Deprem tehlikesi nedeniyle uzun yıllardır İstanbulluların temel gündemi olan sağlıklı ve güvenilir konuta ulaşamama sorunu, ekonomik kriz ile birlikte daha fazla insanı doğrudan ilgilendirmeye başladı. Dövizdeki artış, inşaat maliyetleriyle birlikte kira ve satılık konutun da fiyatının artması, barınma sorunun daha da derinleşeceğinin bir göstergesi.
İstanbul Planlama Ajansı ile İBB İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı iş birliğiyle 3-7 Aralık tarihleri arasında düzenlenen İstanbul Konut Zirvesi’nde; artan konut kira fiyatları, konut stoku ve niteliği, beklenen İstanbul depremi ile ilgili olarak konut güvenliği ve kentsel dönüşüm konuları tartışıldı.
“YÜZDE 40’I ÖDEMEDE ZORLANDI”
Konut sorunun çok boyutlu bir sorun olduğunu ifade eden İPA Başkanı Emrah Şahan, zirvenin açılış konuşmasında, “İstanbul’un makro arazi kullanımına dair kararların alınmadığına ve geleceğe ilişkin sadece büyüme odaklı bir kent politikasının işletildiğine” dikkat çekti.
Ülkemizdeki konut politikası tamamıyla karlılık odaklı bir noktadan yürütüldüğü için beş ya da on yıl sonra şehircilik adına utanç duyacağımız alanlar da yaratıldı” diyen Şahan, “Koronavirüsü salgınının getirdiği güvencesiz koşullar ve ekonomik krizle birlikte konut politikalarının yetersizliği daha belirgin hale geldi. Küresel ve yerel ölçekte konut sorununun boyutlarının anlaşılması, konut meselesinin barınma hakkı çerçevesinde değerlendirilmesi, konut politikalarına ilişkin kapsayıcı stratejilerin belirlenmesi ve kalıcı çözümlerin üretilmesi önemli gereklilikler olarak karşımıza çıkıyor.” diye konuştu.
Pandemi döneminde İPA tarafından konut problemine ilişkin yapılan çalışmanın saha araştırmasına da değinen Emrah Şahan, son bir yılda ortalama kiraların yüzde 65 oranında arttığını, kiracıların yüzde 40’ının kira ödemekte zorlandığını ifade etti. Şahan, “İstanbul’a ilişkin veriler incelendiğinde kent içindeki nüfus hareketliliğinin boyutlarını da görüyoruz. İlçeler ve kentler arası nüfus hareketliliği yaklaşık 600 bin kişi. Söz konusu yoğun hareketlilik kent mekânına dair pek çok sorunu beraberinde getiriyor. Nüfusun belli yerlerde yoğunlaşması, ulaşımda da yoğunluklara sebep oluyor. İstanbul’un trafik, ulaşım, konut gibi pek çok sorunu birbiri ile ilişkilidir ve bu sorunlar kentin makro bir gelecek yol haritasının olmamasından kaynaklanmaktadır.” ifadelerini kullandı.
KONUTLAR KİMLER İÇİN YAPILIYOR?
Konut sorununun kadim bir mesele olduğunu söyleyen İBB İmar ve Şehircilik Dairesi Başkanı Gürkan Akgün de konunun sadece bugünün meselesi değil, birlikte yol haritası çizilmesi gereken kapsamlı bir konu olduğunu ifade etti.İstanbul’da kullanılmayan 800 bin konutun olduğuna dikkat çeken Akgün şöyle devam etti: “O zaman şu sorular karşımıza çıkıyor, bir konut üretimi var, gayrimenkul üretimi var ancak kim için konut üretiliyor? Gerçek ihtiyaç sahipleri için bir temel insan hakkı olarak barınma sorununu çözebiliyor mu, çözemiyor mu? Meseleye sadece bir gayrimenkul üzerinden bakıldığında dünyada ve Türkiye’de konut meselesinin finansallaşması olarak bakılmasıyla konutun gerçek ihtiyaç sahibine ulaşmadığını görüyoruz. Bunun aynı zamanda bir şehircilik krizine yol açtığını görüyoruz. İstanbul’un çeperlerine bir baskı yarattığını ve kentin yapılaşmaması gereken kuzeyine bir risk taşıdığını görüyoruz. Ayrıca üretim açısından incelersek konutun özel sektör tarafından üretilmekte olduğu, kooperatifçiliğin artık bittiği (yüzde 1), kamunun ise yüzde 4-5 oranında konut üretimine dahil olduğu görüyoruz.”
Özellikle İstanbul’a en çok konut yatırımı yapan TOKİ’nin, 135 projesinden sadece ikisinin alt gelir grubuna yönelik olduğunu belirten Akgün, “25’inin ise kentsel dönüşüm projelerine yönelik olduğu diğerlerinin ise gelir paylaşımı projesi olduğu aktarılmıştır. Bu konunun şehircilik anlamında konut ve barınma sorunlarında kamunun rolü açısından değerlendirilmesi gerekiyor.” dedi.
“ÜÇ MİLYON KİŞİ ETKİLENECEK”
Avrupa’nın birçok şehrinde de barınma sorunun yaşandığına dikkat çeken Akgün, konut ve deprem ilişkisine dair de açıklamalarda bulundu. Akgün, “Yaptığımız tespitlerle 80 bin yapının olası bir depremde yıkılacağını yaklaşık 200 bin yapının da ciddi bir riskle karşı karşıya kalacağını görüyoruz. Dolayısıyla üç milyon kişinin büyük bir hasarla karşı karşıya kalacağını görebileceğimiz kötü bir senaryo bu. Ama bununla yüzleşmemiz gerekiyor. İnsanların yaşam alanlarına dair karar verebildiği sağlıklı ve güvenilir bir konuta ulaşabildiği politikaları sadece sözde değil eyleme geçirme konusunda adım atmamız gerekiyor. Bunun araçlarını üretmeye çalışıyoruz. Ama bir yandan da şununla karşılaşıyoruz; ekonomik kriz ve üretim maliyetlerin ciddi bir şekilde artması. 2019’dan 2021’e inşaat maliyetleri yüzde 25 oranında arttı. Bugünün döviz kuruyla bu daha yüksek seviyelere ulaştı. Bu durum, özellikle yoksulların, asgari ücretlilerin sağlıklı ve güvenilir bir konuta erişebilmesinde ciddi sorunlar oluşturuyor.”
“SAĞLIKLI KONUT BİR İNSAN HAKKIDIR”
UNDP Türkiye Mukim Temsilcisi Louisa Vinton ise konut zirvesinin problemleri tespit etme ve uygulama geliştirme açısından çok önemli olduğu belirtilerek, yeterli konutun bir insan hakkı olduğunun altını çizdi. Kar için konut üretilmesi ve sonrasında boş kalmasının şaşkınlık yaratan bir şey olduğunu söyleyen Louisa Vinton sözlerine şöyle devam etti:
“Yeterli, güvenli ve sağlıklı konut uluslararası bir mücadele. Özellikle insan hakları sözleşmeleri bu savunuculuğu ortaya koymaları açısından önemli belgelerdir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne konut bir insan hakkı olarak belirtilmiştir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden sonra bin 200 kadar belge daha üretilerek uluslararası bir şekilde konutun bir insan hakkı olduğu kabul edilmiştir. 1948’de ilk taahhütte bakıldığı zaman, bu hakkın sadece belirli bir insan için değil herkes için geçerli olduğu belirtilmiştir.”
“KOOPERATİFLER ÜSTLENMELİYDİ”
“Ülkemizde gecekondu koşullarında yaşamak zorunda olanların kentsel oranı yüzde 30’a yakındır” tespitinde bulunan Prof. Dr. Ruşen Keleş “Konutu bir kamu hizmeti ve o anlayışla üretip sunmak isteyenler kadar, piyasa koşulları içinde arz ve talep yasaları çerçevesinde oluşan fiyatlar üzerinden alınıp satılabilmesini önerenler de var. Kamuyu küçültme ve özelleştirme eğilimlerinin bütün dünyada ağırlık kazandığı son yıllarda ikinci yaklaşımın daha ağır bastığını görüyoruz.” dedi.
Barınma hakkının insan hakkı olarak tanınması gerektiğine dikkat çeken Keleş, bunun yasalarla güvence altına alınması gerektiğini belirtti. Keleş konuşmasına şöyle devam etti: “Bir kamu hizmeti olması gereken konutun, eğitim ve sağlık hizmetlerinde olduğu gibi toplumsal refah devleti yaklaşımıyla yurttaşlara sunulması gerekiyor. Ama konutun sıradan bir ürün olarak piyasada alınıp satılması, bireylerin barınma gereksinimleri üzerinden kimilerinin kazancını artıran bir yatırım aracı olarak kullanılmasına yol açtı. Halbuki ihtiyacın karşılanmasında giderek artan payı kâr amacı gütmeyen konut kooperatiflerinin üstlenmesi ülkemizin koşullarına uygun düşerdi. Ne yazık ki TOKİ’nin elindeki kaynakların konut kooperatiflerine ayrılmasında son yıllarda takınılan dışlayıcı tavır toplum yararına tamamen ters düşmüştür. Yeniden üretilemeyen, çoğaltılamayan doğal bir kaynak olması arsaya tekel niteliğinde bir değer de kazandırmaktadır. Kamu kurumu ve kuruluşların ellerindeki arazileri satılıyor ve bu konuda hiç tereddüt gösterilmiyor. İmar planı değişiklikleri ile sit alanları ve ormanların imara açıldığını görüyoruz. Rant, kentsel gelişmesinin itici gücü olarak ele alındıkça konut sorunu çözülemez.”
Zirvenin son gününde İstanbul Planlama Ajansı’nın yürüttüğü İstanbul Vizyon 2050 çalışması kapsamında ‘İstanbul’da Konutun Geleceği: Strateji ve Politikalar Çalıştayı’ gerçekleştirildi. Çalıştayda, bütüncül ve kapsayıcı bir konut politikasının hayata geçmesini sağlayacak stratejilerin ortaya konulması amaçlandı.