğitsel pek çok faaliyette bulunduk diğer kooperatiflerden dostlarımızla birlikte. 2022 yılının Nisan ayında ülkemiz tarımına bütünsel bir perspektifle bakan bir belgesel film yapıp yapamayacağımızı konuşmaya başladık kendi aramızda. Kooperatif üye ve gönüllülerimizin arasında sinema ve fotoğraf eğitimi almış olan arkadaşlarımızın varlığı bu anlamda bizi cesaretlendirdi.
DAYANIŞMA İLE ÇEKİLDİ
-Diğer kooperatiflerle de işbirliği yaptınız sanırım.
Evet, fikrimizi diğer gıda kooperatiflerinden dostlarımızla paylaştık. Artvin Arıcılar Birliği, Besnili Kadınlar Kadın Girişimi ve Üretim ve İşletme Kooperatifi, Divriği Üretim ve Pazarlama Kooperatifi, Gödence Tarımsal Kalkınma Kooperatifi, MoniBostan, Ovacık Kooperatifi, Salkım Kooperatifi, Şana Yaşam Köyü ve Urla Kadın Kooperatifi olarak bu filmi ortak bir dayanışma bütçesi oluşturarak çekmeye karar verdik. Neden böyle bir film çekmek istedik? Çünkü biz ülkemizin ve ülkemiz tarımının bir uçurumun kıyısına getirilmesine sessiz kalmak istemiyor ve buna karşı mücadele etmek istiyoruz. İnsanların kendi kabuğuna çekilmesi, yalnızlaşması, umutsuzluğa sürüklenmesi, ülkeyi yönetenlerin en büyük temennisi. Biz ise üretenlerin yönettiği bir ülkenin özlemini kuruyoruz. Bu özlemimizi gerçekleştirmenin ön koşulu ise üretmek. Alternatifler sunmak. Serzenişten öteye geçerek eylemek, ortaya çıkartmak, var etmek. Filmimizi bu duygularla çektik diyebiliriz.
Belgesel ekibi: Ümit Turhan Coşkun, Mehtap Gülcihan, Murat Kapıkıran, Burak Yücel ve Gül Aslan
-Ne kadar sürdü çekimler, hangi illere gittiniz?
Çekimler yaklaşık sekiz ay sürdü. 2022 yılının Ağustos ayında başladık çekimlere. Sırasıyla şu illere gittik: Ankara, Sivas-Divriği, Adıyaman-Besni, Diyarbakır, Tunceli-Ovacık, Rize-Fındıklı, Artvin-Hopa, Düzce-Akçakoca, Sakarya, İzmir, Antalya.
“FERYAT EDİYORLAR”
-Sanırım farklı üretim alanlarını tercih ederek sorunları etraflıca anlamaya ve anlatmaya çalıştınız. Sizin edindiğiniz fikirler neler oldu? Tarımda hangi sorunlar var?
Evet, sizin de söylediğiniz gibi farklı üretim bölgelerine gitmek ve o bölgelerin özgünlüklerini görmek istedik. Daha doğru bir ifadeyle Türkiye’nin yedi coğrafi bölgesine de gitmiş olduk belgesel kapsamında ve toplamda yirmi bir çiftçi, üretici, üretim kooperatifi ile yüz yüze röportajlar yaptık. Bu belgesel ile biz de bilmediğimiz pek çok şey öğrendik. Hani ülkemiz köylüsü için Nazım Hikmet diyor ya bir şiirinde: “O topraktan öğrenip kitapsız bilendir” diye. Gerçekten çok doğru söylüyor. Çiftçileri onların ağzından dinlemek öyle zannediyoruz ki ciltler dolusu kitap okumaktan daha etkili oldu bizim için.
Şunu söyleyebiliriz ki, ülkemiz çiftçisi feryat ediyor. Çiftçiler seslerini duyurmak istiyor ama ülkeyi yönetenlerin kulakları işçilerin, emekçilerin, çiftçilerin taleplerine sağır. Ülkemiz tarımı uzun yıllardır uygulanagelen yanlış tarım politikaları sebebiyle artık kırmızı alarm veriyor. Ülkemiz tarımının temel direğini oluşturan küçük aile üreticiliğini, tarım tekelleri büyük bir ekonomik şiddetle tasfiye etmeye çalışıyor. Bu noktada da hayli yol aldıklarını söyleyebiliriz. Tarımdaki sorunlara dair pek çok şey söyleyebiliriz ama bizce en öne çıkan başlıklar şunlar:
-Devletin ülkemiz tarımına ve çiftçisine dönük üretim temelli bir tarım politikasının olmaması ve ithalat.
-Dışa bağımlılık, tohumdan gübreye ve enerjiye dek tüm kalemlerde ülkemizin dışa bağımlı hale getirilmiş olması ülkemiz çiftçisi için büyük bir handikap.
-Üretim maliyetlerinin yüksekliği, tarımın artık çiftçinin geçinmesini sağlayacak bir uğraş olmaktan çıkması.
-Sermayenin tarım arazilerine dönük saldırganlığı. Tarım arazilerinin imara açılması, betonlaşma, yol, köprü vb. projelerin, madenlerin, hidroelektrik santrallerinin bir bütün halinde tarımsal üretime verdiği zarar.
-Ülkemiz çiftçisinin yaş ortalamasının 60’a yaklaşmış olması. Genç çiftçilerin yetişmemesi, gençlerin köylerde kalmaması ve de tarımı bir meslek olarak tercih etmemesi. Bu olgu asla küçümsenmemeli zira bugün altmışlı yaşlarda olan çiftçilerimizin, çiftçiliği uzun bir zaman daha sürdürebilme olanakları giderek azalıyor.
“8 AYDA 20’Lİ YAŞLARDA BİR TANE ÇİFTÇİYE RASTLAMADIK”
-Üreticiler neler düşünüyor peki, genç nüfusun da tarımsal üretimden ayrıldığına dair raporlar var. İnsanlar tarımdan uzaklaşıyor mu sizce?
Üreticiler maalesef geleceğe umutla bakamıyorlar. Pek çoğu karamsar. Bazıları çiftçiliği birkaç seneye bırakacağını, bazıları ise kendi çocuklarının dahi çiftçilik yapmadıklarını, kentlere göç ettiklerini ifade ediyor. Çok samimi bir biçimde ifade etmek isteriz ki, binlerce kilometre yol yaptık, yedi coğrafi bölgeyi dolaştık, onlarca çiftçi ile söyleştik, röportaj yaptık. Bu sekiz aylık mesai içerisinde yirmili yaşlarda bir tane bile çiftçiye rastlamadık. Toprağını terk etmeyen, toprağını işlemekten mutlu olan genç insan göremedik diyebilirim. Bu bizim açımızdan çok somut bir veri. Köylerin genç nüfusu büyük oranda kentlere kay(dırıl)mış durumda. Kentlerde genç ve ucuz emeğe ihtiyacı var çünkü sermayenin. Köylülüğün sınırlandırılması, baskı altına alınması bu anlamda sermayenin ajandasındaki başlıklardan biri. İnsanlar tarımdan uzaklaşıyor mu sizce, diye sormuştunuz. “Uzaklaştırılıyorlar” demek daha doğru belki.
-Özellikle tüketimin ve nüfusun yoğun olduğu büyük şehirlerde hem maddi hem de sağlık açısından daha fazla sorun yaşanıyor. Eğer sorunlar artarak devam ederse İstanbul'u gelecek yıllarda neler bekliyor?
İçerisinde milyonlarca insanın yaşadığı metropollerde yaşam kuşkusuz daha zor. Pek çok açıdan bu böyle. Kent yaşamının her veçhesi konu başlıklarının uzmanları tarafından etraflıca değerlendirilebilir. Tarım ve gıda ekseninden bakıldığında büyük kentlerin önümüzdeki yıllarda büyük sorunlarla karşılaşacağını söylemek abartı olmayacaktır. Bunun birkaç temel sebebi var. Örnek olarak İstanbul’u ele alalım. Yaklaşık yirmi beş milyon insanın yaşadığı, yüzölçümü ise çok da büyük olmayan bir kent burası. Böylesi bir alanda yirmi beş milyon insanın yaşıyor olması, dahası İstanbul’un son kalan yeşil alanlarının da (Kuzey Ormanları gibi) yapılaşmaya açılması başlı başına bir felaket zaten. Bu kadar yüksek nüfuslu bir kentin beslenmesi ise başlı başına bir sorun. İstanbul’a memleketin dört bir yanından her gün mütemadiyen ürün getiriliyor. Binlerce ton ürün. Karayoluyla getiriliyor bu ürünlerin büyük bir kısmı.
Hem ekonomik açıdan büyük bir maliyet hem de ekolojik anlamda büyük bir kirlilik yaratıyor bu durum. Diğer yandan İstanbul’un yanı başındaki bir yanda Şile, diğer yanda Çatalca, Silivri gibi tarım alanları gün be gün kentleşmenin kurbanı oluyor. Halbuki sözünü ettiğimiz bu alanlar İstanbul kent merkezine en fazla doksan kilometre uzaklıkta. Antalya’dan sebze geliyor her gün İstanbul’a örneğin. Antalya-İstanbul arası yaklaşık 750 kilometre. Yani Çatalca ile İstanbul kent merkezi arasındaki mesafenin yaklaşık sekiz katı. Bu aynı zamanda ulaştırma maliyetinin de sekiz kat artması demek. Tabii ki her şey bununla bitmiyor. Kentte yaşayan bizler en temel gıda ürünlerine ekonomik olarak ulaşamıyoruz, bu bir. İkincisi ise sağlıklı ve güvenilir ürüne de ulaşamıyoruz. Yediğimiz gıda ürünlerinin pek çoğunun üretim sürecinde ağır kimyasallar kullanılıyor maalesef. Daha fazla verim almak adına endüstriyel tarım çiftçileri buna mecbur bırakıyor. Söylenebilecek çok fazla şey var ama şununla bitirmek gerekiyor belki: Ülkemizde gıda egemenliği yerli, yabancı tarım tekellerinin, büyük şirketlerin inisiyatifinden kurtarılmalıdır. Gıda egemenliği çiftçilerin, küçük çiftçi ailelerinin eline geçmelidir. Çiftçi toprağını işlemekte özgür olmalı, emeğinin de karşılığını almalıdır. Bu olmadığı takdirde büyük kentlerdeki insanlar açısından beslenmek, bugün olduğundan çok daha yakıcı bir sorun haline gelecektir. Yakın vadede bu tehlike küçümsenmemelidir.