Caddebostan Kültür Merkezi'nde açılan ‘Hisseli Harikalar Kumpanyası-Meraklılarından Sıra Dışı Objeler Sergisi 2’de, nostaljik objeler sergileniyor…
Geçmişi sever misiniz? Mazide kalan günleri özlediğiniz olur mu? Peki ya o günleri hatırlatan nesnelerin sizin için önemi çok mudur? Evet diyorsanız, Kadıköy'de açılan ‘Hisseli Harikalar Kumpanyası-Meraklılarından Sıra Dışı Objeler Sergisi 2’si tam size göre... Geçmişteki günlük yaşamın detaylarını, eski zamanların ipuçlarını bugüne taşıyan onlarca obje bu sergide sizi bekliyor. Galata Köprüsü'nden geçenlerden alınan vergiyi gösteren para, pireleri insanlardan uzak tutmaya yarayan pire kapanları ya da kimsesizlere bağış toplamak için kullanılan bir kumbara çıkabilir karşınıza... Nostaljik bir yolculuğa çıkmak için 24 Temmuz'a dek Kadıköy Belediyesi Caddebostan Kültür Merkezi'ne uğramanız yeterli.
Evlerimizde bir kuytu vardır ya da tavanarası. Oralarda bazı nesneler saklarız geçmişe dair. Aslında artık işlevselliği yoktur ama atmaya da kıyamayız. Bazen kişisel geçmişimizden gelir bu “şeyler”, bazen de büyüklerimizden yadigardır. Bir mektup, bir sergi afişi, bir parfüm şişesi...
Kadıköy, bugünlerde böyle bir sergiye ev sahipliği yapıyor; “Hisseli Harikalar Kumpanyası-Meraklılarından Sıra Dışı Objeler Sergisi 2. Gelin önce serginin nasıl hazırlandığından, içeriğinden bahsedelim, sonra nostaljik objeler dünyasında bir yolculuğa çıkalım.
Serginin sahibi Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık. Ancak bu ilk değil, daha önce bir sergi daha düzenlenmiş. İlki büyük ilgi gören serginin ikincisi olan bu sergi ise, Yapı Kredi Private Banking ve Kadıköy Belediyesi Caddebostan Kültür Merkezi Sanat Galerisi işbirliğiyle hazırlandı. Eski obje, fotoğraf ve belgeleri saklayan aileler ve koleksiyonerlerle işbirliği yapılarak derlenen sergide, 50 kadar aile ve koleksiyonerden 250 adet obje, belge ve siyah beyaz eski fotoğraf yer alıyor.
Tarihin Süzgesinden Geçenler, Önce Sağlık, İlmek İlmek Tarih, Ömür Boyu Eğitim, Sanatsal Koleksiyonlar, Bağımsız Koleksiyonlar, Teknoloji ve Atölyeler gibi temaları olan sergide neler yok ki? Sadece Türkiye'den değil dünyanın dört bir yanından primitif para örnekleri, kitaplar, fotoğraflar, objeler, üniforma, foto, madalyalar, tiyatro biletleri, afişler... Sergide yazı, fotoğraf ve belgelerle incelenen Dr. Ali Vasfi Atabay, Dr. Abdullah Sayıner, mühendis Bedii Ilgım, mimar Cengiz Bektaş gibi geçmişte yaptıklarıyla ülke tarihinde izler bırakan, doktor, öğretmen, mimar gibi farklı meslek gruplarından kişilerin portreleri de dikkat çekiyor. Hisseli Harikalar Kumpanyası-Meraklılarından Sıra Dışı Objeler Sergisi 2, katılımcıların aile tarihlerine ışık tutan, yıllarca koruyup özenle sakladıkları, anıları olan nesneleri sanatseverlerle paylaşma imkanı sağlıyor. Bu nesneler bir Osmanlı askerine ait üniforma, bir doktorun çantası, bir kalem ya da bir kitap olabiliyor. Ancak hepsinin de bir hikâyesi var, bazıları sizin hayat hikâyenize de benzeyen. İşte o hikayelerden/objelerden bazıları:
Galata Köprüsü’nden paralı geçiş: Sultan Abdülmecit zamanında Galata bankerlerinden borç alınarak 1845'te açılan Galata Köprüsü'nden geçen yayalara, at ve öküz arabalarına, büyük ve küçükbaş hayvanlara değişen miktarlarda geçiş ücreti konmuştu. Bunun amacı bankerlere olan borcun ödenmesiydi. Bu paraları toplamakla görevli memurların cepsiz, beyaz, düz uzun giysileri vardı. Amaç, ceplerine para atmalarını önlemek ve giysileriyle uzaktan fark edilmelerini sağlamaktı. Ayrıca bu memurlar genç, güçlü, atletik yapılı adamlardan seçiliyordu ki onca insan ve hayvanın arasında görünmeden geçmeye çalışanların peşine düşüp zorla da olsa geçiş vergisini tahsil edebilsinler. Aslında bu “köprü mururiyesi” bankerlere olan borcun bitmesiyle sonlanacaktı, ancak köprü ahşap olduğundan bakım-onarım masraflarının da çıkarılması gerekti. Önceleri yayalara 5 para olan geçiş ücreti daha sonra 20 paraya çıkarıldı. Öğrenciler, askerler, mahkumlar, itfaiyeciler, askeri malzeme taşıyan hamallar ile tersanede çalışan işçiler bu ücretten muaftılar. Paralı geçiş, Cumhuriyet döneminde de bir müddet devam etmiş, 1930'da kalkmış.
Pire kapanı: 18.ve 19. yüzyılın su ile temizlenmekten henüz uzak Batı Avrupası'nda pire saldırıları ile baş etmenin bir yoluydu pire kapanları... Pirelerin, yumurta biçimindeki bu kutular üzerindeki küçük deliklerden geçerek içerisine konulmuş ve kan, bal ya da reçine emdirilmiş küçük kağıtlara yapışmasından medet umulurdu. Bu kutucuklar, giysilere asılır veya yatak içinde tutulurdu.
Kadıköy Osmanlı Fukaraperver Cemiyeti Kumbarası: Balkan ve Birinci Dünya savaşlarında ve sonrasında yetim ve kimsesiz kalmış çocuk ve kadınlara kol kanat germek için çok sayıda kadın derneği kurulmuş. Şehrin ya da semtin adı bu derneklerin adıyla anılır olmuş, Kadıköy Osmanlı Fukaraperver Cemiyeti gibi. Kumbara da bu cemiyet için para toplamak üzere yapılmış ve üyelerine dağıtılmış.
Çocuk askerler: Birinci Dünya Savaşı sırasında, ittifak ülkelerin sembollerini taşıyan objeler, Almanya'nın ünlü porselen fabrikalarında savaş propagandası yapmak amacıyla üretilmiş. Tıpkı çocuk asker figürleri gibi...Koleksiyonun sahibi Hülya Ede Uçta, “Burada en ürkünç olan, çocuk gibi saf ve temiz bir varlığın savaş vahşetinde çığırtkan olarak kullanılmasıdır!” diyor.
Kavalalı Tütün Ekspresi: 1900’lerin başında Batı Trakya’da yaşayan Mehmet Nuri Kurtulan, iki devletin arasında yaşanan gerilimden hayli nasibini alıp çok acılar çekmiş. Mübadele’de Türkiye’ye göç ettikten sonra özellikle acılı savaş yıllarından kurtulduğu için soyadının “Kurtulan” olmasını istemiş. Kavala’da aktif bir iş hayatı içinde sürdürdüğü tütün eksperliği işini Türkiye’de devlet memurluğunda devam ettirmiş. Mehmet Nuri Bey, mühür yerine kendi resmini kazıtmış; gerekli yerlere onu basarmış.
Rebul Eczanesi: 1800’lü yıllarda İstiklal Caddesi’nde Rebul Eczanesi bugün İstanbul’un klasikleşmiş dükkânlarından biridir. Adı lavanta kolonyasıyla özdeşleşmiş olan eczanede önceleri bitkisel, doğal ilaçlar da yapılıyordu.
Gönlümüzden Geçenler: Kiliselerde adak adayanlar için gümüş ustaları tarafından yapılmış figürlü, tasvirli dilek araçlarıdır. Bebek isteyenlere bebek şeklinde, koca bulamamışlara genç erkek şeklinde, gönlüne göre birini arayanlara kalp şeklinde, evlilik bekleyenlere iç içe geçmiş halkalar şeklinde, başını sokacak ev isteyenlere ev şeklinde vs yapılmış gümüş levhalardır. Vaktiyle gümüşçülerde ve dini malzeme satan dükkânlarda satılırmış. Kiliselerde biriken bu levhalar topluca bu dükkânlarda satılarak kiliseye gelir elde edilirmiş.
Bir Sandık Miras: Dedem Teyfik Alpaslan İstanbul Hukuk’ta okurken eşyalarını bu sandıkta muhafaza etmiş. O sırada anneannem Neyyire Hanım da nişanlısı beklerken bir levha işlemiş. Daha sonraki yıllarda Çerkez Ethem tarafından mallarına el konup Çapanoğlu isyanının ardından sürgüne gönderilirken bu sandık ve levha hep yanlarındaymış. Birkaç yıl sonra Atatürk, yapılan haksızlığa müdahale edip affederek tekrar Yozgat’a dönmelerine izin vermiş. Bu eşyalar o günlerden bugüne olaya şahitlik etmiş. Sandığı, anneannem annem Selma Arpinara’ya, annem bana, ben de kızım İrem Koyuncu’ya; sandıktan çıkan el yazması panoyu da oğlum Ethem Kamanlı’ya emanet ettim. Bakalım bu emanetler torunum Ali Kamanlı ve diğerleri ile kimlere ulaşacak…(Neyyire Mirace Kamanlı'nın anlatımı)
Singer Dikiş Makinesi: Singer 1851 yılında kurulmuş dikişle özdeşleşmiş bir Amerikan markası, faaliyetini hâlâ sürdürüyor. Sergideki makine, mekanik aksama yuva görevi gören ahşap kasasından ötürü “keman gövdeli” olarak tanınan bir model. Gövdenin üzerindeki metal yapı altın yaldızlı süslemeler taşıyor. Üretim tarihi kesin olarak bilinmiyor ama bize anlatılanlara göre babaannem “Hürriyet” döneminde kaçak yollardan temin etmiş. Onun “Hürriyet” tabir ettiği dönem, 1908 yılında ilan edilen ikinci Meşrutiyet olsa gerek. (Hasan Çağlayan'ın anlatımı)
Bir Tekstil Mühendisinin Koleksiyonu: Ömer Tatari, 1970’lerde İngiltere'e genç bir üniversite öğrencisiyken tekstil eğitimi gördüğü için arkadaşlarının doğum gününde onun için seçtiği anlamlı bir doğum günü hediyesi. Yün eğiren kız biblosu, 50 yıldır kendisine eşlik etmekte...
NOSTALJİ VE YİTİRİLMİŞ DÜNYANIN ŞEYLERİ...
Sergi kataloğunun editörü Murat Yalçın'ın kaleminden sergi ve nostalji;
“Kalanların gidenlere, yitirdiklerine duyduğu damıtılmış özlemin adı, Nostalji. Hayatın anlamını geçmişte aramak, geçmişe ilişkin ne varsa onda bulmak, bulduğunu sanmak ya da buna inanmak. Saklamak, yadigar’larla yaşamak ya da kendi geçmişinde bulamadığını başkalarının geçmişine ait eşyalarla doldurmak, onlara sahip olmanın doyumuyla mutlu olmak… bu anlamda Nostalji, onulmaz bir göçmen hastalığı. (...) Kullanılmış eşya bizi başka hayatlara, başka zamanlara, başka yerlere sürükler. Bir zamanların popüler aygıtları, yaygın modelleri demodelikleri ile bizi kendilerine çekerler ya da tuhaflıklarını düpedüz sevimli buluruz. Geçmişte, bir zamanlar kitleleri sahip olma duygusuyla peşinde koşturan bir aletin ıskartaya çıkması, yeni kuşakların artık adını bile bilmemesi ise çoğunlukla keder vericidir; merhamet uyandırır bizde, şefkat duygumuzu tetikler.
(...) Gündelik hayat değişmekte, fiziksel çevreyle birlikte eşyayla ilişkimiz de değişmekte. Eşyayla ilişkimiz kısa ömürlü, kullandığımız birçok şey bizimle yaşamıyor. Daha dün ışıl ışıl vitrin spotları altında çalım satan bir eşya bugün sokak arasındaki bir hurdacı arabasında-yenilmiş bir zavallı gibi-hıçkıra hıçkıra dolaştırılmakta değil mi? İş bu sergide olduğu gibi, kendi dünyalarımızda keyif aldığımız, uzmanı ya da meraklısı olduğumuz nesnelerle ilişkimizi anlamak istiyoruz. Bizim için adeta birer canlı olan, bize faniliğin hüznünü tattırırken endişelerimize payanda olan, bir anlamda can yoldaşı olan nesnelerle dostça hasbıhal etme imkanı buluyoruz. Sadece kültürümüzün, uygarlığımızın, sanatımızın, teknolojimizin, geleneklerimizin, kısacası özel hayatlarımızın, kişisel tarihlerimizin parçaları değil onlar; karşılıklı konuştuğumuz, birbirimizi dinlediğimiz, bir anda belleğimizin ve geçmişimizin karanlık dehlizlerinde kalmış bir güzelliği, bir zaman dilimini-tıpkı oltaya buran balık gibi-yakalamamızı sağlayan kancalar, geçmiş zaman körfezine salınmış anı çapaları...
Derleyen: Gökçe UYGUN
Fotoğraflar: Gürbüz ENGİN