Hrant'ın ‘Atlantis Uygarlığı' hâlâ yetim!

 Gazeteci-yazar Hrant Dink’in temeline harç kattığı, çocukluğunu geçirdiği, eşi Rakel’le tanıştığı ve yıllar sonra yöneticiliğini yaptığı Tuzla Ermeni Çocuk Kampı, kendi deyişiyle ‘Atlantis Uygarlığı’ metruk bir halde kaderini bekliyor…

21 Ocak 2015 - 14:07

Semra ÇELEBİ

“Aldılar bir sabah biz 13 çocuğu... Gedikpaşa’dan yürüyerek Sirkeci’ye... Oradan vapurla Haydarpaşa’ya... Haydarpaşa’dan trenle Tuzla İstasyonu’na... İstasyondan da bir saat yürüyerek, göl ile denizi kenarlayan geniş ve uçsuz bucaksız düz bir araziye götürdüler.”
Böyle anlatıyordu Hrant Dink bir yazısında, 12 arkadaşıyla birlikte Gedikpaşa Ermeni Yetimhanesi’nden Tuzla’ya giden yolculuklarının başlangıcını. O yolculuğun sonunda kendilerine bir yetimhane değil yuva inşa eden ‘ilk amele grubundan’ Hrant’ın, sonradan en büyük hayali, devletin ellerinden aldığı bu yuvayı yeniden yetimlere, yoksullara verebilmekti ama olmadı…
Gazeteci-yazar Hrant Dink’in sırtından vurularak öldürülmesinin üzerinden tam 8 yıl geçti. Cinayetin gerçek sanıkları hâlâ yargı önüne çıkarılmadı. Ailesi, dostları ve sevenleri adaletin peşinde geçirdikleri bu uzun yıllar boyunca Hrant’ın çocukluğunu geçirdiği o yetimhaneyi de hiç unutmadı, ancak o tarihi yer için yapılan tüm girişimler sonuçsuz kaldı.
 
GEDİKPAŞA’NIN BETONLARI

Şimdi metruk bir halde kaderini bekleyen Tuzla Ermeni Çocuk Kampı, Dink’in yaşamında önemli bir yer tutuyor. Hikâyenin başlangıcı 1950’li yıllara kadar uzanıyor.

O yıllarda Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi’nin alt katı yetimhane olarak kullanılıyor. Önceleri yetimhanede dört-beş çocuk barınırken, bu sayı kısa sürede altmışlara ulaşıyor.
İstanbul Ermeni Vakıfları’nın internet sitesinde yazılana göre Gedikpaşa’nın soğuk beton duvarları, Tuzla’ya taşınma nedenlerinin başında geliyor:
“Kilisenin beton bahçesinde kışın zaman iyi-kötü geçerdi. Ancak gidecek bir yeri olmayan yetim çocuklar için, uzun, sıcak yaz günlerini geçirebilecekleri bu beton bahçeden başka bir mekân yoktu. Kavurucu güneşin altında, o betonun üzerinde koşuşur dururlardı. Yazın köyüne gidebilen çocuklar ise Ermeniceyi unutmuş olarak geri gelir, her ders yılında yeniden başa dönmek gerekirdi. Çocuklar için yazları iyi vakit geçirebilecekleri uygun bir mekân yaratma düşüncesi böyle doğdu.”
Kilise vakfının yöneticileri Tuzla’da buldukları bir arazinin kamp için en uygun yer olduğuna görür görmez karar verdiler. Bomboş, yemyeşil bir alandı burası. Deniz ile kamp sahası arasında hiçbir şey yoktu. 1962 yılının Kasım ayında, Tuzlalı Sait Durmaz’dan araziyi satın alarak kilise adına tescil ettirdiler. Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Valiliğin verdiği özel izin belgeleri de tamamdı. Yani her şey yetkili mercilerin onayı çerçevesinde yapıldı.
 
ÜÇ YIL ÇALIŞTILAR
Gedikpaşa’dan Tuzla’ya giden 8-12 yaş arasındaki çocuklar, o bomboş araziyi yuvaya çevirdi. Tam üç yıl gece gündüz çalışan çocuklar arasındaki Hrant, o günleri bir yazısında şöyle anlatıyordu:
“O zamanın Tuzla’sı bugünkü gibi zenginlerin ve bürokratların villalarıyla dolu bir mekân değil... İnce kumlu, bakir bir deniz kenarı ve denizden kopma bir göl parçası... Uçsuz bucaksız arazide bir iki ev, tek tük incir ve zeytin ağaçları ve hendek kenarlarına serpilmiş dikenli böğürtlen çalıları... Ve artık... Bir de bizim kurduğumuz Kızılay çadırları...
8 ila 12 yaş arası biz 13 çelimsiz için yazları Gedikpaşa Yetimhanesi’nin beton bahçesine mahkûm olma sona ermişti...
Üç yıl şafak vakti kalkıp, gece yarılarına dek çalışarak kamp binasını tamamladık. (…) Geceleri uykuda yorgunluktan altımıza işerdik.”
 
YETİMLERİN TATİL KÖYÜ
Deniz 500 metre ötedeydi. Çocuklar temel için gereken taş ve kumu el arabalarıyla deniz kıyısından taşıdılar. Hepsi arı gibi çalışıyordu. O yaz bomboş araziye çeşit çeşit ağaçlar diktiler, en çok da kavak. Bahçenin bir bölümünü bostan yaptılar. Domates, fasulye ektiler. Yazlar birbirini izledi. Kışı Gedikpaşa’da geçiren çocuklar, yazın kendi ‘tatil köylerini’ yaratmaya devam ediyorlardı. Sonra o mutlu gün geldi. O bomboş arazinin kazılan, eşilen toprakları üzerinde bir bina yükseldi. Artık kendi elleriyle yaptıkları bu yuvada hep birlikte kalıyorlardı. Bu rüya 21 yıl sürdü. Bu süre içinde, Tuzla Ermeni Çocuk Kampı’ndan, kimsesiz ve yoksul 1500 çocuk yararlandı.
Hrant Dink, başından sonuna o rüyayı yaşayanlardan biriydi: “Sekiz yaşımda gittim Tuzla’ya. Tam 20 yıl oraya emek verdim. Eşim Rakel’i orada tanıdım. Birlikte büyüdük. Orada evlendik. Çocuklarımız orada doğdu… 12 Eylül’den sonra kampımızın müdürünü ‘Ermeni militan yetiştiriyor’ suçlamasıyla içeri aldılar. Haksız bir suçlamaydı. Hiçbirimiz Ermeni militanlar olarak yetiştirilmemiştik. Başsız kalan kampın ve yetimhanenin kapanmaması için görevi bu kez ben ve oradan yetişen arkadaşlarım üstlendik.”
 
ELLERİNDEN ALINDI
Bir süre kampın yöneticiliğini yapan Hrant Dink’in eline bir gün, “bir mahkeme kâğıdı tutuşturdular”; “Siz Azınlık kurumları yer satın alma hakkına sahip değilmişsiniz. Biz zamanında size izin verirken yanlış yapmışız. Artık burası eski sahibinin olacak” dediler.

Sonrasında Hrant bir söyleşisinde hüzünle şöyle diyecekti: “Beş yıl süren direnişimize rağmen yenildik… Ne yapalım ki karşımızda devlet vardı.”
23 Şubat 1979’da Vakıflar Genel Müdürlüğü Kartal 3. Asliye Hukuk Hâkimliği’ne başvurarak, Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı’nın elindeki tapunun iptal edilmesini ve eski sahibine geri verilmesini istedi. Dört yıl süren davanın sonunda, mahkeme, kamp arazisinin vakfın elinden alınıp eski sahibine verilmesine karar verdi. Böylece, Sait Durmaz, 1962 yılında boş olarak sattığı araziyi, beş kuruş ödemeden, üstünde kurulu olan kamp tesisleriyle birlikte geri aldı. Zaman içinde birkaç kez daha el değiştiren kamp, şu anda terk edilmiş ve harap bir vaziyette. Vakfın 2000’li yıllarda ve 27 Ağustos 2011 tarihli kararname kapsamında yaptığı iade başvurularının da tümü reddedildi.
 
“EMEĞİMİ HELAL ETMİYORUM”

Türkiyeli bir Ermeni olarak bu coğrafyada yaşayan halkların kardeşliği için heybesinde pek çok proje bulunan Hrant Dink’in yapmayı istediği işlerin başında, temelini tırnaklarıyla kazdığı Tuzla Kampı’nı yeniden yoksullara kazandırmak geliyordu. Öldürülmeden kısa bir süre önce Agos’ta yazdığı yazısında bu fırsatı kendilerine vermeyenlere şöyle sesleniyordu:

“Orada yetişmiş bin beş yüz çocuğun alınterinin üstüne oturdular. Bizlerin çocuk emeğini gasp ettiler. Orayı tekrar yoksul çocuklar için bir yetimhane yapsalardı, kimliği ne olursa olsun, yoksul ya da özürlü çocuklar için kamp olarak kullansalardı, hakkımı helal ederdim. Ama bu şekilde emeğimi helal etmiyorum.”

Etiketler; hrant dink

ARŞİV