"Gazeteciler yoksulluk sınırında yaşıyor"

Türkiye’de 1961 yılından beri gazetecilik mesleğini onurlandırmak için kutlanan 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nde, farklı kurumlarda çalışan meslektaşlarımızla görüştük; sansürden soruşturmalara, özlük haklarından güvencesiz çalışma koşullarına kadar yaşadıkları sıkıntıları sayfalarımıza taşıdık.

10 Ocak 2022 - 11:58

Gazetecilik mesleğini yapanları onurlandırmak için her yıl 10 Ocak günü Çalışan Gazeteciler Günü olarak kutlanıyor. Sansürden soruşturmaya, güvencesiz çalışmaktan düşük ücretlere kadar birçok sorunla karşı karşıya kalan gazeteciler adeta hayat mücadelesi veriyor. Kimi gazeteciler şartların zorluğu yüzünden mesleğini bırakmak zorunda kaldı, kimisi de her şeye rağmen bu mesleği sürdürmeye devam ediyor.

Hürriyet Daily News gazetesinden Engin Esen, BirGün gazetesinden Sercan Meriç, Diken internet sitesinden Canan Coşkun ve DW Türkçe’den Burcu Karakaş bugüne özel Gazete Kadıköy’e konuştu.

“EV GEÇİNDİRECEK MESLEK OLMAKTAN ÇIKIYOR”

Hürriyet Daily News gazetesinde ekonomi editörlüğü yapan Engin Esen, gazetecilerin ekonomik sıkıntılar içinde olduğunu söyledi. Esen, “İş güvencesinin düşmesiyle birlikte gazetecilerin aldığı ücret seviyesi de son yıllarda çok düştü. Hatta gazetecilik ev geçindirmeye yetecek bir meslek olmaktan çıkıyor diyebiliriz. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Türkiye Gazeteciler Sendikası verilerine göre, 12 bin civarında gazeteci işsiz. Birçok gazeteci ise Basın İş Kanunu’nda belirtilen haklarını dahi kullanamıyor, ‘telif usulü’ gibi farklı iş sözleşmeleriyle çalıştırıldıkları için. Yasal hakların kullanılması ve genişletilmesi için hem şimdiki gazeteci kuşağına hem de gazeteci kuruluşlarına büyük görevler düşüyor” dedi.

“BASIN KANUNU ÇAĞIN GERİSİNDE”

Gazetecilerin yaşadığı mesleki sorunda da değinen Esen, “İş güvencesi yoksunluğu ve 5953 Sayılı Basın İş Kanunu’nun çağın çok gerisinde kalmış olması, gazetecilik mesleğindeki birçok sorunun kaynağı durumunda. Örneğin, basın kartının kimlere nasıl verileceği konusunda yıllardır süren bir belirsizlik var; düzenleme sürekli yüksek mahkemeler tarafından iptal ediliyor. Oysa yıpranma payı olarak bilinen haktan yararlanmak için basın kartı taşıma zorunluluğu var. Bu gibi sorunların üzerine gidilebilmesi için gazeteci kuruluşlarının öncülüğünde yeni düzenlemeler yapılması gerekir. Ayrıca, medya ortamında çok sesliliğin azalması, otosansür, yazılı basına güvenin azalması da mesleğin geleceği açısından iyimser olmayı zorlaştırıyor. Diğer yandan, sosyal medyanın yaygınlaşması haber doğrulamanın ve yayın politikası süzgeçlerinin önemini artırarak daha nitelikli gazeteciliği gerekli kılıyor” ifadelerini kullandı.

Yurt dışında ve ülkemizde gazetecilik yapmak arasında belirgin farklar olduğunu söyleyen Esen, “Londra'daki BBC Dünya Servisi binasında iki yıl çalıştım. En belirgin fark, hem toplum genelinde hem de resmi otoriteler nezdinde bir gazetecinin kamu görevlisi olarak görülmesi ve mesleğin saygınlığının Türkiye’ye göre daha yüksekte olması. Sendikal haklar, buna bağlı olarak iş güvencesi Türkiye’ye göre çok gelişmiş düzeyde. Fakat orada da her şey güllük gülistanlık değil. Burada yaşanan sorunlar aynı şiddette olmasa da dünyanın hemen her ülkesinde yaşanıyor maalesef” şeklinde konuştu.

“GAZETECİLİK YAPISAL BİR KRİZDE”

Diken internet sitesinde muhabirlik yapan Canan Coşkun, konuya ilişkin şunları dile getirdi: “Herkes hızla yoksullaşırken birincil öncelik doğru habere ulaşmaktan çok o akşam sofraya ne konulacağı oluyor. Ama gazeteciler için bu öncelik sıralaması ekonominin hızla batışa doğru gitmeye başlamasından önce değişmişti. Özellikle de işi sadece gerçeği aktarmak olan muhabirler için. Dünyada insanların ‘gerçek’ ile ilişkisi uzun zamandır bildiğimiz anlamından çok uzakta. Bilgi artık baş döndürücü bir hızla bize ulaşıyor ve elinin altında interneti olan herkes bir yayıncı. Ne yaydığı hiç önemli değil. Önemli olan yayma gücü. Yayılan şey ne kadar çok kişiye ulaşırsa o kadar çok gerçek hale geliyor. Üstelik kimselerin durup düşünmeye vakti de yok bu bilginin gerçek olup olmadığını tartmak için. Bir haberi ilk duyuran olmak, haberi diğer meslektaşlarına atlatmak hiç şüphesiz gazeteciliğin doğasında olan eylemler. Ancak bazen bu eylemlerin muhabirlerin, gazetecilerin başını döndürdüğünü, haberin şehvetine kapılıp olayın geçmişini unutturduğunu veya habere farklı bir açıdan bakmamızı engellediğini düşünüyorum. Peki gazeteciler ne yapacak? Gerçekten bunun “şöyle yaparsak değişecek, düzelecek” gibi bir yanıtı yok. Zaten gazeteciliğin içinde bulunduğu çıkmaz sadece ekonomik kriz ile ilgili de değil. Gazetecilik yapısal bir krizde. Buradan bizi çıkarabilecek olan şey belki de şimdiye kadar işe yarıyormuş gibi görünen şeyleri artık yapmamak. Gerçeği süslemekten, şov dünyasının bir unsuru haline getirmekten, haberden daha ünlü olmaya çalışmaktan vazgeçmeliyiz.”

Şimdiye kadar yüzlerce duruşma izlediğini söyleyen Coşkun, “Batıda bir gazeteci bu kadar duruşmayı meslek hayatının belki 20 yılında takip edebilirdi. Batıdaki bir gazeteci Türkiye’de yaşanan toplumsal olaylar karşısında psikolojik olarak yardım almadan hayatını sürdüremeyebilirdi ama buralarda hayatın doğal akışı böyle. Henüz çalışabiliyorken gazeteciliği saplandığı bataklıktan kurtarmalıyız” dedi.

“EMEKÇİ GAZETECİLER YOKSULLUK SINIRINDA YAŞIYOR”

BirGün gazetesinde çalışan Sercan Meriç, gazetecilerin çok zor şartlar altında çalıştıklarını dile getirdi. Meriç, “Türkiye’de yıllardır köşe başlarını tutan gazeteci elitlere bakarak, gazeteciliğin tabiri caizse ‘ballı’ bir meslek olduğu sanılsa da, gazeteleri yapan emekçiler yoksulluk sınırında yaşıyor. Türkiye’de hâlâ mesleğine tutkulu, gazetecilik yapmaya çalışan emekçiler zaten ne yapılması gerektiğine dair berrak fikirlere sahip. Profesyonel gazetecilik yapan, demokrasinin sağlıklı işlemesi için medyanın kritik önemini bilenlerin söyleyeceği şey gazetecilerin örgütlü ve sendikalı olması gerektiğidir. Ancak bu örgütlülük halinin çok düşük olduğu da ortada. Editoryal bağımsızlıkla birlikte ekonomik bağımsızlık da bu örgütlülükten geçmekte. Burada sadece gazetecilerin eksiği yok. Gazetecileri örgütlemekle mükellef sendikaların da şapkalarını önüne koyup düşünmesi gerekiyor. Zira, vasat retorikle ve sloganlarla yol alınmadığı ortada” ifadelerini kullandı.

Meriç, “Bekir Ağırdır’ın tabiriyle medyamız da ‘ara buzul dönemi’ yaşıyor. Politik polarizasyonun had safhaya geldiği, demokrasinin kurum ve kuralları ile işlemediği, herkesin çeşitli kutuplara çekilip yakınlık kurduğu mahallelerin savunucusu olduğu yerde sağlıklı bir gazetecilik mümkün değildir. İktidarın yarattığı sansür, baskı, ceza mekanizmasına karşı tepkilerde bile önceki yıllara göre azalma var. Gazeteciler, toplumun ekseriyeti gibi birçok şeyi normalleştirdi. Eskiden yolsuzluk, rant, iktidar içi çarpık ilişkileri haberleştirmek, onu haberleştiren gazeteciyi heyecanlandırırdı. Ancak yıllar içinde hiçbir şeyin değişmediğine dair bir algı yaratıldı. Bu da gazetecilik şevkini kırmaya başladı. Ancak hakikati ortaya çıkarıp, nesnel bir şekilde aktarma görevini üstlenen gazeteciler olarak tarihe not düşmeye devam etmeliyiz. Şartlar da biraz önce bahsettiğim gibi gazeteciliğin evrensel değer ve kurallarına bağlı kalarak, bunları savunarak, örgütlü bir biçimde sansüre, baskıya, cezaya karşı direnerek iyileştirilebilir. Tabii tüm bunların olması için siyaseten de bir normalleşme gerektiği kanısındayım” dedi.

Türkiye gündeminin temposunun diğer ülkelere nazaran daha yüksek olduğunu dile getiren Meriç, “Yurtdışında gazetecilik yapan arkadaşlarımın çalışmalarına baktığımda şuna imreniyorum: Bir konu üzerine uzun çalışma fırsatları var. Bu şekilde ortaya çıkan haber ve içerik çok doyurucu oluyor. Türkiye’de ise her dakika bir açıklama var. Nereye baksanız bir skandal görüyorsunuz. Gün içinde mağdur olmayan kimse yok gibi. Bu durum da gazetecilerin çok hızlı hareket etmesini gerektiriyor. Eskisi kadar muhabir/editör istihdam edilmediği düşünüldüğünde, bu hız çoğu zaman incelikli çalışmayı namümkün kılıyor. Ekonomik olarak yurtdışında çalışan gazetecilerin, yaptıkları iş karşılığında daha sağlıklı gelirler elde ettiğini söylememe ise gerek yok sanırım” dedi ve şunları ekledi: “Bugünün isminin değişmesi gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’de iktidar eliyle işinden edilmiş sayısız gazeteci varken, sadece ‘çalışan gazetecilerden’ bahsetmek anlamsız. Kaldı ki birçok gazeteci mesleğine olan tutkusu nedeniyle herhangi bir kurumda çalışmasa da haber üretmekten vazgeçmiyor. Umarım önümüzdeki dönemde toplumun demokrasiyi sadece parlamentoda yer alan siyasi partiler etrafında tarafgirlik yapmak olarak algılamadığı, yurttaşlık hakkının bilincine vardığı, haklarını sağlıklı bir şekilde savunmak için basın özgürlüğünün hayati önemini kavradığı bir Türkiye inşa edebiliriz. Bunu başarabilirsek, ‘10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nün ismini, eskisi gibi ‘Gazeteciler Bayramı’ olarak değiştirmek mümkün olabilir.”

“MADDİ ZORLUKLAR YILDIRMA POLİTİKASIDIR”

Deutsche Welle (DW Türkçe) bünyesinde çalışan Burcu Karakaş, konuyla ilgili şunları söyledi: “Ana akım medyanın iktidarın boyunduruğu altına girmesinden sonra birçok gazeteci ya işsiz kaldı ya mesleği bırakmak durumunda kaldı. Çalışılacak yerler bulunamadığı için alternatif olarak adlandırılan platformlar kurulmaya başlandı ve bir şekilde hepimiz buralarda mesleğimizi sürdürmeye çalıştık” dedi.

Gazeteciliğin hobi olarak görüldüğüne dikkat çeken Karakaş, “Gazetecilik dendiği zaman sermaye çok önemli. Biz bu işi hobi olarak yapmıyoruz. En çok akılların karıştığı yerlerden biri de bu sanırım. Tabii ki de kamuya hizmet ediyoruz, kamu yararına bir iş yapıyoruz ama gazetecilik bir meslek ve bu meslekten para kazanmak durumundayız” dedi.

“İNSANİ OLMAYAN ŞARTLARDA ÇALIŞIYORLAR

Karakaş, şöyle devam etti: “Ana akımdan dışlanan gazeteciler bir şekilde serbest çalışarak hayatlarını kazanmaya çalıştılar. Türkiye'de serbest gazeteci olmak maddi açıdan çok zor. Onun haricinde yaptığınız haberde bir sorun çıktığında size arka çıkacak bir kurum bulamayabilirsiniz. Gazetecilerin şartlarını düzeltmeye yönelik adımlar atılmadığı için gazeteciler de insani olmayan şartlarda çalışmak zorunda kalıyorlar. Muhabir, çalıştığı gazetenin en alt pozisyonundaki insan gibi görülüyor. Halbu ki muhabirler olmasa hiçbir medya kurumu varlığını idame ettiremez.”

“Türkiye’de medya her zaman için sorunlu bir alan oldu” diyen Karakaş, “Bugüne kadar ana akım medya, o dönemin muktediri kimse onun çizgisinde haber yapmaya çalıştı. Bugün de iktidarın çizgisinde devam ediyor. Halbuki her medya kuruluşunun bir editoryal çizgisi olması gerekir ve ona göre haber yapması gerekir ama ne yazık ki bunun olmadığını görüyoruz. Ciddi bir sansür ve otosansür sıkıntısı var. Her an bir ceza soruşturmasıyla karşı karşıya kalabilirsiniz, eylem takip ederken gözaltına alınabilirsiniz ya da tutuklanabilirsiniz” ifadelerini kullandı.

Maddi olarak gazetecilerin süründürülmesinin bir yıldırma politikası olduğunu belirten Karakaş, “Benim mesleğe başladığım zamanda gazeteci olup da şu an mesleğini devam ettiren kişi sayısı çok da fazla değil. Çünkü insanlar istedikleri geliri elde edemedikleri için başka sektörlere kaydılar. Bu biraz parayla terbiye etmek anlamına da geliyor. Birini aç bırakırsanız o kişi işini yapamaz. O yüzden bu da önemli bir baskı unsuru. Diyelim ki siz bir gazeteci olarak 3000 TL alıyorsunuz, bir reklam şirketi size 5000 TL verdiği zaman oraya geçmeyi düşünebilirsiniz. İdealist olsanız da hayatın gerçekleri var. Maddi zorlukların gazetecilere uygulanan bir yıldırma politikası olduğunu düşünüyorum” dedi.


ARŞİV