Ne Don Kişot galip geldi Ne de yel değirmenleri…
Gezimize konu olan Kadıköy’ün en eski yerleşim yerlerinden biri olan Yeldeğirmeni yaklaşık 50 yıl öncesine kadar Yahudi ve Rum aileleri barındıran bir semtti. Tarihi belgelere göre semtte yerleşimin, 1789-1807 yılları arasında Padişah III. Selim zamanında başladığı bilinmekte. 1845 yılında artık düzgün sokakların oluştuğu semtte, Kadıköy’ün ilk postanesi hizmet vermeye başlamış. Eskiden İstanbul’da olan büyük yangınlardan 1872 Kuzguncuk Dağhamamı yangını sonrası buradaki Yahudilerin Yeldeğirmeni’ne gelmesi ile semtin çehresi değişmiş,denize bakan yamaçlarda gösterişli yeni apartmanlarda yerleşimler başlamış.
Kadıköy’ün tarihi ve en köklü yerleşim yerlerinden biri olduğu bilinen semtin Yeldeğirmeni ismini, Osmanlı Sarayı’nın, askerin ve halkın un ihtiyacını karşılayan dört yel değirmeninden almış olduğu biliniyor. Değirmenler bugün izlerini kaybettirmişler ama anılarıyla yaşamaya devam ediyorlar.
Yeldeğirmeni, bugüne kalan sınırları içerisinde hala cami, kilise ve sinagogu bir arada bulundurması nedeniyle tüm dinlere hoşgörülü misafirperver bir evsahipliği yaparken, bu renkli semtte yaşamış eski ailelerin birbirinden renkli şık kıyafetli alımlı güleryüzleri, sandıklardaki sararmış fotoğraflarından göz kırpıyor bizlere son günlerde...
Kundura tamircileri, Yorgo’nun karanfil kokan dükkânı, Terzi Salamon’un dükkânından yükselen gramofon nağmeleri zaman tünelinden geçip gelerek, kokusu burnumuzda tüten derin bir nostalji yaşatıyor.
Yeldeğirmeni’nin geçmiş zamanlar içinde göç eden sakinlerinin taş binalarda sakladıkları hüzünlü anıları, genç yaşlı ziyaretçileri sayesinde büyük bir sevinç ile adeta dile gelmekte...
Semtin Marmara denizini dikine kesen pek çok sokağında yürürken başınızı kaldırıp ileriye bakmanız, denizi ve martıları uzaktan da olsa selamlamanıza yetiyor ancak tarihi Yeldeğirmeni fırınından aldığınız gevrek simitlerin mis kokusunu aman martılar duymasın!
İstanbul’un konut olarak yapılan ilk apartmanları Kehribardji, Menase, Celal Muhtar, Demirciyan, Sünget ve Valpreda Apartmanları ve geride kalan Art Nouveau süslemelerin görüntüsü, yaşanmışlıklarla dopdolu geçen zamana bedava bir yolculuk yaptırır gibi Yeldeğirmeni’nde.
Uzun Hafız sokak, yokuştan aşağıya doğru bakıldığında bir ressamın tuvaline girebilecek güzellikteki Kadıköy Mendireğine ait deniz feneri görüntüsü ile, “Sunay Akın’ın hayran olduğu” bir sokak olmayı gerçekten hak etmiş...
Ayrılık Çeşmesi, bugüne kadar ayakta kalabilmesinin 400 yıllık sırrını hala taşıyor. Osmanlı döneminde sefere gidecek alayların ve hacı kafilelerinin buradaki çayırdan uğurlanırken başında buluştuklarında ve İstanbul’dan ayrılırken içtikleri son suyu tattırırdı bu çeşme. Hüzün dolu adıyla, üç kurnası bire düşmüş, biraz küçülmüş; arkasındaki namazgâhta ibadet edeni bulunmasa bile yeniden hatırlanarak, Kadıköy-Kazlıçeşme Marmaray hattında bir durak olarak anılmakla teselli bulmuş mudur acaba?
“İsrailoğullarının Şefkati” anlamı taşıyan Hemdat İsrael Sinagogu adının, II.Abdulhamit’e duyulan teşekkür yüzünden konulduğu, İbranicedeki Hamit sözcüğünün Hamd sözcüğüne değiştirilerek kullanıldığı biliniyor. Sinegogun zamana karşı direnmesi güçlü bir şükrandan mıdır neden bilinmez ancak bugün hala eski ihtişamını korumaya devam ediyor. İçerde bulunan ve açılış gününde Moda’da bir konaktan getirilip hediye edilen ışıltılı, nadide avizenin bir eşi de Dolmabahçe Sarayı’nda kullanılıyor.
Tarihi Özen sineması sadece duvarında adı yazılı plaketi ile anılıyor. Aya Eorgios Rum Ortodoks kilisesinin bahçesinde bulunan döküm çan, artık buralarda yaşamayan yapımcısı Samatyalı Zilciyan Ailesi’ne sadakat nağmeleri yollarken, hiçbir zaman adına yapıldığını bilmediği ancak geride kalan eşinin hatıratını yaşatmak için yaptırdığı Rasim Paşa Camii’inden gelen ezan sesleri ona eşlik etmekte. Senelerce yapılıp yıkılan cami bugün nihai şeklini almış gibi...
Sainte-Euphemie Ortaokulu’nun bir parçası olan Notre Dame du Rosaire Kilisesi, uzun yıllar okul ve kilise olarak kullanılmış. Okul aynı zamanda Notre Dame de Sion’un ilk ve ortaokulu olarak faaliyet göstermiş, bugün ödül almış restorasyon projesi ile içinden melodileri taşan renkli bir kültür ve sanat merkezi olarak kullanılıyor.
Gezi olaylarının sürecini yaşatan Don Kişot İşgal evi günümüzde bölgeye eklenmiş bir simge ev niteliğinde. Mural sanatının en güzel örnekleri ise Yeldeğirmeni’nin eski binalarına ayrı bir anlam ve ruh kazandırmış adeta.
Gezimiz noktalanırken, hikâyenin sonunda kim galip gelmiş diye merak ederseniz, bana göre şimdilik bu eski semt ile onun arta kalan sakinleri ve bir de günübirlik ziyaretçileri... Bu sona ikna olmaz iseniz eğer, Yeldeğirmeni’nin anılarla dolu yaşlı sokakları, sizleri de misafir edip ağırlamak için bekliyor. Tarihi semtte geçmişe yapılacak bir yolculukla kimin galip geldiğine artık siz karar verin…