“AFAD koordinasyonunda deprem bölgesindeki enkaz çalışmalarına destek için BAK Kadıköy ekibimiz hazırlıklarını tamamladı ve bölgeye hareket etti. Dileğimiz bir an önce yaraları sarabilmek.” diyerek 6 Şubat sabahı ekibimizi Kadıköy Belediyesi sosyal medya hesaplarımızda paylaştık ve onları bir bilinmeze yolladık. Depremin ne kadar zarar verdiğini ve neyle karşı karşıya kalacaklarını asla kimse tahmin edemezdi çünkü. Ta ki uçaktan inip Hatay’a varana kadar. İlk bizim arkadaşlarımız gitti Hatay Odabaşı Mahallesi’ne ve bu aslında bir görevlendirmeydi. Yani sanılıyordu ki gittiklerinde orada bir muhatap bulacak ve hemen bir enkazda çalışmaya başlayabileceklerdi. Ama Hatay’a indikleri andan itibaren gördüler ki tek başlarınalar. Tek başına… Kadıköy BAK ekibini Hatay’da bekleyen ilk şey sorumlulardan ziyade kuvvetli bir dolu ve her enkazdan yükselen yardım çığlıkları oluyor. Hemen kendilerine gelip hızlıca uçağa koyabildikleri malzemelerle gözlerine iliştirdikleri ilk enkaza tırnaklarıyla girişiyorlar. Evet, tırnaklarıyla çünkü, yanlarına en hafif malzemeleri alıp gidebildiler oraya, esas büyük parça malzemeler araçlarla geldiği için ancak 12 saat sonra ulaşabildiler asıl malzemelerine. Ve işte o tırnaklarla girdikleri ilk gün Ecrin’i, Yaren’i, Nehir bebeği ve daha nice canı canlı çıkardılar enkazlardan.
Peki ya kendi enkazları?
Çalışmalarının 9. gününde ben de aralarına dahil oldum. Benimki de bir görevlendirmeydi. 9 gündür basından görevli olan arkadaşımla yer değiştirmek için gitmiştim. Ekibin yüzde 80’i Kadıköy Belediyesi’nde çalışma arkadaşımdı ve hepsini çok merak ediyordum. Geceye doğru yanlarına varmıştım. Bir varilin başında ısınıyorlardı. 3. günden sonra bütün düzenleri kurulmuştu tabii artık. Ama ilk üç gün kendi deyimleriyle onlar da adeta bir depremzede olmuşlardı. Boşaltılmış bir yarı açık cezaevinde, savcıların, askerlerin de konakladığı çok güvenli büyük bir alanda kendi bölgelerinde ısınıyorlardı. Arabadan iner inmez hepsini sıkı sıkı kucakladım. Koklaya koklaya kucakladım resmen. Onlar mıydı kucaklaşmaya ihtiyacı olan ben miydim anlamadığım öyle sıcak bir kucaklaşma işte. Çok yoğun bir is kokusu vardı üstlerinde ama sanmayın ki yanan varilden gelen bir koku, içlerinde yanan ateşin is kokusuydu resmen. Tanışmadıklarımla da tanışıp koyu bir sohbete tutuştuk. Birbirlerine anlatamadıklarını belki de anlatıyorlardı bana. İçlerinde tuttuklarını. “Biz insanları enkazdan kurtarmayı öğrendik ama bu yıkımı, bu vahşeti göreceğimizi kimse bize anlatmadı.” dedi içlerinden biri. Kimi “bütün yüzleri silmeye çalışıyorum gözümün önünden” kimi “o boynuma sarılan bebeği kimse sahiplenmezse onu ben sahipleneceğim” diyor, kimi de “göz göze geldik imkanı yok onu oradan kurtarmalıydım artık, patlayacak olan gaz umurumda bile değildi” diye anlatıyordu. “Ah orada biraz daha çalışabilseydik, ses verdi, buradayım dedi, yanına sadece 2 dakika sonra vardım ve artık yoktu, keşke daha hızlı olabilseydim, her an bir ses duyuyorum sanki, sürekli buradayım, kurtarın, ağlamalar, feryatlar…”
Dayanamayıp biraz ağlaştık sonra da birbirlerine verdikleri sözü yerine getirdik; bu varilin başında sadece güleceğiz, birbirimizle şakalaşacağız ve sabaha yeni umutla başlayacağız. Ve tabii sıcak bir çay imdadımıza yetişti.
Yorulmuşumdur diye hemen bana yatacağım yeri gösterip, tulumumu serip bir de sıcak su torbası torpili bile yaptılar. Büyük bir yatakhane, herkes iç içe yatıyor, su ve elektrik az bir süre geliyor. Jeneratörse işte biraz Allah’a emanet. Ama ihtiyaç duydukları zaten yüzeysel bir temizlik değil, ruhen bir temizlik o yüzden pek de umursamıyorlar bu durumu. Sabah sıcak çayları ve biraz peynir ekmekleri var. Bütün günü bununla geçirmeye razılar...
Sabah erken kalktık ve takımla beraber enkazdaki çalışmalarına katıldım. Artık 10.gündü ve daha çok hayatını kaybetmiş insanlara ulaşıyorladı. Zaten şehir de hayatını kaybetmişti. Yok olmuştu. Büyük bir Hatay yazısı vardı, turistik bir yazı. Yazı sağlam ama arkası tam bir yıkıntıydı. Arabaların üzerine yıkılmış binalar, yerlerde bebek ayakkabıları, bir ailenin tatil anılarının olduğu bir fotoğraf albümü…
Yıkılmış mahremler gördüm ben. Yatak odaları, etrafa saçılmış kişisel eşyalar, tabakları yere düşmemiş mutfaklar, 06.25’te durmuş bir duvar saati ve tek başına duran bir gül, kıpkırmızı, daha kurumamış. Yıkık bir balkonda öylece duvara yaslanmış uçmaya hazır bir kumru. Bu dedim umut mu? Buna tutunabilir mi insan?
Şehir sessizdi, yıkıktı ve ağır bir kokuyla kaplanmıştı. Ekipten arkadaşlarımın yanına geri döndüm. Maskelerinin içine viks sürmeye başlamışlardı artık. Görmeye dayanamadıkları insan parçalarını toplamaya başlamışlardı. Kimi bırakıp gitmek zorunda kaldı, kimi daha güçlü olmaya çalışarak insanlara cenazesini teslim etmeye çalıştı. Ama size öyle bir ekipten bahsediyorum ki, çalışan iş makinelerini bile dikkatlice yönlendirip, insanları parçalamadan alabilmek için pür dikkat uğraş veren bir ekip. Yakınlarına teselli olmaya çalışan, dakikalarca sohbet eden, ağlayanlarla yere çöküp ağlayan bir ekip.
Öylece geri döndük, elimizden geldiğince temizlenmeye ve günü unutmaya çalıştık. Yakınlardaki bir aşevine gidip karnımızı doyurup yine varil başında sıcak çayımızı içmeye başladık. Gün hiç konuşulmadı. Hatta arada ekibin en tatlı üyesi, arama kurtarma köpeği Lena ile neşelenmeye çalışıyorduk. Onun sayesinde birçok enkazdan hayat kurtarıldı ama gece olunca da neşesiyle sevimliliğiyle ekibe hayat sevinci aşılıyordu. Gece oldu mu onunla yatıp yuvarlanmamak elde olmuyordu. Biraz dertleri unutturuyordu bile denebilir.
Herkesin ısınacak bir varili vardı ama konu BAK Kadıköy’ün varili oldu mu etrafında toplanan polisler, askerler, mühendisler savcılar gördüm. Çünkü arkadaşlarımız öyle bir ekip ki kimseyi kimseden ayırmadan canhıraş çalıştılar ve dışarıdan da görünen muhteşem bir ekip olduklarını herkese gösterdiler. O sıcak sohbetleriyle herkesi kendilerine hayran bıraktılar. Bir takım nasıl olunur bunu çok iyi gösterdiler.
Son gece ateşin başına toplanıp hepsi birbirine sizinle birlikte olmaktan onur duyuyorum, gurur duyuyorum demeye başladı. Takım lideri Hakan sonsuz saygı ve sevgi sözcükleriyle arkadaşları onore etti ve öylece ayrıldık Hatay’dan.
Peki şimdi evlerinde ne yapıyorlar? Gözlerinin önüne varilin etrafındaki muhabbetleri mi geliyor yoksa kan donduran görüntüler mi? Kahramanlarımız kendi enkazlarını birbirlerine sarılarak atlatabilecekler mi? Ben tek tek gidip onları kucaklasam geçecek mi? Lütfen geçsin çünkü onlara ve böyle birbirine sımsıkı bağlı ekiplere bu zor zamanlarda çok ihtiyaç var. İyi ki varsınız BAK Kadıköy. Sizinle yan yana gelebilmiş olmaktan onur duyuyorum.