“Riskli alanlar değil, değerli araziler dönüşüyor"

Şehir Plancıları Odası’ndan Nuri Cem Ceylan, İstanbul’da yıllardır süren kentsel dönüşüm uygulamalarının deprem güvenliği yerine ekonomik çıkarlar gözetilerek şekillendiğine dikkat çekiyor

15 Mayıs 2025 - 09:57

Bilim insanlarının yıllardır uyarıda bulunduğu olası Marmara depremi, megakentte yaşayan milyonlarca insan için ciddi bir tehdit oluştururken, riskli yapı stokunun büyüklüğü endişeleri artırıyor. Ancak artan maliyetler İstanbulluların güvenli konuta ulaşmalarını engelliyor. Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Nuri Cem Ceylan ile İstanbul’da yıllardır devam eden kentsel dönüşümün deprem güvenliğine olan katkısını ve eksiklerini konuştuk. İstanbul’daki yapıların önemli bir kısmının eski yönetmeliklere göre inşa edildiğini söyleyen Ceylan şu bilgileri paylaştı: “Japon Uluslararası İşbirliği Ajansı (JICA) ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından yapılan çalışmalar, İstanbul'da beklenen büyük deprem senaryoları için önemli tahribat öngörüleri sunuyor. En güncel ve kapsamlı çalışmalardan biri olan İBB'nin 2019 Deprem Senaryosu Tahminleri’ne göre yaklaşık 48 bin binanın ağır veya çok ağır hasar göreceği, 194 bin binanın orta, 302 bin  binanın ise hafif hasar göreceği tahmin ediliyor. Özellikle dolgu zeminler ve alüvyon alanlar üzerindeki yapılar zemin sıvılaşması riski altında.”


“ATILAN ADIMLAR YETERSİZ”
İstanbul için olumsuz bir tablo varken, kentsel dönüşüm projeleri halk için ne kadar erişilebilir? İstanbul'da deprem güvenli konut üretimi ve mevcut yapı stokunun iyileştirilmesi konusunda çeşitli adımlar atıldığını ancak bu adımların yetersiz olduğunu söyleyen Ceylan, “2019 sonrası, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin güncel çalışması, 6306 sayılı yasa kapsamında ilan edilen riskli ve rezerv alanların, İBB'nin bilimsel kriterlerle belirlediği öncelikli afet müdahale alanlarıyla büyük ölçüde örtüşmediğini gösteriyor. Bu durum, yasanın uygulanmasında deprem riskinden ziyade rant gibi farklı motivasyonların etkili olabileceği endişesini artırıyor. İBB'nin tespit ettiği 142 öncelikli alandan sadece çok küçük bir kısmı bakanlığın ilan ettiği riskli ve rezerv alanlarla kesişiyor. Bu uyumsuzluk, aslında deprem riski yüksek bölgeler önceliklendirilmezken, başka amaçlarla belirlenen alanlarda yaşayanların yerlerinden edilme riskini gündeme getiriyor ve yasanın afet riskini azaltma amacına gölge düşürüyor. Bu durum, olası bir depremde barınma sorununun daha da derinleşeceği anlamına gelmektedir.” değerlendirmesinde bulundu. 
Mevcut ekonomik koşullar altında birçok yurttaşın kendi imkanlarıyla dönüşüm sağlayamadığını vurgulayan Ceylan, şöyle devam etti: “Kamu arazilerinin rant odaklı projelere açılması ve yeşil alanlar ile donatı alanlarının ticari çıkarlar uğruna feda edilmesi, kentin geleceği açısından kaygı verici. Yani, ekonomik zorluklar vatandaşın dönüşüm yapmasını engellerken, kamu eliyle yapılan planlamalarda da deprem riski yerine rant önceliği ağır basmaktadır. Bu durum, İstanbul'un depreme hazırlanma çabalarını sekteye uğratmakta ve yaşam kalitesini olumsuz etkilemektedir.”

“YASANIN AMACINDAN SAPILDI”
“6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunu'nun uygulamaları ne yazık ki sadece riskli alanların dönüştürülmesiyle sınırlı kalmamış, rant odaklı projelerle de anılmıştır.” diyen Ceylan, “Özellikle Sulukule, Tarlabaşı ve Başıbüyük gibi semtlerde yaşananlar, bu yasanın amacından saptığına dair somut örnekler sunuyor. Bu bölgelerde yaşayan insanlar, genellikle uzun yıllardır oturdukları yerlerinden edilmiş, başka semtlere taşınmak zorunda kaldılar. Bu tür uygulamalar, kentsel dönüşümün asıl amacı olan can güvenliğini sağlama ve yaşam kalitesini artırma hedeflerini gölgede bıraktı ve vatandaşların gözünde dönüşüm kavramının olumsuz bir imaj çizmesine neden oldu. Yaşanan bu olumsuz tecrübeler, İstanbulluların kentsel dönüşüme karşı temkinli, hatta önyargılı yaklaşmasına yol açtı.” diye konuştu. 
Riskli yapı tespit süreçlerinin de kolaylaştırıcı olmadığını kaydeden Ceylan, “Vatandaşların kendi binalarının risk durumunu öğrenmesi ve gerekli adımları atması için yeterli bilgilendirme ve destek mekanizmaları oluşturulmadı. Ayrıca, ekonomik olarak zor durumda olan vatandaşlar için sunulan kira yardımları da mevcut piyasa koşulları düşünüldüğünde yetersiz kaldı, bu durum da dönüşüm sürecine katılımı düşürdü. Oysa İstanbul gibi büyük bir metropolde yaklaşık 750 bin boş konutun bulunması, barınma sorununa yönelik farklı çözümlerin üretilebileceğini gösteriyor.” dedi. 

“ŞEFFAF, ADİL VE KATILIMCI OLMALI”
Vatandaşların yaşadıkları mahallelerde, sosyal bağlarını koparmadan, güvenli ve sağlıklı konutlara kavuşmalarının esas alınması gerektiğini söyleyen Ceylan, şunları söyledi: “Bu dönüşüm süreci de tekil yapı bazında değil, ada bazında, yani birden fazla binayı kapsayan bir planlama anlayışıyla gerçekleştirilmeli. Ada bazlı dönüşümler, daha planlı ve şehircilik ilkelerine uygun yaşam alanlarının oluşturulmasına olanak tanır, yeşil alanların, sosyal donatıların ve altyapının daha verimli bir şekilde entegre edilmesini sağlar. Vatandaşların kentsel dönüşüme olan güvenini yeniden tesis etmek için şeffaf, adil ve katılımcı süreçler hayata geçirilmeli. Dönüşüm projeleri hazırlanırken mahalle sakinlerinin görüşleri alınmalı, bilgilendirme toplantıları düzenlenmeli ve hak sahiplerinin mağduriyet yaşamayacağı çözümler üretilmeli. Yerinde dönüşümü teşvik eden, düşük faizli kredi imkanları sunan ve riskli yapı tespitini kolaylaştıran politikalar benimsenmeli. Aksi takdirde, deprem riskine karşı alınması gereken en önemli önlemlerden biri olan kentsel dönüşüm, İstanbullular için bir korku kaynağı olmaya devam edecek. Evini yenilemek isteyen İstanbullular için de bu risk söz konusu. Eğer bulundukları bölge riskli alan ilan edilmişse veya binaları riskli yapı olarak tespit edilmişse, kendi istekleri dışında bir dönüşüm sürecine dahil olabilir ve mülkiyet hakları üzerinde sınırlamalarla karşılaşabilirler. Bu nedenle, kentsel dönüşüm süreçlerinde şeffaflık, adil değerleme ve maliklerin haklarının korunması büyük önem taşımaktadır.” 


 

“BOŞ KONUTLAR DEĞERLENDİRİLMELİ”
Ceylan’a göre İstanbul'un mevcut barınma sorunu, olası bir depremin ardından kaçınılmaz olarak daha da derinleşecek. Bu nedenle, sorunun çözümü için sadece teknik değil, aynı zamanda sosyal ve ekonomik boyutları da kapsayan bütüncül bir planlama yapılması zorunlu. Planlama süreçlerine katılımcı düzenlemelerin getirilmesinin gerektiğine işaret eden Ceylan, “Şehrin geleceğine dair kararlar alınırken, sadece merkezi veya yerel yönetimlerin değil, aynı zamanda sivil toplum kuruluşlarının, meslek odalarının ve en önemlisi vatandaşların da aktif olarak yer alması sağlanmalı. Bu sayede, farklı ihtiyaç ve beklentiler dikkate alınarak daha adil ve sürdürülebilir çözümler üretilebilir. Mevcut ekonomik koşullarda fahiş kira artışları önemli bir sorun teşkil etmektedir ve bu durum deprem sonrasında daha da vahim bir hal alabilir. Bu nedenle, fahiş kiralar için yasal düzenlemeler yapılması ve kira artışlarının kontrol altına alınması, barınma hakkının korunması açısından kritik öneme sahip.” dedi.

Dönüşüm çalışmalarında önceliğin Kanal İstanbul gibi projeler yerine, riskli ve sorunlu konutların iyileştirilmesi olması gerektiğini vurgulayan Ceylan, “Mevcut yapı stokunun depreme dayanıklı hale getirilmesi ve yaşam kalitesinin artırılması, kaynakların doğru alana yönlendirilmesiyle mümkün olabilir. Ayrıca, İstanbul'da atıl durumda bulunan boş konutların değerlendirilmesi için de etkin politikalar geliştirilmeli. Sağlıklı ve yaşanabilir bir kent için sağlıklı katılımcı imar planlarının yapılması kaçınılmaz. Bu planlar, sadece konut alanlarını değil, aynı zamanda yeşil alanları, sosyal donatıları, ulaşım altyapısını ve kültürel değerleri de bütüncül bir şekilde ele almalı. Planlama süreçlerinde şeffaflık, ulaşılabilirlik ve hesap verebilirlik ilkeleri esas alınmalı.” şeklinde konuştu. 

 


ARŞİV