Rexx Sineması, ilk olarak 1962 yılında perdelerini açmıştı. 1930’larda aynı binada Hale Sineması bulunuyordu. Afife Jale’nin ilk oyun oynadığı yer özelliği taşıyan tarihi bina Cumhuriyet’in ilk yıllarında Apollon Tiyatrosu olarak hizmet verdi ve 1962 yılında sinemaya son hali verildikten sonra mülkiyet Rum Ortodoks Vakfı’na devredildi.
Mart ayı sonunda Rexx Sineması’nın kapanacağı yönünde açıklamalar yapılmış, gazetemize konuşan Rum Ortodoks Vakfı Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Kostandin Kiracopulu “O bina depreme dayanıklı değil, yıkılıp tekrar inşa edilmesi gerekiyor. O süreci de başlatmış bulunuyoruz. Teklif alarak görüşmelere başladık. Proje üzerinde çalışıyoruz, şirketlerle ilk görüşmeyi yapmıştık ancak virüs nedeniyle kesildi. Sinemadan çok kültür merkezine benzeyen bir kompleks yapmayı düşünüyoruz. İçinde otopark da, çok amaçlı salonlar da olacak.” demişti. Şu anda vakıf, şirketlerle görüşmesini sürdürürken, bir görüşmenin de Kadıköy Belediyesi ile yapılması bekleniyor.
“Sinemalar, ikinci evim haline geldiyse…”
Rexx’in İzleri yazı dizisinin ilk konuğu sinema yazarı Kaan Karsan. Karsan, sinemaya çok küçük yaşlardan itibaren hevesli ve doğma büyüme bir Kadıköylü. Bu sebeplerden dolayı Rexx’in kendisi için çok özel bir mekan olduğu belirten Karsan, Rexx’te yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Film festivali sırasında dershaneden, derslerden kaçıp kendimi koltuklarında bulduğum, çok güvenli, çok yoğun bir alan benim için. Sinemada izlediğim filmleri her daim izlediğim salonlarla birlikte hatırlarım. Rexx, lise yıllarımı içinde geçirdiğim Emek Sineması'yla birlikte en çok havasını soluduğum salon. Böyle bir gelecekle yüzleşiyor olmasının elbette ki benim üzerimde çok dramatik bir etkisi var. Spesifik, anlatmaya değer bir anı aklıma gelmiyor ya da Rexx'i tekil anılara indirgeyemiyorum sanırım. Zira Rexx benim için pekçok şey demek; arkadaşlar, sevgililer, ailem, çocukluğum... Bir salonda birlikte film izlediğin insanları sanki bir yerlerden tanıyor olma hissi...Sinemalar, hayatımda dönem dönem ikinci evim haline geldiyse, bunun en kucaklayıcı sebeplerinden biri de Rexx'ti.”
Rexx’in kapanmasını ve diğer sinemaların da kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kalmasını kültürel ve ekonomik erozyonun bir uzantısı olarak gören Karsan, Emek Sineması’nın yıkımıyla başlayan süreci özetliyor: “Emek’in yıkımı politik bir süreçti ve o sinema yıkıldıktan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı da besbelli ortadaydı. Şimdi geldiğimiz noktada salgının da bir katalizör etkisi yaratmasıyla Rexx, Beyoğlu ve Atlas başta olmak üzere nicedir zaten günü çıkarmaya çalışan bütün bağımsız sinemalar tehdit altında. Dünyada da benzer durumda olan birçok salon var. Bu süreç bizi nereye götürecek bilmiyorum fakat sokakların bizi artık sinemalara götürmeyeceğine, sinemanın yavaş yavaş bir nostalji objesine dönüşebileceğine dair korkularım oluşmaya başladı.”
Sinema ve kent ilişkisi
“Rexx ve kentin anıt mekanları haline gelen, sonra da kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kalan bütün salonlar aslında içinde yaşadığımız şehri tanımlayan mekanlar” diyen Karsan, kentle sinemanın ilişkisini değerlendiriyor: “Şehirler, onları birer yaşam alanı haline getiren bu mekanlar sayesinde var oldular. Bu sinemalara çok şey borçlular. Fakat yirmi yıla yakın bir süredir öyle bir yok oluşun içindeyiz ki sanki bölündük ve parçalandık. Hayatımızı sürdürme tarzımıza, özgürlüğümüze dair çok temel şeyleri savunmak zorunda kaldık; şehirlerimizi, parklarımızı, sinemalarımızı kaybettik ve kaybetmeye devam ediyoruz. Rexx'in önemi, tarihi sinemaların, kafelerin önemi, içinde yaşadığımız şehrin kendisi kadar büyük bence. Hatırlamadığımız, tanıyamadığımız bir şehirde kendimizi yabancı gibi hissederiz. Bütün bu süreçler içerisinde günden güne yabancılaşıyoruz sanki, içinde yaşadığımız şehre ve topluma. Karantina sürecinde sokaklarımız askıya alındı ve her birimiz planlı yalnızlığımıza mahkum kaldık; bütün bunlar bitince tekrar biraraya geldiğimizde ve rehabilitasyon sürecimiz başladığında böyle mekanlar büyük bir katkı sağlayabilirlerdi bize. Şehrin şehir olmasını sağlayan her şeyi kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum.”
Karsan, Rexx’in tüm projelere karşı kentin otantik havasını kaybetmeden korunması gerektiğini düşünüyor. Buna ek olarak salonlardaki projeksiyonu ve salonları onararak Rexx’i restore etmenin yararı olacağını söylüyor. “Kültür-sanat hayatının teşvik edildiği bir ülkede yaşıyor olsaydık hükümeti bunun için iş başına çağırabilirdik zira bu tip salonlar yasalarla, devlet regülasyonlarıyla korunmalı ve desteklenmeli. Fakat şu an içinde bulunduğumuz durumda vakıfların Rexx'i koruması elbette ki en makul çözüm.” diyen Karsan, bu alanda rantın oluşmamasını sağlamak gerektiğini düşünüyor: “Sadece Kadıköy'ün en gözde yerinde bulunan bu sinemanın üzerinde bulunduğu arazi etrafından rantı öncelik haline getiren bir proje üretmemek, mekanın tarihselliğini ve şehrin hafızasındaki yerini her daim göz önünde bulundurmak gerekiyor bence.”
Karantinada evden içerik üretmek...
Kaan Karsan’ı yakalamışken Hasan Cömert, Utku Ögetürk ve Zeynep Ocak ile birlikte Youtube’dan içerik ürettikleri ve yayınlara devam ettikleri Kutsal Motor hakkında da bir şeyler soruyoruz. Evlerden içerik üretmenin dezavantajları da avantajları da olduğunu söyleyen Karsan, “Bir arada olmayınca sohbetlerimiz olumsuz etkileniyor, akışkanlığımız azalıyor, internet nedeniyle yaşadığımız sorunlar da cabası. Fakat öteki yandan daha fazla içerik üretebiliyoruz, daha hızlı karar alıp uygulayabiliyoruz ve daha çok çalışabiliyoruz. Bizim adımıza bu konularda herhangi bir şikayette bulunmak bana doğru gelmiyor. Zira birçok kişi evden çalışabilme lüksüne sahip değil ve bu lükse sahip olmayanların büyük bir çoğunluğu da korkunç koşullarda bu günleri de atlatmaya çabalıyorlar. Biz işimizi evlerimizden yapabildiğimiz için şanslıyız. Birbirimizi, ekibimizi çok özlüyoruz fakat beklemek dışında yapabileceğimiz hiçbir şey yok” diyor.
Karsan, online platformların salgın günlerinde daha fazla öne çıkmasına dair Dardenne Kardeşler’in sözlerini örnek gösterirken, söyleşimiz umutla bitiyor: “Geçtiğimiz günlerde New York Times'ın sorduğu ‘Favori Cannes Film Festivali Anınız’ sorusuna cevap veren Dardenne Kardeşler'in görüşü bence hem çok doğru hem de çok özetleyici. Dardenne Kardeşler gönderdikleri yazıda hakim görüşe, yani, bütün bu sürecin online platformların büyük bir zaferiyle sonuçlanacağı, stream'in yeni jenerasyonun ana sinema tecrübesi olduğu fikrine eleştirel bir yaklaşım getirdiler. Online platformların ancak salgın dönemleri gibi olağanüstü hallerde, neredeyse şizofrenik ve paranoyak bir toplumun bir uzantısı olarak hayatlarımızda yer edebileceğini, yaşadığımız bu süreçte en azından bunu anlamamız gerektiğini, yöneticilerimizden de sosyal hayatlarımızı koruyabilmemiz adına taleplerde bulunmamızın şart olduğunu dile getirdiler. Şunu da ekleyebiliriz ki Marvel formüllerinden Netflix'in üretim alışkanlıklarına, zincir sinemalardan televizyonun yükselişine kadar pek çok sebeple filmlere verdiğimiz değer de azaldı. Sanatsal üretimlerin büyük çoğunluğuna bizi meşgul tutacak görevli gibi bakıyoruz. Fakat gerçek bu, neredeyse hepimiz bu rüzgara kapıldık ve romantik yaklaşımlarda bulunmanın da hiçbir anlamı yok. Tek umudum, Dardenne Kardeşlerin de belirttiği gibi, bütün bu paranoya süreci sonrasında sinema salonlarının hayatımızda nasıl bir önem teşkil ettiğini kitlesel olarak hatırlamamız. Birbirimizi yeterince özlersek sinemaları da özleriz ve belki onları yaşatabiliriz bile…”