"Konut sorunu yaşamı tehdit ediyor"

“Yuvayı Kaybetmek” kitabının yazarı akademisyen Cansu Tekin: “Konuta sahip olamayan milyonlar ya kirasını ödeyemiyor ya da en basit örnekle dengeli ve yeterli beslenemiyor. Bu artık bir refah kaybı değil, bu doğrudan yaşamı tehdit eder hale geldi”

29 Temmuz 2022 - 09:41

Son iki yıldır gündemden düşmeyen ve her geçen gün büyük bir sorun haline gelen barınma krizinin eğitim döneminin başlamasıyla birlikte daha yakıcı hale gelmesi bekleniyor. Son bir yılda Kadıköy’de kira fiyatları yüzde 200’ün üzerinde artarken, aynı oranda depozito ve taşınma masrafları da arttı. Fransa ve Türkiye’deki konut sorununu inceleyen akademisyen Cansu Tekin ile evi olmayanları, yuvasını kaybedenleri ve kaybetmek üzere olanları, kirasını veremeyenleri, barınamayanları konuştuk. Tekin, “2000 sonrasında alım gücünün arttığı yıllarda ev sahibi olmak bir nebze kolaylaştı. Ancak artık konut söz konusu olduğunda sınıfsal bir geçişin mümkün olmayacağını söylemeliyim.” diyor.

-Fransa ve Türkiye'deki konut sorununu işlediğiniz “Yuvayı Kaybetmek” kitabınız okurla buluştu. Türkiye’de büyük bir krize dönüşen konut sorunu hakkındaki fikirleriniz değişti mi?

Türkiye’deki konut krizine ilişkin düşüncelerim elbette ki değişti ve her gün de değişiyor. Ancak bu olumlu anlamda değil. Daha kötüye giden, yerinden edilen, yuvasız bırakılan insan sayısına yenileri ekleniyor. Maalesef sorun konusunda atılan adımlar ise çözümün fersah fersah ötesinde. Üstelik yapılan düzenlemelerin herhangi bir iyileşme yaratmadığı da ortada.

Neden?

Örneğin haziran ayında getirilen yüzde 25 kira sınırlaması öyle yüzeysel öyle düşünülmeden yapılmış bir düzenleme ki sorunu samimiyetle çözmekten uzak. Aslına bakarsanız eğer bu sorun gerçekten çözülmek istenseydi, pek çok ülkede gözlemlenen kalıcı çözümler gerçekleştirilebilirdi. Üstelik siz sadece yerleşik kiracılar için yüzde 25 düzenlemesini getirdiğinizde öğrencileri, şehir değiştirmek, bölge değiştirmek durumunda olanları, başka bir şehirde yeni işe girenleri, pek çok yoksulu düzenlemeden dışlamış oluyorsunuz. Eğer bu düzenleme yeni kiralarda da en son kiranın en fazla yüzde 25 fazlasına kiralanabilir gibi bir düzenlemeyi içerseydi belki bir nebze yararlı olurdu. Ancak yine de hukukun çeşitli yollarla dolanılarak (yüzde 25’in üstündeki kirayı elden alma gibi) pek çok yolun şimdiden ev sahipleri tarafından bulunduğunu görüyoruz.

“EV ALMAK MÜMKÜN DEĞİL”

-Türkiye'de özellikle de İstanbul'da milyonlarca insan yuvalarını kaybediyor ya da ona sahip çıkmak için büyük bedeller ödüyor. Son iki yıldır yaşadıklarımızı nasıl değerlendirirsiniz?

Son iki yıldır aslına bakarsınız Türkiye’de uzun dönemdir inceden inceye yaşanan ancak pandemiyle birlikte dağıtılan ucuz krediler ile gayrimenkulün finansallaşması sürecinin hızlandığını görüyoruz. Eskiden ev, yuva sahibi olmak orada aile kurmak, hayat kurmak, yerleşmek, komşuluk kurmak, dayanışmak olarak görülürdü. Artık maalesef konut, sahip olduğu tüm bu sosyal anlamlarından boşaltıldı. Yalnızca artan finansallaşmaya birlikte içerisinde yaşayan insanların sosyal ve psikolojik bağını önemsemeyen birbirinin aynısı, güya “havalı”, “modern” olan konutlar dikildi. Üstelik konut piyasasına artık girmek o denli zor ki maalesef bizim kuşağımızın artık ev alması mümkün görünmüyor.  Bu durum, ilerleyen dönemde özellikle y ve z kuşağı olarak adlandırılan 85 ve sonrası doğan kuşak için öfke patlaması anlamına gelebilir. En azından bu kuşaklar artık kendilerine verilen sözlerin tutulmadığını düşünüyor.

“Okursan, çalışırsan, iş sahibi olursun, iyi bir hayatın olur” toplumsal sözleşmesi bir masala dönüştü. Bu da gençler arasında artan umutsuzluk ve öfke hissini besliyor. İşe girse bile artık gençler kazandıkları ücretin/maaşın yarısını kira olarak vermek zorunda kaldıklarının farkında. İstanbul, Antalya ve İzmir gibi kentlerde ise kazançlarının tümünü kiraya veriyorlar. Pek çok öğrencimiz geçtiğimiz dönem artan kiralar nedeniyle okullarının olduğu kente gelemediler bile. Bu maalesef sürdürülebilir değil. Acilen önlem alınması gereken bir konu konut sorunu. Barınma 1947’den beri Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Sözleşmesi’ndedir ve en temel insan hakkıdır. Hatırlanmalıdır.

Barınma krizi ile yoksulluk arasında nasıl bir ilişki kurulabilir. Konut sorununu konuşurken bu tanımların da yeniden tartışılması gerekiyor mu sizce?

Barınma krizi ve yoksulluk arasında oldukça açık ve doğrudan bir ilişki var. Bir konuta sahip olmanın ötesinde bugün kiraya dahi çıkabilmek büyük bir meziyet. Kira, depozito, emlakçının ücreti, taşınma masrafları derken on binlerce liradan bahsediyoruz. Gün geçtikçe Türkiye’deki kır ve kent arasındaki akrabalık/hemşerilik dayanışmasının kırılması da bunda etken. Kimi durumda kefil istenmesi de yoksulları konut sorunun tam ortasına bırakıyor. Mahallelerin çok net sınıfsal ayrımlarla çizilmiş olması, kent içerisinde sınıfsal karşılaşma olanaklarını azaltıyor. Bunun yanında tabii ki kimlikler de konut bulma konusunda yine dezavantajlı gruplar için bir sorun.

“SINIFLAR ÇOK KESKİNLEŞTİ”

-Konut sorunu beraberinde refah kaybını da getiriyor. Siz sahada da incelemeler yaptınız. İnsanlar bu durumdan nasıl etkileniyor?

Şu an Türkiye ekonomisi hali hazırda sürekli olarak alım gücünün günden güne değiştiği bir görünüm sergiliyor. Yeni gelen kuşakların konut piyasasından dışlanmasıyla beraber konut piyasasında artık sınıfsal geçişleri göremeyeceğiz. Bununla şunu anlatmaya çalışıyorum. Türkiye konut sorunu konusunda uzun yıllar kendine yardım stratejisi izledi. Gecekondu aflarıyla yoksulların apartman (ya da daire) sahibi olmasıyla orta sınıflaştığını gördük. 2000 sonrasında ise alım gücünün arttığı yıllarda ev sahibi olmak bir nebze kolaylaştı. Ancak artık konut söz konusu olduğunda sınıfsal bir geçişin mümkün olmayacağını söylemeliyim. Konut konusunda sınıflar çok keskinleşti. Konuta sahip olamayan milyonlar ise ya kirasını ödeyemiyor ya da en basit örnekle dengeli ve yeterli beslenemiyor. Bu artık bir refah kaybı değil, bu doğrudan yaşamı tehdit eder hale gelmiştir. Tatil, teknolojiye erişim, kentin sosyal imkanlarından faydalanma söz konusu değil.

-Yaşayacak konut bulamadığı için birlikte yaşamak istemediği halde eşinden ayrılamayan ya da ailesinin yanında yaşamak zorunda kalan kadınların sayısında artış yaşandığı da belirtiliyor. Sizin bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?

Kadınların durumu işgücü piyasasının ikili ve patriyarkal yapısıyla doğrudan bağlantılı. Maalesef pek çok kadın eğitimden uzun süre dışlandığı için meslek edinemiyor. Haliyle ancak ücretlerin düşük olduğu işlerde, çoğunlukla enformel ekonomide kendine yer buluyor. Ancak hatırlatmakta fayda görüyorum halen kadın-erkek ücret eşitsizliğinin olduğu bir işgücü piyasasına sahibiz. Bunun yanında hane içindeki karşılığı ödenmeyen emeği, çocuk ve yaşlı bakımının toplumsal olarak kadına yüklenmiş olması kadını mutlaka eve yakın yerlerde, saatleri belli, kimi durumda yalnızca kadınlara ayrılan alanlarda ve hatta erkeklerle karşılaşmayacağı işlere girmek zorunda bırakıyor. Konut sorunun temelinde emek piyasasının bu çarpık yapısı var.

Kadının böyle bir işgücü piyasasına hapsedilmesi özgürleşmesine engel oluyor. “Kendine ait bir oda”sı olmayan milyonlarca kadın var. Kadın, konut ve emek piyasasının biraraya gelmesi, kadınlar için şu dönemde sorunu ölümcül bir kokteyl haline getiriyor. Her gün kadın cinayetinin işlendiği şu günlerde mutlak surette İstanbul Sözleşmesi kararından geri dönülmesi, kadın bakanlığının tekrar açılması, kadınları güçlendirecek adımların atılması gerekiyor. Çünkü o ezberden kabul edilen aile yapısı artık çatladı. Kabul edip, farklı konumlarda bulunanları kapsayıcı önlemler alınmalı.

“ÖĞRENCİLERE KİRA DESTEĞİ GEREK”

-Önümüzdeki aylar barınma krizi için daha kötü koşulların habercisi olabilir. Özellikle İstanbul gibi büyük şehirlere eğitim için gelen öğrencileri büyük bir sorun bekliyor. Siz önümüzdeki birkaç ayı nasıl görüyorsunuz?

Öğrencilerin öncülük ettiği “Barınamıyoruz” hareketini biliyorsunuz. Bu hareketin sadece bir başlangıç olduğunu düşünüyorum. Üstelik şu süreçte yurtların tarikatlara terk edildiğini ve geçtiğimiz aylarda özellikle bazı okullardaki yurtlarda öğrenci intiharlarının yaşandığını gördük. Güvenli, yeterli, insanca yaşama koşullarına sahip konut sayısı büyük şehirlerde oldukça az ve kiralar çok yüksek. Meselenin her ile üniversite binası dikmek olmadığını anlamış olduğumuzu umuyorum. Eğer bunu anlayarak yolumuza devam edersek öğrencileri kaderine terk eden bu yaklaşımı derhal bırakmamız gerektiğini de hızlıca fark edeceğiz. Pek çok öğrencim dönem başında ekonomik gerekçelerle üniversitesinin olduğu kente gelemeyeceğine dair mailler attı. Kimisi derslerin okumasını yaparak derslerini geçebildi.

Diğer yandan derslerde yoklama alınması ise zorunlu. Bu nedenle pek çoğu ise okulu dondurma yolunu seçti. Kiralar üç öğrencinin bir ev tutarak yaşam ve eğitim giderlerini karşılayabileceği seviyeden çok uzak. Öğrencilere verilen kredi ve burs destekleri ise oldukça az. Önümüzdeki birkaç ay içerisinde üniversite eğitiminden çekilen, en iyi ihtimalle sınavlara gelerek eğitimini tamamlamaya çalışan öğrenci sayısında artış olacak. Bu durum üniversite eğitiminin geleneğine aykırı. Hal böyle olunca üniversiteleri de “diploma basma merkezi”ne çevirmiş, niteliksiz mezunlar vermiş oluyorsunuz. Niteliksiz mezun demek ise ekonomik açıdan katma değer üretmeyen üretimde sıkışmanız anlamına geliyor. Bu durumun ekonomik maliyeti uzun dönemde oldukça büyük. Öğrencilere kira desteği, sosyal konut sunumu, insanca yaşamaya uygun elverişli konut sunmamız gerekiyor.

 


ARŞİV