Kanal İstanbul’un ne zaman başlayacağı merakla beklenirken, projenin etki alanındaki iki tarihi köprünün yeniden yapımı için düzenlenecek ihalenin tarihi belli oldu. 26 Mart 2020 tarihinde ‘etüt proje hizmet alımı’ ihalesi gerçekleştirilecek. Karayolları Genel Müdürlüğü İstanbul 1. Bölge Müdürlüğü tarafından düzenlenen ihalede yapılacak işin süresi 350 gün olarak belirlendi. Kanal İstanbul için bir yandan ihaleler düzenlenirken bir yandan da İstanbullular Kanal İstanbul’un olumsuz etkilerini tartışmaya devam ediyor. Köstebek Akademisi 4 Mart Çarşamba günü Tasarım Atölyesi Kadıköy’de “Kanal İstanbul’a Akademik Bakış” adlı bir panel düzenledi. Prof. Dr. Naci Görür, Doç. Dr. Pelin Pınar Giritlioğlu ve Prof. Dr. Doğanay Tolunay’ın konuşmacı olarak yer aldığı panele çoğunluklu olarak üniversite öğrencileri katıldı.
“İSTANBUL PLANLAMALARINA AYKIRI”
Buluşmanın ilk konuşmasını yapan Giritlioğlu, projenin İstanbul’un planlaması üzerine ne ölçüde etki edeceğini anlattı. Proje alanı içinde orman arazilerinin, sit alanlarının, ekolojik hassas bölgelerin yer aldığını ifade eden Giritlioğlu “Kanal İstanbul ‘Yenişehir Planı’ olarak geçiyor, bu da bize burada sadece bir su yolunun değil yeni bir şehrin kurulmaya çalışıldığını gösteriyor. ‘Ekonomik büyümenin sürdürülebilmesi ve artan nüfusa yeni yerleşim alanları açılabilmesinin’ bir gerekçe olarak sunulması, yıllar önceki İstanbul şehir planlamalarına aykırıdır çünkü nüfusun zaten büyümemesi, kontrol altına alınabilmesi gerekiyor.” dedi.
“Konuştuğumuz konu gelecek nesillerimizi de ilgilendiren bir mesele olduğu için tüm vatandaşlar olarak konuya sahip çıkmamız gerekiyor.” diyen Giritlioğlu şöyle devam etti: “Planlanan alanın içinde 170 binden fazla vatandaşın yaşadığını biliyoruz. Plan değişikliği raporunda projenin doğal çevreyle uyumlu olduğu aynı zamanda doğal ve yapay risklere karşı güçlü bir kentsel bölge sisteminin kurulmasının amaçlandığı iddia ediliyor. Ancak bu iddia yanlıştır. Çünkü projenin kendisi bu anlamda riskler yaratacaktır. ÇED raporuna göre alanın içinde bulunan yaklaşık 102 milyon metrekare tarım arazisi yok olacak. 5 milyon 300 bin metrekarelik tarım alanı projenin etki alanında yer alıyor, bu da tarım ekonomisini ortadan kaldıracak.”
“HUKUKİ AÇIDAN HATALI”
Projenin hukuki açıdan hatalı olduğunu belirten Giritlioğlu, “İtiraz süresinin son günü bile beklenmeden plan askıya çıkarıldı. Bu proje anayasal gerekçe olarak bir kalkınma projesi olarak anlatılıyor fakat kalkınma kısmı sorgulamaya açık. Kanal İstanbul yapılırsa havzalar da ormanlar da korunamayacak. Dolayısıyla ekolojik turizmin yoğunlaşacağı bu alan tahrip ediliyor. Kanalın batısında açılacak 3 hastane, sağlık turizmi adı altında plan raporunda yer alıyor. Fakat bu hastanelerin yapılacağı alanlar afet riski taşıyor.” diye konuştu.
“İSTANBUL’A SU YETMİYOR”
Projenin hayata geçirilmesi durumunda Sazlıdere Barajı’nın tamamen yok olacağını söyleyen Prof. Dr. Doğanay Tolunay, “Binlerce insan su hakkından mahrum bırakılacak. Terkos Gölü’nü kaybetme ihtimalimiz çok yüksek ama ÇED raporunda bununla ilgili bir şey yok maalesef. Terkos Gölü yüzyıllardır içme suyu havzası olarak kullanılıyor, Osmanlı döneminde Fransızların da işlettiği bir kaynak. İstanbul, su fakiri bir şehirdir. Melen Barajı yapılmasına rağmen İstanbul’a yetmiyor. Dolayısıyla nüfusu kontrol altına almak zorundayız.” dedi.
“HAVA KİRLİLİĞİ ARTACAK”
Kanal İstanbul’un etki alanında kalan bölgelerin ekosisteminin bozulacağını ve çalışma alanında oluşacak tozuma ile hava kirliliğinin artacağını ifade eden Tolunay, şöyle devam etti “Toz emisyon hesaplamalarında taşıma kaynaklı emisyonlar hesaplanmamış. Yapılacak yollarda kazı dolgu yapılmayacağı kabul edilmiş. Saatte ortalama 5 ton toz emisyonu olacakken taşıma sonucunda havaya karışan taşıma tozu sıfır olarak hesaplanmış. Havaalanı inşaatında da henüz açılmamış pistlerden gelecek olan toz, toz emisyonunu artıracaktır. Terkos Gölü açıklarında ve İstanbul Boğazı’nda bekleyecek gemilerin sayıları artacak. Gemiler beklerken mazot yakacağı için bir emisyon açığa çıkacak. ÇED raporunda bu bekleme sürecinin etkileri analiz edilmemiş. Sera gazı emisyonları eksik hesaplanmış. ÇED raporunda analiz edilen verilerde etki bölgesi çok dar bir alan olarak gösterilmiş, sadece kanal güzergahının üzerinde çeşitli etkiler hesaplanmış. Ancak bu etkilerin sadece kanal üzerinde olmayacağı ortada.”
ÖNCELİK DEPREM OLMALI
Panelin son konuşmacısı Prof. Dr. Naci Görür de projeyi İstanbul depremi üzerinden tartıştı. “En sorunlu zemin üzerinde kazı yapılması planlanıyor. Bu boyutta bir projede doğayla savaş söz konusu.” diyen Görür şöyle konuştu: “Ben bir yer bilimci olarak kendi kararımda olsa böyle bir projeyi yapmam ve bu projeyi düşünenlere de önerim bu işten vazgeçmeleri. Bunun en önemli nedenlerinden biri de deprem bekliyor olmamız. Deprem milyonlarca insanın can güvenliğini tehdit ediyor. Siz bu sorun ortada iken ve Elazığ’da Van’da insanlarımız ölürken ve ülke ekonomik bir krizin içindeyken bu projeyi yapmanın bir mantığı yok. Elimizde paramız varsa da soru şu: kanal mı yapalım, milyonlarca insanın can güvenliğini mi sağlayalım? Bu projenin gerekçesi yok. O nedenle böyle bir proje yapılmamalı.”
“YER ALTI SULARI YOK OLACAK”
Projenin bölgedeki yer altı su kaynaklarına zarar vereceğini vurgulayan Görür, “Eğer bu güzergahtan bu kanalı geçirirseniz, bu su havzasını da tahrip edeceksiniz. Yer altında su içeren kayalara akifer denir. Kanal güzergahında çeşitli akifer yoğunlukları var. Bütün akarsular denize varmak ister. Siz deniz seviyesinin de altında bir yeri kazmak istediğiniz zaman orada basıncı düşürürsünüz. Yer altında suyun dinamiğini basınç kontrol eder ve su yüksek basınç alanına doğru hareket eder. Kanalı açtığınız zaman akiferlerdeki yer altı sularının tamamı kanala boşalmak için hareket eder ve belli bir zaman sonra hepsi de boşalır. Oralarda bazı önlemler yapacaklarını, izolasyon yapacaklarını söyleseler de bana çok inandırıcı gelmiyor. En önemlisi yeraltı sularını kaybedecek olmamız. Bu durum o su havzasını kuraklaştırmak demektir.” değerlendirmesini yaptı.
“HEYELAN RİSKİ ARTAR”
Projenin heyelan riskini arttıracağını belirten Görür, depremle ilişkili de şöyle konuştu: “Marmara’nın altındaki fay, son depreme kadar bir bölümü kırıldı ve kırılmayan kısmı da kırılacak. 1999’dan 2014’e kadar burada benim başkanlığımda Fransız, İtalyan ve Amerikalılarla 7 araştırma gemisiyle araştırmalar yaptık. 1200 metre derinliğe daldım ve bu fayı takip ederek çalışmalar yaptım. Bu verilerin ışığı altında bu bölgede deprem olacağını, olmasının da çok uzak olmadığını söylüyorum. Bu fay kırılırsa minimum 7.2 büyüklüğünde deprem olur. Depremin kanala etkisiyle heyelan ve kaya düşmesi gibi olaylar yaşanacak. Karadeniz de tüm hızıyla suyu doldurmaya devam edecektir ve her tarafı basacaktır. Bu durumda kanal veya Küçükçekmece’deki karadaki faylar denizdeki faylarla bağlantılı. Bunun kanalı tahrip etme ihtimali de çok fazla. Ben kanalın kuzey kısmına çok gitmedim ama Marmara kısmında kanalı ayakta tutmak bir mucize. Jeolojik verilere göre Kanal İstanbul’un yapılması oldukça riskli, dolayısıyla da maliyetlidir. İstanbul deprem bekliyor. Deprem bekleyen bir kentte bu tür yapıları yaparak riski daha da fazla artırmamak gerek. Deprem riski olan bir bölgede en büyük risk nüfusu artıran projelerdir. Çılgın bir proje istiyorsanız Anadolu’ya dönüş sağlayın."