Oyun atölyesi,yeni sezondaki yapımı Pandaların Hikâyesi’yle bu kez klasiklerin ötesinde farklı bir oyuna imza atıyor.
Muzaffer Ayhan KARA
“Pandaların Hikâyesi” diye kısaltılan oyunun tam adı; “Frankfurt’ta Kız Arkadaşı Olan Bir Saksofoncu Tarafından Anlatılan Pandaların Hikâyesi”. Caner Cindoruk ve Ebru Özkan’ın rol aldığı iki kişilik ve tek perdelik (80 dakika) oyunu Matei Visniec kaleme almış. İranlı çeviren, Omid Darvishi. Yönetmen olarak oyuna imza atan Kemal Aydoğan. Sahne tasarımıyla ve ışık tasarımıyla imza atanlar Bengi Günay ve İrfan Varlı. (Bu ekibin, oyun atölyesi’ne yeni yılla birlikte veda ettiği notunu düşelim.) Mertcan Mertbilek ve Hande Öztürk, animasyonlarıyla oyunu destekliyor. Müzik, yine Tolga Çebi’ye ait. Oyunda saksofoncuyu canlandıran ve tiyatroda “alaylı” bir geçmişi olan Caner Cindoruk, sinema ve televizyondan da tanıdığımız bir oyuncu. Saksofoncunun kız arkadaşını canlandıran Ebru Özkan ise “mektepli” bir tiyatrocu; onu da sinema ve televizyondan tanıyoruz aynı zamanda. Kabul etmek gerekir ki, “kız arkadaşı”, “saksofoncu”ya göre oyundaki rolünden de kaynaklanan itkiyle daha pırıltılı bir oyun çıkarıyor. Aslında bu “pırıltı” erkeğin her zaman “aşık”, kadının ise her zaman “maşuk”, yani aşık olunan bir zeminde yer almasından. Yoksa Caner Cindoruk’un oyunculuk kumaşı da yerinde. Bu arada, kadın ve erkek arasındaki “a” diyalogunun zihinlerde uzun süre yerini koruyacağı farklı bir akışı bu noktada işaret etmemek olmaz. İpucu vermek istemiyorum, oyunu izleyecekler için meraklı bir boyut çünkü. Belki de oyunculuk adına en renkli dilim.
Pandaların Hikâyesi, aşkla yeni bir boyut kazanmak üzerine bir oyun. Aşkla yaşamak, aşkla kavramak üzerine… Kısaca, aşk üstüne bir oyun da diyebiliriz pekâlâ. Kendini hatırlamayan; kendisini, evreni, varoluşunu unutmuş erkekle, erkeğe “insan” olduğunu aşkla hatırlatan kadının hikayesidir. Kadın ve erkek aşkla geçerler duyuların ötesine, gerçek üstüne. Kadın aşk ile boyut atlamanın imkanını sunar erkeğe. Akıl ve ruh sağlığı bozulmuş dünyayı aşk ile büyülemek ister. Peki, nedir aşk? Kendini anımsamanın, varoluşunun farkına varmanın ve duyuların keskinleşmesinin en etkili yolu mudur? Yeni boyutlar keşfetmek için çıkılan yolculuğun kapılarını mı açar? Evreni bedende deneyimlemenin kapılarını açan bir maymuncuk mudur? Oyunun bam teli, “aşkın bir kendine dönüşü, evreni kendinde anımsamayı” açığa çıkarması… Yazar, Pandaların Hikâyesi’nde, aşkla ölüm arasındaki yaşamın tüm belirsizliklerinin barındırdığı potansiyelleri orta yere koyar. Ölümden korkan, ölümden sonrasını karanlık olarak nitelendiren batılı ve modern erkek kültürünün tıkanıp kaldığı, nefes alamadığı yerden başlayan Pandaların Hikâyesi, ölümü “yeni bir doğuş” olarak gören doğunun reenkarnasyona kapı açan çok boyutlu derinliğinde devam eder. Yazar, oyunun sonunda final yapmaz buradan hareketle; hayat devam eder. O evrensel döngü, “bengi dönüş” sürüp gidecektir. Sonsuza kadar, yeniden ve yeniden, daima, yenilenerek akıp gidecektir. Romen asıllı Fransız yazar, Pandaların Hikâyesi ile adeta bir “şifacı” gibi… Kafalarda şekillenen batılı hapishanelerden oyun oynamanın, hatta bir oyun olmanın zevkiyle kurtuluşumuza katkıda bulunuyor. Dünyanın da, ülkemizin de akıl ve ruh sağlığının kötüye gittiği şu sıralarda az da olsa bir şifa yerine geçer mi Pandaların Hikâyesi, bilinmez. Ancak, oyun atölyesi’nin muradı budur oyundan. Biz de onların dileğine katılarak noktalayalım o zaman; evrenin büyüsünün, ruhumuzu ve bedenimizi yeniden ışıklandırması dileğiyle iyi seyirler.
(Gişe: 0216 349 98 78)