“Çılgın” proje mi, “intihar” mı?

Kanal İstanbul Projesi'nin güzergahının netleştirilmesi ve kesitlerinin ortaya konulması için etüt proje sözleşmesi imzalandı. Prof. Dr. Naci Görür, projenin yapımı sırasında ve sonrasında doğal ve tarımsal alanlarda kayıpların olacağını, bitki örtüsünün önemli ölçüde tahrip edileceği uyarısında bulunuyor

02 Kasım 2017 - 12:18

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 2011'de kamuoyuna "çılgın proje" olarak açıklanan Marmara Denizi ile Karadeniz’i birleştirmesi planlanan Kanal İstanbul Projesi'nin detayları açıklanmaya başlandı. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan tüm İstanbul’u etkileyebilecek ölçüde olan proje hakkında geçtiğimiz günlerde bir açıklama yaptı.Kanal İstanbul Projesi'nin güzergahının netleştirilmesi ve kesitlerinin ortaya konulması için etüt proje sözleşmesinin imzalandığını söyleyen Arslan, "Kanal İstanbul Projesi ile İstanbul Boğazı'ndaki yaşam ve kültürel varlıkları tehdit eden gemi trafiği minimize edilerek, boğazın her iki girişinde yoğun trafiğe maruz kalan gemilere alternatif geçiş imkanı sağlanacak. Bununla birlikte ülkemize ve bölgesine yeni bir uluslararası su yolu ulaştırma koridoru kazandırılacak. Proje alanı alternatif güzergâhları değerlendirilmiş olup, en ideal güzergah tespit edilmeye çalışılmıştır. Kanal koridoru yaklaşık 43 kilometre olup, kanal kesiti ve kesin güzergahı etüt proje ve danışmanlık hizmetleri sonunda belirlenecek" diye konuştu.

Ekolojik, çevresel ve mühendislik ve ÇED etki analizinin yapılacağını ve Karadeniz, Marmara ve Ege denizlerindeki su hidrodinamiği ve akış rejimlerinin inceleneceğini de söyleyen Arslan, yapılan saha çalışmalarına ilave geoteknik, jeolojik, hidrojeolojik, jeofizik gibi çalışmaların da yapılacağını ekledi.

 “GEREKLİ BİR YATIRIM DEĞİL”

Projenin kamuoyuna duyurulmasından beri çevreciler, meslek örgütleri ve şehir plancıları Kanal İstanbul Projesi’nin tarım-orman arazilerine, denize ve su havzalarına nasıl bir etki yapacağını tartışıyor.

Projenin olumsuz etkilerine dikkat çeken Prof. Dr. Naci Görür, İstanbul Boğazı’ndan geçen gemilerin kaza yapma olasılığının İstanbul için risk olduğu düşünüldüğü için bu projenin hayata geçirilmek istendiğini söyledi.

Kanal İstanbul Projesi’nin öncelikli ve gerekli bir yatırım olmadığını ifade eden Görür, görüşlerine şu şekilde açıklık getirdi: “Boğazda kaza çok seyrek oluyor. Gemi geçiş koşulları düzenlenir, kılavuz kaptan alma zorunluluğu getirilir ve ileri teknolojik yöntemlerle Boğaz trafiği gözetim ve denetim altına alınırsa kaza riski minimize edilir. Kaldı ki kanal yapıldığı takdirde bile, gemileri buradan geçmeye mecbur etmek 1936 yılında imzalanmış olan ve Boğazlardan geçişi düzenleyen Montrö Anlaşmasına göre mümkün olmayabilir. Bütün bunların dışında, ülkemizin çok daha öncelikli sorunları varken hiç de hayati olamayan böyle bir projeye zaten kıt olan ülke kaynaklarının yatırılmasını doğru bulmuyorum.”

“YABAN HAYATI ZARAR GÖRECEK”

Kanal projesinin yapılırken ve yapıldıktan sonra bölgenin çevre koşullarının ve ekosisteminin olumsuz şekilde etkileneceğini söyleyen Görür, “Kanalın yapımı esnasında seçilecek olan güzergâha göre milyonlarca metreküp hafriyat yapılacak. Bu kazı ve hafriyatın yapılması için çok sayıda iş makinası kullanılacak, tonlarca dinamit patlatılacak ve çıkartılan malzeme kilometrelerce uzağa taşınarak muhtemelen denize veya uygun görülen yerlere dökülecek. Bu boyuttaki hafriyat ve döküm yüzlerce dev kamyonlar kullanılsa bile seneler sürecektir. Bunun sonucunda da Çatalca Yarımadası ve Platosu’nun doğal ve tarımsal alan kayıpları olacak, bitki örtüsü önemli ölçüde tahrip edilecek, karasal ve denizel biyolojik çeşitlilik ve özellikle yaban hayatı zarar görecektir” açıklamasını yaptı.

“MARMARA KİRLENECEK”

Su havzaları ve kaynaklarının da projeden olumsuz etkileneceğini dile getiren Görür, “Terkos gibi su toplama havzaları yörenin drenaj sistemi ve hidrojeolojisi değişeceği için işlevsiz hale gelecek, belirli alanlarda tuzlanma gelişecek, dolayısıyla da bölge kıraç ve verimsiz bir hale dönüşecek. Hatta Çatalça Yarımadası’nın ikliminin bile değişeceğini söylemek kehanet olmaz. Ama her şeyden önemlisi kanaldan su akmaya başlayınca zaten can çekişmekte olan Marmara Denizi,  Karadeniz’den gelecek olan kirli sularla daha fazla kirlenecek tüm bölgede yaşamı olumsuz olarak etkileyecek” diye konuştu.

“Projen hayata geçirilmemelidir” diyen Görür, kanal güzergâhının henüz tam olarak açıklanmadığını ama suyolunun Çekmece gölleri ile Terkos Gölü arasında yaklaşık 45-48 km uzunluğunda bir hat boyunca açılacağını belirtti.

“KANAL İSTANBUL İNTİHAR OLACAK”

Kanalın Marmara Denizi ile birleştiği noktada 2023 yılına kadar kurulması planlanan iki yeni kentten biri kurulması planlanıyor.

Bu projenin sadece bir ulaşım projesi olmadığını ifade eden TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Oktay Kargül, projeyi şehir, nüfus ve yapılaşma alanında değerlendirdi. Dünyadaki 216 ülkenin 145’inden daha fazla nüfusa sahip bir İstanbul’a yeni konut alanları oluşturarak ek nüfus oluşacağını söyleyen Kargül, “Kontrolsüz büyümeye bağlı olarak yaşam kalitesi her gün azalan, altyapı yetersizliği ve trafik problemi had safhada olan bir İstanbul’a çözüm olarak bir büyükşehir nüfusu kadar ek nüfus getirmek hangi şehircilik ilkesiyle açıklanabilir?” dedi.

Projenin İstanbul ekolojisinde yapacağı tahribattan endişe duyduklarını ifade eden Kargül, “İstanbul’da yapılan parsel bazlı bir değişiklik bile artık olumsuz sonuçlar doğururken, yaklaşık 25 bin hektarlık bir alanı kapsayan projelerin etkileri tahmin edilemez bir boyutta olacak. Nüfus yönetiminin olmadığı, günbegün ayrıcalıklı imar hakları ile betonlaşmanın arttığı, kamu yararının göz ardı edildiği bir İstanbul için Kanal İstanbul intihardır. Son 10 yılda İstanbul’daki kontrolsüz büyüme beraberinde trafik yoğunluğundan yeşil alan azlığına, gürültü kirliliğinden hava kirliliğine kadar hayatımızı birçok açıdan olumsuz etkilemektedir” dedi.

İSTANBUL İÇİN ÇÖZÜM NE?

Projenin iptal edilmesi gerektiğini söyleyen Kargül, çözüm önerilerini şu şekilde sıraladı: “Çılgın projeler üretmek yerine şehircilik ilkelerine dikkat ederek, İstanbul’un yaşam kalitesini artıracak şehircilik uygulamalarına başlamak gerekiyor. İnşaat bazlı ilerlemeye bir son verip, kentin kontrollü büyümesini sağlayan üst ölçek plan kararlarına uyulmalı. Kamu alanlarını ranta kurban etmek yerine yeşil alanlarımızı artırmalıyız. Lastikli araçlara hizmet eden köprüler yapmak yerine raylı sistemimizi genişletmek ve tüm şehirle entegre hale getirmeliyiz. Kuzeyde yer alan doğal alanlarımızı orman ve su havzalarımızı yapılaşma tehlikesinden kurtarmalıyız. Özetle İstanbul’u mahkum olduğu kişisel çıkarlardan, rant kavgalarından ve siyasi arzulardan uzak, yaşam kalitesi yüksek bir kent için çalışmalıyız.”


ARŞİV