Gelişme/gelişmişlik genellikle iktisat biliminin kavramı ve terimi olarak gündelik dile gelip yerleşmiştir.
Gelişme/gelişmişlik genellikle iktisat biliminin kavramı ve terimi olarak gündelik dile gelip yerleşmiştir.
Yine iktisatçılar ülkelerin gelişmişlik derecesini tespit için çeşitli ölçütler alırlar. İstatistiklerden sonuçlar çıkarırlar. Sözgelimi kişi başına elektrik tüketimi; kağıt tüketimi; milli gelir düzeyi ve asıl fert başına düşen gelir ya da eğitim düzeyi; sanayi malı üretimi; ihracat ve cari açık gibi göstergelerin gelişmişliğin ölçümünde uzmanlar ve OECD ve benzeri milletlerarası kuruluşlarca kullanıldığını biliyoruz.
Tabii bu arada “kağıt tüketimi”nin artık ölçüt alınamayacağını da iddia edip bilgiçlik taslayabiliriz. Öyle ya, bilgisayar ve internet ve e-posta, ipadler aleminde yaşamıyor muyuz? Yazma ve okumanın papucu dama atıldığına göre kağıt, ölçüm birimi olmaktan çıkmış sayılır.
Öte yandan gelişmişlik ve uygarlığın hemen hemen aynı coğrafyada buluşageldiklerini de söyleyebiliriz. Görünen odur. Gelişmişlik yakın zamanlara ait bir terimken, uygarlık çok eskilerden gelen bir niteleme. Zenginliğin ise belki bir gelişmişlik ölçütü olması mümkün. Uygarlık ölçüsü olması ise kuşkulu.
İnsanlık tarihi boyunca uygarlığın çeşitli dönemler geçirdiği görülür. Tarihçiler, insanın yeryüzündeki serüvenini belli tanımlara göre adlandırıp, sınıflandıragelmişlerdir. Evrim teorisini, jeolojik evreleri çok eski zamanları ve onlardan kalan buluntuları bir yana koyalım… Şöyle insanoğlunun yazıyla tanışmasını, yani iyi/kötü bir yazı kullanmaya başladığı devri başlangıç alalım. Aşağı yukarı beş altı bin senelik bir süre uygarlık dediğimiz insan imalatı (yapımı) maddi ve manevi değerlerin üst üste birikimini izlemek için yeterlidir.
Bu sürede, farklı coğrafyalarda farklı uygarlıkların doğduğunu, sonra son bulduğunu da bilmekteyiz. Yer küremizde geriye bıraktıkları kalıntılardan, eserlerden, araç gereçlerden, yazılı kaynaklardan varlıklarını ve kimi özelliklerini öğrendiğimiz birçok “ölü” uygarlığın izleri toprağın altında ve üstünde ve elbet müze ve kitaplıklarda görülebilmektedir. Ölmüş uygarlıkların “ölü diller”i de vardı. Bazılarını uzman filologlar şifre çözer gibi inceleyip okudular. Ama konuşamadılar. Çünkü onlar sürdürülebilmiş değillerdi.
İhtiyar denen dünyamızda ölüp gitmiş bu uygarlıkları geçelim. Günümüze gelelim. Açıkça ve net bir biçimde görülen yaşadığımız çağda evrensel ölçekte başat olan, geçerliliği, yaşanırlığı beğensek de beğenmesek de kabul gören tek bir uygarlık vardır… Bu da ‘Batı Uygarlığı’dır. Aslı ve kökeni, evrimi Avrupa’da oluşmuş değerler sistemi ve onun ürünleridir. Bunu ister Roma Uygarlığı’ndan başlatın, isterseniz 1400’den. İnsanlığın en üstün ve yüksek düşünsel, bilimsel ve bunun sonucu olarak yaratılmış/oluşmuş fiziksel ve manevi estetik eserleri, mamülleri, kurumları, Batı Uygarlığı’nın ürün ve verimleridir.
Yaşadığımız dünyanın birey, toplum ve milletlerarası ilişkilerinde belirleyici olan kural ve geleneklere varıncaya kadar geçerli bütün değerlerin Batı Uygarlığı’na ait olduğunu söylemek abartı değildir. Avrupa doğumlu ve eğitimli bu uygarlığın artık ABD ve Uzak Asya’da da; çok ülkede de esas kabul edilmesi onun ‘Batı Uygarlığı’ niteliğini ve adını ortadan kaldırmıyor. İnsanlığın uygarlık pusulası halen budur.
Bu uygarlığın ölçütleri, iktisatçıların ölçütlerinden ibaret değil. Milli geliri ve fert başına geliri çok yüksek olan Arap Emirlikleri, Saudi’ler ve emsali ülkeler hatta füze hızıyla gelişen Kore, uygarlık ölçütleri açısından geçer not alabilir mi?
Batı Uygarlığı diyelim ki yaklaşık 600 yıldır insanlığın öncüsü… Özelliği yaratıcılığını kaybetmemesi. Bu sayede sürekli yenilikleri, gelişmeyi, zenginleşmeyi başarmasıdır. Bunun da sebebi bilindiği gibi akıl ve bilimi şaşmaz pusula olarak benimsemesidir.
Uygarlığın herhalde birinci ölçütü araştırma, buluş, yaratıcılık, orijinallik ve böylece sürdürülebilir bir gelişme ve kalkınma modelini gerçekleştirebilmedir. Mesela ‘patent’ veya ‘telif hakları’ sayıları uygarlığı ölçebilmek için uygun ölçütlerdir. Toplumdaki sorgulama bilincinin varlığı bir başka ölçüttür. Tabi akıl ve bilim ilkelerine göre. ‘Yaşam kalitesi’ diye Türkiye’de de reklam dünyasınca piyasaya sürülen kavramın, uygar ülkelerde başka derin anlamı vardır. ‘Konfor’ hevesinden öte entelektüel ve elbet estetik boyutu vardır. Yüksek sanat ve bilim üretimi ve tüketimi ile bağlantılı yanı vardır. Güzel Sanatların, işlenmiş yüksek müzik ve sahne hayatının üretilip tüketilme oranı uygarlık ölçütüdür. Uygar ülkenin yalnız yöneticileri değil, halkının büyük kısmı da yüksek sanat ve bilimden yoksun bir uygar hayat olamayacağının bilincindedir. Bunlar olmadan teknolojinin, imalatın, sanayinin yani özümsenmiş/içselleştirilmiş bir konforun olamayacağının da bilincindedirler. Hayatın her alanındaki her sektöründeki kurumlaşma ise uygarlığın sosyal yapıdaki somut göstergeleridir.
İthal mal tüketimi, taklit ve transfer akılla uygarlık olmaz. Entelektüel donanım olmayınca cadde yaparsınız ama kaldırımını 40 cm yükseklikte döşersiniz. Bina yaparken mimarlık sanatını umursamazsınız. Şehri, sanayi tesisleri, iş yerleri dahil her türlü yerleşkeyi oluştururken estetik unsurun gözetilmesi uygarlık ölçütlerinin vazgeçilmezlerindendir. Yerleşkelerdeki bitki ve ağaçların seçimi, planlı dikimi kadar onların bakım ve budanmasındaki bilgi ve özen uygarlık göstergesidir. Ya gürültü kirliliğine, çarpık sokak döşemelerine, çirkin/orantısız okul binaları ve onların ruhsuz avlu ve bahçelerine çocuklarımızı göndermeye alışmak ne ola ki?