İstanbul’un kırmızı çizgileri aşılıyor

Müsilajla beraber İstanbul bir kez daha uyarı verdi. Diğer kentlere yapılacak yatırımlarla İstanbul’un yükünü bir ölçüde azalabileceğini ifade eden Prof. Dr. Ferhan Gezici Korten, nüfusunun daha fazla artmasıyla İstanbul’un kırmızı çizgilerin de aşılacağına işaret ediyor

17 Haziran 2021 - 10:47

Marmara Denizi’nde görülen müsilaj “İstanbul bu yükü kaldıramıyor mu?” sorusunu bir kez daha net bir şekilde akıllara getirdi. Demir, beton ve insan nüfusu altında ezilen İstanbul için “müsilaj” son imdat çığlıkları mı?  İTÜ Şehir ve Planlama Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ferhan Gezici Korten ile mega kent İstanbul’un güncel sorunlarını ve bu sorunların tarihsel kaynaklarını konuştuk. Korten, “2000 sonrası dönemde, büyüyen Türkiye ekonomisinin İstanbul üzerinden yürütülmesi en temel problem. Bugüne kadar izlenen kentsel büyüme ve kentin sermaye için yeni kazanç alanına dönüşmesi eksenli neo-liberal politikaların tahribatını, çevre üzerinde gördüğümüz gibi, sosyo-ekonomik eşitsizliklerin artışında da görüyoruz.” dedi.

 Müsilaj vakası İstanbul’un sorunlarına bir başkasını daha ekledi. Siz bu görüntüleri nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Antroposen çağı kavramı, insanın doğaya müdahalesinin zaman içinde ortaya çıkardığı geri dönülmez hasarları ifade etmek için son dönemde yaygın bir şekilde kullanılmakta. Süreç içinde doğaya verilen bu hasarlar ve kaynakların tüketilmesi, dünya üzerinde nüfusun hızla artışı ve 2008 yılında ilk defa kentlerde yaşayan nüfusun dünya nüfusunun yüzde 50’sini aşması ile birebir ilişkili. Ekonomik büyüme öncelikli izlenen politikalar, artan nüfusun taleplerini karşılamak üzere daha fazla üretim ve bu sistemin devamlılığı için tüketimin körüklenmesi, karşı karşıya olduğumuz pek çok krizin nedenleri. Bütün bunlar, 83 milyonluk Türkiye nüfusunun yüzde 18’inin bulunduğu İstanbul için de geçerli. Daha da ileri giderek Marmara Denizi havzası olarak bakmamız gerekiyor müsilaj sorununa, bu bölgedeki nüfus ve ekonomik faaliyetlerin toplam etkisinden bahsediyoruz. Çünkü doğa olayları, gerçekte var olmayan il sınırlarını tanımıyor. Bilim insanları, Marmara Denizi’nin yaşaması için bugünden itibaren kirlilik yükünün azaltılması ve bütünleşik bir eylem planını mutlak görüyor.

Bilim insanları, karşıya karşıya kaldığımız bu durumun yeni bir şey olmadığını, uzun yıllara dayanan hatalı uygulamaların sonucunda oluştuğuna işaret ediyor. İstanbul bu anlamda hangi yanlış politikaların cezasını çekiyor olabilir? 

Uzmanlar müsilajı, aslında Marmara Denizi’ndeki yaşamın uzun süredir can çekişiyor olmasını görünür hale getirdiği için de bir fırsat olarak değerlendiriyor. Çünkü ancak şimdi acil eylem planları gündeme geldi. Müsilajın ortaya çıkışında, evsel ve endüstriyel kaynaklı atıkların derin deşarj yöntemi ile yapılmasının en büyük etken olduğu biliniyor. 1980’de 4.7 milyon nüfuslu İstanbul, 20 yıl içinde iki kattan fazla nüfus artışı ile 2000 yılında 11 milyona ulaştı. Bugün 16 milyonun yaşadığı İstanbul’u daha cazip hale getirme çabası, İstanbul’un sorunlarını daha da büyütüyor. Ekonomik büyüme ve kent üzerinden yaratılan rant öncelikli politikalar, gerek kentsel dönüşüm ve ayrıcalıklı imar hakları ile artan yoğunluklar, gerekse kentin yayılması 1980 sonrası başlayan ve 2000’lerde hızlanan bir süreci tanımlıyor.

Kent mekanının metalaşması ile büyük ve görünür yatırımlar öne çıkarken, siyasi karşılığı olmayan ve görünmeyen altyapı konusunda gerekli yatırımların yapılmadığı anlaşılıyor. Çoğunlukla altyapı yatırımlarının büyük maliyetleri ve finansman zorlukları gerekçe gösteriliyor. Elbette kaynak yaratmak önemli, ama yurttaşlarının sağlıklı bir yaşam hakkını temin etmek de merkezi ve yerel yönetimlerin sorumluluğundadır. Aslında pandemi dönemi, bilimin öneminin anlaşılmasına bir katkı sağladı. Ne yazık ki bilim insanlarının yaptığı tespit ve uyarılar, siyasette karşılığını bulamamış ki bugüne gelmişiz. Elbette sağlıklı bir kentte yaşama hakkımızı savunmak üzere hepimize iş düşüyor.

1980’DEN BERİ NÜFUS KATLANIYOR

-İstanbul’un nüfusu son nüfus sayımına göre azalmış olsa da bu kentin nüfusu büyük ölçüde bir sorunların kaynağı olmaya devam ediyor. Planlama aşamalarında bu durum hesaba katılmıyor mu? 

1980’den 2000 yılına kadar iki kattan fazla nüfus artışı gerçekleşiyor. 2000-2020 arasında da yaklaşık beş milyon ekleniyor bu nüfusa. 16 milyon bir kent, aslında bir ülke büyüklüğünde (Hollanda 17 milyon). Planlama aşamasında elbette nüfus senaryoları yapılıyor. 2009 İstanbul Çevre Düzeni Planı, çok sayıda disiplinden bilim insanının çalışmaları ile kentin gelişme eşiklerini, bir başka deyişle kırmızı çizgilerini belirleyerek kentin taşıma kapasitesini 16 milyon nüfus olarak belirlemiştir. Mevcut eğilimlere göre yapılan hesaplar, 2023 yılı için 20 milyonun aşılacağını işaret ediyordu. Yani nüfus, daha önceki dönemlerdeki hızla artmaya devam etseydi. Fakat, plan merkezi yönetimin büyük projeleri (3. Köprü, 3. Havalimanı, Kanal İstanbul) ile uygulamaya geçme şansını tümüyle yitirdi.

-Kanal İstanbul daha fazla nüfus anlamına geliyor. Eğer kanal inşa edilir ve projeler hayata geçirilirse 10 yıl sonra nasıl bir İstanbul ile karşılaşacağız?

Esasen Kanal İstanbul’un yapım sürecinin İstanbul’a vereceği tahribatı düşünmek bile yetiyor. Kanal İstanbul’un kent üzerinde yaratacağı olumsuz etkileri tüm boyutları ile tartışıldı. Ama halen ne yararı olacağına ilişkin bilimsel kanıta dayalı bir açıklamayı duymuş değiliz. Doğal olarak boğazın ayırdığı Asya ve Avrupa yakalarını birleştirmek için köprüler inşa ediyoruz. Bir yandan da Kanal İstanbul ile kentte yapay olarak üçüncü bir parça yaratıyor ve onları da altı köprü ile bağlıyoruz! Kanal İstanbul ÇED Raporunda ise, proje kapsamında önerilen bir milyon nüfusun, yaratılacak cazibe merkezleri ile aşılacağı belirtiliyor. Tüm bunları düşündüğümüzde, bir kentin geleceğine ilişkin bu kadar kritik bir kararın, yerel yönetimi dışlayarak merkezi yönetim tarafından yürütülmesi de büyük bir sorun oluşturuyor.

Fotoğraf Esin Köymen- Kanal İstanbul'un geçeceği güzergahta bulunan Sazlıdere Barajı

EŞİTSİZLİKLER ARTIYOR”

-Geçmişe dönüp baktığımızda İstanbul’da neler yanlış yapılmış olabilir? Özellikle bugüne etkisini düşünürsek. 

Öncelikle İstanbul’da daha fazla cazibe yaratmanın problemli olduğunu düşünüyorum. Örneğin, Merkez Bankasının İstanbul’a taşınması kararı gibi. Bunu hem Türkiye’deki bölgelerarası dengesizlikler, hem de İstanbul’un sorunlarının artması açısından söylüyorum. 2000 sonrası dönemde, büyüyen Türkiye ekonomisinin İstanbul üzerinden yürütülmesi en temel problem. Bugüne kadar izlenen kentsel büyüme ve kentin sermaye için yeni kazanç alanına dönüşmesi eksenli neo-liberal politikaların tahribatını, çevre üzerinde gördüğümüz gibi, sosyo-ekonomik eşitsizliklerin artışında da görüyoruz. Çevre açısından başka kritik bir konu bildiğiniz gibi su ve İstanbul’un su havzalarının korunamaması.

Ömerli havzasında 1985 yılında 3 bin 600 nüfuslu bir köyden 1990’lı yıllarda 82 bin nüfuslu bir kent olarak Sultanbeyli’nin ortaya çıkışını ve bugün 343 bin nüfuslu bir ilçe haline geldiğini görüyoruz. 1999 Marmara Depremi sonrasında, İstanbul için beklenen depremin önceliği bir süre sonra etkisini kaybetti. Kentsel dönüşüm uygulamalarına baktığımızda, belirlenen riskli alanlardan çok rant yaratan alanları görüyoruz. Ayrıca, Anadolu ve Avrupa yakasını birleştiren ikinci köprü ve bağlantı yollarının kentin kuzeye gelişimini tetiklemesi ardından, kent içi ulaşıma katkısı olmayan üçüncü köprünün, üçüncü havalimanı ve kuzeye yönelik yatırımlarla kent makro formunu tümüyle değiştirmesi meselesi var. Tüm bu büyük projelerin, İstanbul Metropoliten Planlama bünyesinde hazırlanan 2009 İstanbul Çevre Düzeni Planına aykırı olması da sorunun büyüklüğünü gösteriyor.

“TARIM ALANLARININ KORUNMASI KRİTİK”

-Yanlış uygulamalar devam ediyor mu?

Ekonomik büyüme hedefinin İstanbul üzerinden yürütülmesine devam ediliyor. Bu hedef doğrultusunda, İstanbul’un öncelikli konuları yerine kente ve kentte yaşayanlara katkısının tartışmalı olduğu büyük projeler merkezi yönetimin yarattığı istisnalar ile belirleyici oluyor. Kentsel büyüme öncelikli politikalar dizginlenmediği sürece, İstanbul’un sağlıklı gelişimine ilişkin uygulamalar hayata geçemiyor.

Yöneticiler de İstanbul’u sınırsız bir kaynak olarak görüyor. Ancak İstanbul alarm vermeye çoktan başladı ve can çekişiyor diyebiliriz. Bu kentin hangi kaynakları tüketildi ve tüketiliyor? 

İstanbul Planlama Ajansı bünyesinde yürütülen Vizyon 2050 çalışması kapsamında öne çıkan konu, İstanbul’da bugüne kadar kaybedilenlerin muhasebesini yapmak zorunluğu. Ve aslında biraz yavaşlayarak, sahip olduğumuz kaynak ve değerleri geleceğe sağlıklı taşımanın yollarını bulmak. Kuzeye gelişme ile birlikte daha önce de söylediğim gibi, öncelikle su kaynakları tüketildi ve tüketilmeye devam ediyor. Orman alanları ve tarım alanları. İstanbul’un tarımsal üretim açısından çok yüksek bir potansiyele sahip olduğu söylenemez belki ve nüfusun gıda tedariki büyük oranda dışarıya bağımlı. Ama yine de İstanbul’un kuzeyinde var olan tarım ve kırsal alanların korunması bugün ve gelecek için kritik bir öneme sahip.

“SÖYLEMDE KALMAMALI”

Deprem unutuldu örneğin, buna dair ciddi bir hazırlık olduğunu söylemek mümkün mü?

Evet, maalesef yine bilim insanlarının ciddi uyarılarına rağmen hızla değişen ülke gündemleri arasında deprem öncelikli konu olamıyor. 2003 yılında İstanbul Deprem Master Planı’nın hazırlanması önemli bir girişimdi ama o da uygulama aşamasına geçemedi. Bildiğimiz üzere, deprem riski üzerinden başlatılan kentsel dönüşüm faaliyetleri de hedefinden çok uzaklaştı. Riskli yapı stoku ve tahmin edilen can kayıplarına karşı etkili çözümlerin üretilmediği bir gerçek. İBB 2019 yılında İstanbul’un pek çok sorununa ilişkin geniş katılımlı çalıştaylar düzenledi. Deprem Çalıştayı da bunlardan biriydi. Çalıştay raporunda tespitler ve gerekli aksiyonlar ortaya kondu.

İstanbul’un bu yükü kaldırması için neler yapılmalı?

Müsilajın sorunları görünür kılması ile ilişkili başladık. Bunun temel nedenlerinden biri kirlilik, ama ekosisteme yapılan müdahaleler ve iklim değişikliğinin etkisine özellikle dikkat etmek gereği var. İklim krizinin etkilerine karşı, adaptasyon ötesinde zarar azaltıcı yöntem ve yaklaşımları tüm kent yönetimlerinin benimsemesi, söylemde kalmayıp biran önce eyleme geçmesi gereği var. İstanbul’un bu yükleri kaldırabilmesine karşı; ekosistemlerin korunması, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının artması, enerji ve su tasarrufuna yönelik projelerin acilen devreye girmesi, Avrupa Yeşil Mutakabatı’nın getirdiği zorunluluklar kapsamında işletmelerin çevre ile ilgili sorumlu aksiyonlara geçmeleri, tüketimin ve atıkların azaltılması ile yeniden kullanımına ilişkin döngüsel ekonominin uygulama koşullarının oluşturulması öncelikli konulardır. Bunlar olurken, İstanbul dışındaki diğer kentlere yöneltilecek yatırımların da İstanbul’un yükünü bir ölçüde azaltacağını unutmayalım.


ARŞİV