Gezi direnişinde gözünü kaybeden Kadıköylü genç kadın Hülya Arslan ile efsane ‘köprü yürüyüşü’ne katılan Kadıköylü gazeteci Turgay Özçelik anlatıyor…
Gökçe UYGUN
Türkiye yakın tarihinin en önemli toplumsal olaylarının başında gelen Gezi Direnişi’nin 2. yılında sözü “Kadıköylü Gezi’ci”lere veriyoruz. Bu isimlerden biri Kadıköy Belediyesi elemanı, çalışma arkadaşımız Hülya Arslan, diğeri de gazeteci meslektaşımız Turgay Özçelik.
Travmatik bir olay yaşayan Hülya, bir gözünü uğruna feda etmek zorunda kaldığı Gezi direnişi tekrarlansa yine orada olacağını vurguluyor. Turgay ise ‘Bir Kadıköylü’nün Köprü ve Avrupa Yakasıyla İmtihanı’ndan nasıl başarıyla çıktını anlatıyor. İkisinin ortak özelliği ise toplumca yaşadığımız onca acıya rağmen “Gezi’nin esprili ruhu”nu kaybetmemiş olmaları…
Hülya Arslan: “Yine olsa yine giderim!”
Gezi’ye annem ve kardeşimle gidiyordum. Oraya giderken her şeyi göze alıyorsun. Hiçbir zaman ‘Bana bir şey olmayacak’ diye değil, ‘Bana bir şey olabilir’ diye düşündüm. Nitekim de gözümü kaybettim…
Olay sonrası dönemin Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve İl Emniyet Müdürü hakkında bana “terörist” dedikleri için hakaret davası açmıştım ama takipsizlik kararı çıktı. Gözümü kaybetmeme neden olan tüm sorumlular için açtığım dava ise ilerleyemiyor. Çünkü Adli Tıp’tan verdikleri ilk raporda, gözümü tamamen kaybetmiş olmama rağmen “göz çevresinde hafif zedelenme” yazıyordu. Bunu gören rahmetli savcı Mehmet Selim Kiraz, raporun yeniden hazırlanmasını istedi. 1 yıldır o raporu bekliyorum!
Tedavi sürecimde devletin desteği değil zararı oldu. Şöyle ki; olayın ertesi günü Şişli Etfal’de ameliyat oldum, 3 ay sonra da protez göz takıldı. Ama bu göz sürekli düşmeye başladı. Hastaneye gittim, meğerse gözüme taktıkları mercek 1990’larda üretilmiş eski bir mercekmiş, gözümün içinde kist olmuş. Yani ilk olduğum ameliyatı 1 yıl sonra bir daha oldum, devletin kötü malzemesi nedeniyle.
Hiçbir yetkili beni arayıp bir geçmiş olsun bile dilemedi. Beni suçlamaları da cabası. ‘Kamu malına zarar vermek, devlet polisine hakaret…’ gibi. Alakası yok. Biz CHP’liyiz. Onların sayesinde CHP yasadışı örgüt oldu ya, pes!
Olaydan sonra 1 yıl boyunca dışarı çıkmadım korkudan. Akdeniz Üniversitesi’nde okuyordum, eğitimime devam edemedim. Aklıma hep “Öbür gözüme de bir şey olursa, ya kör kalırsam…” diye kötü düşünceler geliyordu.
Gezi bir daha olsa yine giderim. Biraz daha tedbirli olurum. Hiç pişman değilim. 3-5 nöbeti tuttum, askerlik yaptım ben orda ya (gülüyor)! Gezi’de her kesimden insan birlik ve beraberlik ruhu içindeydi. Yaptığımız yasal bir eylemdi.
Eskiden devletin insanlara tacizi vardı. Ama son 10 yıldır tecavüz ediyor. Haklarımıza, bedenimize, fikirlerimize, davranışlarımıza… Gezi direnişi kısmen işe yaradı bence. En azından devletin gözü biraz olsun korkmuştur, bu insanlar yine sokağa çıkar mı diye.
Gezi sonrasında bazı eylemlerde çok az kişi tekrar sokağa çıktı. Buna üzüldüm. Gezi şehitlerimizi, yaralananları düşündükçe hala çok hüzünleniyorum.
Şu an Kadıköy Belediyesi’nde çalışıyorum. Zaten benim gibi Gezi’de yararlanan CHP’li arkadaşların çoğu İstanbul’daki CHP’li belediyelerde görev alıyorlar.
Yeni bir hayatım var. Mutluyum, umutluyum. Artık gözüm için ağlamıyorum. Zamanında çok ağladım, depresyona girdim, eve kapandım. Ama bunların hiçbir faydası yok ki! Gözyaşlarım, gözümü geri getirmiyor ki. Artık böyle yaşamaya alışıyorum. Hatta espri bile yapıyorum arkadaşlarıma, ‘Sağ tarafımdan gelmeyin, kör tarafa denk gelirsiniz, çarparım diye. (gülüyor)”
Turgay Özçelik; parmak arası terlikle Boğaz’ı geçmek
O akşam Rıhtım’daki evimde çalışıyordum. Yetiştirmem gereken birçok iş vardı. Dışarıdan slogan sesleri duyunca çıkıp bir bakmak, hem de hava almak istedim. Çıkış o çıkış! Sonra kendimi köprüyü geçerken buldum (gülüyor).
Evden çıkarken köprüyü yürüyerek geçeceğim aklımın ucuna bile gelmemişti. Birkaç dakika sonra eve dönerim diye düşündüğüm için, ev halimle çıktım dışarı, şort, tişört ve parmak arası terlik (gülüyor). Köprüyü yürüyerek geçeceğimi bilsem en azından bir spor ayakkabı giyerdim. Çünkü eylemin sonunda polisten yediğim gaz değil de, o terlikler beni mahvetti.
Eylemin başında, birkaç saat boyunca Kadıköy’de insanların gelmesini bekledik. Bu sırada kulaktan kulağa “Taksim’e yürünecek” lafları dolaşıyordu. “Lütfen Taksim’e yürümeyelim” diye dua ediyordum çünkü yapacak birçok işim vardı. Lanet okuyordum çünkü belki de devrime yürünüyordu ve ben bu devrime parmak arası terlikle gidiyordum (gülüyor).
İşin benim açımdan tuhaf yanı, bir Kadıköylü olarak karşıya geçmekten hep nefret etmişimdir (gülüyor). Şunu da söylemem gerek; o yürüyüşe sonradan başka ilçelerden de katılanlar oldu, ama eylemi başlatanlar ve köprüyü geçenlerin büyük çoğunluğu Kadıköylülerdi!
Boğaz köprüsünden yürüyerek geçmenin kendisi aslında normal bir zamanda başlı başına bir mevzudur ve insan hayatında çok önemli bir andır. Ama bizim yürüyüşümüz büyük bir Direniş’in bir parçasıydı.
Yine olsa yine yürürüm, ama bu kez spor ayakkabımı giyerim (gülüyor). Şaka bir yana, muhtemelen aynı eylem bundan sonra hiçbir zaman yapılmayacak. Yani tarihteki tekil ve özel anlardan biriydi.
Bu yürüyüşün öncelikle simgesel bir değeri var. Boğaz Köprüsü’nden yürürken çekilen fotoğrafın insanlar için umut verici bir gücü oldu. Bunun dışında, istenildiğinde ve bir araya gelindiğinde nasıl bir güç olunabildiği görüldü. Hayatımda ilk kez, bu ülkede yaşıyor olduğum için gurur duydum. Bu sözüm çok aşırı ve haksızca gelebilir. Ama düşünsene son yıllarda bu ülke sürekli darbelerle, katliamlarla, baskılarla anılır hale gelmiş. Birçok yönden, özellikle insana verilen değer ve insani yaşama şartları açısından oldukça rezil durumdayız. En ufak bir umut yok. Daha doğrusu yoktu. Ta ki Gezi Direnişi’ne kadar. Bu yürüyüş ve Gezi Direnişi sürecinin tamamı bana tekrar bu ülkeyi sevdirdi ve gelecek için umut verdi. Şu an geriye anılardan başka pek bir şey kalmamış olabilir ama Gezi Ruhu hala bu ülkenin toprağında mevcut ve günün birinde tekrar ortaya çıkacak.
#Geziyihatırla
Resmi söylemle ‘Taksim Gezi Parkı protestoları’, bir başka ifadeyle ‘Gezi İsyanı/Direnişi’, 2013 yılının 27 Mayıs’ında başladı. Hükümetin Gezi Parkı'ndaki ağaçları keserek ‘’Topçu Kışlası’’ yapma girişimini engellemek isteyen çevreciler, parkta nöbet tutarken, iş makineleri ve zabıtanın sert müdahalesiyle karşılaştı. Bu orantısız müdahale bir anda büyük bir isyana dönüştü. İstanbul’un nerdeyse tüm ilçelerinden ve hatta çevre illerden gelen onlarca insan, hem ağaçlarını savunmak hem de polisin aşırı güç kullanımına fiziki tepki göstermek amacıyla, parkta nöbet tutmaya başladı. Günlerce süren bu nöbet, Türkiye’nin bugüne dek görüp görebileceği en büyük dayanışmalardan biri oldu. Dil, din, ırk, cinsiyet, yaş farkı olmaksızın herkes bir bütün halinde hem birbirlerine, hem ağaçlara sarıldılar adeta… Gezi Parkı’nda ‘başka bir dünya’ kurulmuş gibiydi. Taksim Meydanı ve Gezi Parkı’nın ‘kurtarılmış bölge’ olduğu o günlerde, park içinde yaşam alanları da kuruldu; çadırlar, her şeyin bedava olduğu marketler, kütüphane, sosyal medya televizyonu, zaman zaman gelen polis müdahalelerine karşı revir ve daha neler neler… Parkın gündüzki gönüllü bekçileri çoğunlukla öğrenci, işsiz ve emeklilerdi. Çoğu beyaz yakalı ise gündüz ofis mesaisini bitirip, akşam ‘Gezi nöbeti’ne geliyordu.
Tüm Türkiye eylemdeydi!
Olay artık Taksim, İstanbul sınırlarını çoktan aşmıştı. Bu eylemler dizisi, bu direniş hali dalga dalga tüm Türkiye’ye yayılarak büyük bir halk isyanı halini aldı. Hatta İçişleri Bakanlığı'nın 23 Haziran'da yaptığı açıklamaya göre Bayburt ve Bingöl hariç 79 ilde düzenlenen eylemlere toplam 2.5 milyon kişi katıldı, milyonlarca kişi de sosyal ağlar aracılığıyla görüşlerini aktardı. Gezi isyanı elbette ki Türkiye sınırlarını da aşarak, dünya gündemindeki önemli satırbaşlarından biri oldu. Günlerce, gecelerce süren eylemlerde, Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Ahmet Atakan, Berkin Elvan, Medeni Yıldırım, Hasan Ferit Gedik hayatlarını kaybetti, binlerce kişi yaralandı.
Elbette ki devlet ve hükümet yetkilileri bu durumdan hiç de hoşnut değildi. Neredeyse tek bir tatsız olay yaşanmadan süren bu 15 gün, polisin 15 Haziran akşamındaki müdahalesiyle sona erdi. Gezi kampına şiddetli bir biçimde müdahale eden polis, kampı dağıttı. Direniş, fiilen bitmiş gibi görünse de bu kez ‘Gezi forumları’ süreci başladı. İlçe ilçe, mahalle mahalle örgütlenen insanlar, forumlarda ‘başka bir dünya’yı konuşmaya başladılar. Gezi’nin ürünleri olan forumlardan kimileri bugün de çalışmalarını sürdürüyor. Türkiye’nin yakın tarihine damga vuran Gezi, bugün ‘fiilen’ sonlanmış olsa da, kimilerine göre ‘Gezi ruhu’ hala ayakta…
Taksim Dayanışması, Gezi direnişinin 2’inci yıldönümünde “Her yerdeyiz” sloganıyla etkinlikler düzenleyecek. Bu kapsamda 31 Mayıs günü saat 13.00’de Taksim Gezi Parkı’nda, saat 15.00’de de eş zamanlı olarak Kadıköy Özgürlük ve Beşiktaş Abbasağa parklarında Gezi Buluşması’nda bir araya gelinecek.