İstanbul ve İzmir’de, başta Rum’lar olmak üzere azınlıklara hafızalarından silinmeyecek, korku dolu 2 gün yaşatan 6-7 Eylül olaylarının yıldönümünde Rumlar hâlâ buruk… Olayların ardından Yunanistan’a giden kimi Rumlar geri dönüş umudu taşırken kimi de dönmek değil yaşadıkları haksızlıkların telafisini istiyor.
Gökçe UYGUN
Çok kültürlü bir geçmişe sahip Kadıköy toplumunun asli unsurlarından olan Rum vatandaşlar, bundan 59 yıl önce, içinde bulunduğumuz Eylül ayının iki gününde, deyim yerindeyse kabusu yaşadılar. Tarihimize utanç lekesi olarak geçen 6-7 Eylül 1955 tarihli Rumlar başta olmak üzere azınlık ve gayrimüslimlere yönelik şiddet ve yağma olayları Rumlarda derin yaralar açtı. 55 sonbaharının acı dolu bu iki gününü, karşı yakanın Rumları kadar fiziksel olarak sert yaşamasalar da, ruhlarında kalıcı izler kalan Kadıköy’ün Rumları ile konuştuk…
Kadıköy Rum Ortodoks Cemaati Kiliseleri Mektepleri ve Mezarlığı Vakfı Başkanı Yorgo İstefanopulos:
6-7 Eylül 1955 tarihlerinde kaç yaşında ve neredeydiniz? Neler anımsıyorsunuz?
11 yaşındaydım Moda’daydık. Olaylar burada hafif yaşandı. Bir gece önceden evleri işaretlediler. Camlar indirildi. Biz de hemen ‘Cama bayrak asalım’ dedik. O panikle bayrak bulamadık evde! Ertesi gün, olayların detaylarını radyodan duyduk. Bahariye’deki kilisemizin içi, Rum esnafın dükkanları çok tahrip edilmişti.
Türk/Müslüman komşularınızın tavrı neydi?
Komşuların kimi bizi korudu kimi korumadı. Biz suçluymuşuz gibi davrananlar, ertesi gün olayların vahametini görünce mahcup oldular.
MİGROS ADASI TÜRK MÜDÜR?!
Avrupa yakasında yaşayan akrabalarınız-tanıdıklarınız ne durumdaydı?
O dönemin ruh halini anlatan trajikomik bir anım var. O zamanlar Migros, Türkiye’de yeni gelmişti, duvarlarda ”Migros Türk” afişleri vardı. İstanbul’da da sık sık “Kıbrıs Türk’tür” mitingleri olurdu. Neyse bu olayların ertesinde, Cihangir’de yaşayan yaşlı bir hanım akrabamıza bakmaya gittik. Teyze kapıyı korkuyla açar açmaz anneme şöyle dert yandı; ‘Kızım Kıbrıs’tan sonra şimdi bir de Migros adası mı çıktı? Şimdi de Migros’u mu istiyorlar?!’ Kadıncağız Migros korkusu ile yaşamış, Migros’un ada değil market olduğunu anlatınca yatıştı. Bu olay, o dönemki kuşkulu ruh halimizin özetidir bence.
İstanbul’u terk eden çok Rum oldu mu olaylardan sonra?
İstanbul’dan çok Rum gitmedi Yunanistan’a, burada kalıp yaralarını sarmaya çalıştılar. Asıl göç 1963 olaylarından sonra oldu. Bu olaylardan sonra Menderes yargılandı ama sırf onun olayı değildi derin devletin parmağı vardı bence. Türkiye’deki aydınlar da bu vahşete ilgisiz kaldı. 6-7 Eylül bir tür provokasyondu.
Gidenler döner mi peki sizce?
‘Giden Rumlar niye dönmüyor?’ deniliyor. Çoğu zaten öldü, kalanların çocukları da kendilerini orada yeni bir hayat kurdular. Rum kültürünün yaşatılması isteniliyorsa İstanbul kökenli olup olmadığına bakılmaksızın İstanbul’a yerleşmek isteyen Yunanlara oturma ve çalışma izni verilmesi gerek.
“KADIKÖY’Ü ÖZLÜYORUM AMA…”
İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu Başkanı Niko Uzunoğlu:
1951 Kadıköy doğumlusunuz. Çocukluğunuzun Kadıköy'üne dair anılarınız neler? Çocuklar ve aileler arasında Rum, Ermeni, Türk, Müslüman gibi ayrımlar söz konusu muydu?
Kadıköy’de doğdum, büyüdüm. Oturduğumuz yer Şifa Sokağı’ndaki tek Rum çocuğu bendim. Genellikle bir başka olduğumu arada sırada anlamama rağmen arkadaşlarımın çoğunluğu ile bir sorunum yoktu. Ancak komşularımızdan ben yaşta bir çocuk beni gördüğü her zaman ‘Gavur ....’ diye laf atıyordu. Bunun bana tesiri büyüktü. 1971’de İTÜ’de öğrenci olduğum zamanda bana gavur .... diyen o komşum benden özür dilemişti.
6/7 Eylül 1955’te 4 yaşında idiniz. O kötü 2 günden hiç anı var mı zihninizde?
Yaşadığımız sokak ücra olduğundan o gece pek bir şey anlamadım. Sabah erkenden, babamın çok yardım ettiği Kırım Tatarı taksi şoförü bizi uyandırdı. Babamın Kadıköy merkezdeki dükkânının kurtarıldığını söyledi. Biz bir gece önce olaylar olduğunu böylece anladık. Sonra, Moda’da oturan dedemin evine gittik. Babamın daha sonra anlattığına göre dükkânımızı, Aya Efimiya Kilisesini koruyan Kürt hamallar kurtarmış. Olaylardan birkaç gün sonra evimize takdis için gelen Bahariye Aya Triada Kilisesi’nin papazı, kilisemizin nasıl tahrip edildiğini anlatırken, annem çok ağlamıştı…
Sizce 6-7 Eylül neydi? Yabancı düşmanlığı, devlet organizasyonu… vb..
İttihati Terraki ile başlayan gizli devlet operasyonu olduğu ispat edilmiştir. Önemli olan nokta 6-7 Eylül’ün bir Gladyo operasyonu olduğunu ve bu olayın Türkiye'nin 20. yy’ın ikinci yarısında yaşadığı acıların ilki olduğunu anlamaktır.
Röportajlarınızda 6-7 Eylül’den sonra İstanbul’u terk ettiğiniz yazıyor Tam olarak ne zamandı bu?
Hayır 1955’te gitmedik. Bütün 1955-1974 yıllarında İstanbul Rum toplumuna karşı devlet politikası neticesinde baskı ortamında yaşadık. Bu olayları Kıbrıs veya Türkiye-Yunanistan arasında sorunlar ile doğrudan ilgilendirmek konuya yalnız yüzeysel bakmaktan ibarettir. Maalesef Cumhuriyet devrinde de azınlıklara karşı İttihatçı zihniyet devam etti, azınlıklar bir iç düşman olarak algılandı. Biz Kadıköy’den ailece 1974’ten sonra ayrılmaya mecbur kaldık. Kıbrıs’ta savaşın başladığı gün, evimize bir grup saldırmak için Şifa sokağında hangi evde Rum oturduğunu sormaya başladı. Komşumuz olan bir öğretmen bu saldırganlara karşı bizi korudu.
Kendi isteğinizle mi isteğiyle mi gittiniz?
Tabii ki isteğimizle gitmedik… Demin anlattığım olay bardağı taşıran son damla oldu.
Dönmek istiyor musunuz İstanbul’a? Kadıköy'ü özlüyor musunuz?
Elbette dönmek istiyorum. Ancak bu yapılan haksızlıkların sembolik de olsa telafisi olması gerekli. İlk vazife T.C. hükümetine düşüyor. Kadıköy'ü tabii ki özlüyorum ancak daha kuvvetli olan his; sebepsiz yere uğradığım haksızlıkların telafisi arzumdur…
Dönmenizin önündeki engeller neler?
Göçe zorlanan ve şu anda yurtdışında yaşamaya mecbur edilen İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu olarak, 3 sene evvel T.C. makamlarına somut ve geleceğe açık öneriler verdik. Bu önerilerin çok az kısmı çözüme doğru yol almış olup halen cevap beklemekteyiz. Azınlıkların çektiği sıkıntılar bence bütün Türkiye vatandaşlarının benzer sebeplerden yaşadığı demokrasi ve insan hakları ihlalleriyle doğrudan ilişkili. Rumlara yapılacak geçmişin haksızlıkların telafisi tüm Türkiye vatandaşlarına yararlı olacaktır.
BELGESELDE 6-7 EYLÜL’Ü ANLATTILAR
Kadıköy Rum Ortodoks Cemaati Vakfı’nca hazırlanan “Khalkedon- İstanbul’un Anadolu Yakası’ndaki Rum Cemaati’’ belgeselinde de 6-7 Eylül olaylarına da değiniliyor. Yunanistan’a göç etmek zorunda kalmış Rumlar ve İstanbul’da kalan Kadıköylü Rumlar ile söyleşilerde, kısa da olsa 6-7 Eylül tanıklarına da yer veriliyor. Onlardan biri de 93 yaşındaki Alkmini Diamandopoulou. Şu an Atina’da ikamet eden Alkmini hanım, İstanbul’da yaşıyordu, Avusturya Büyükelçiliği Kültür Bölümü’nde çalışıyordu, kocası da Moda’da tanınmış bir doktordu. Diamandopoulou’nun o geceye dair tanıklıkları şöyle;
“Annem ve babam Beyoğlu Hacopoulos pasajında kalırdı. O akşam erkek kardeşim aradı. ‘Alkmini burada her yeri yakıp yıkıyorlar evinize dönmeniz gerek’ dedi. Tabi çok korktuk, arabayı alıp eve döndük ve içeri kapandık. Kocam arabayı 2 3 mhaleye öteye götürüp bıraktı. Korkudan ışıkları söndürdük. Ancak şunu söylemeden edemicem. Evimizin önünde biri durmuştu. Ve ‘dostlara dokunmayalım’ diye bağırıyordu. Böylece bize zarar verilmedi.”
ACININ ‘ÇOĞUNLUK’ TANIKLARI
Belgeselde tanıklıklarına yer verilen kişilerden belki en dikkat çekeni ise Orhan Türker. Kendisi Rum değil ancak o yıllarda Moda’da, Rumlarla iç içe bir çocukluk geçirmiş, Rumca öğrenmiş. Türker, 6-7 Eylül olaylarının İstanbul’da yaşayanlar tarafından başlatılmadığını söylüyor. “Başka yerlerden getirilen örgütlenmiş bir güruh”’ nedeniyle, İstanbullu Türkler de olaylardan endişe duyduklarına inanan Türker, “Çünkü olayların nereye varacağını kestiremiyorlardı. Haksızlığa uğrayanın yanında olduğumu söylerim hep. Çünkü Rumların haksızlığa uğradığını gördüm. Bu insanların bize hiçbir kötülüğü olmamıştı…” diyor.
KIRIK CAMLAR, VANİLYA KOKUSU…
Geçmişte Rumlar’ın yoğun olarak yaşadığı İstanbul semtleriyle ilgili kitaplar yazan Orhan Türker’in Halkidona’dan Kadıköy’e Körler Ülkesinin Hikâyesi adlı kitabındaki “6-7 Eylül olaylarında Moda Çarşısı” başlıklı bölüm de şöyle;
“O yıllarda Moda Çarşısı adeta bir operet dekorunu çağrıştıracak kadar renkliydi. Yer yer paket taşı, yer yer Arnavut kaldırımı döşeli olan caddenin iki yanına dizili dükkanların sahipleri ve çalışanları–birkaç Türk’ün dışında- çoğunlukla Rumlardan oluşuyordu. Meyhaneci Perikli, kasap Aleko, manav Dimitro, berber Vladimiros, eskici Aleko gibi isimler arasında serpilmiş birkaç Türk, Bulgar ve Ermnei dükkânı da vardı. Çarşıda Rumca, bazen Türkçe’den daha fazla kullanılıyordu. 6 Eylül olayları Kadıköy’de İstanbul’un pek çok yerinde yaşananlara göre ucuz atlatılsa da, evlerin camları kırılıp kapıları zorlanmıştı. 7 Eylül sabahı cam kırıklarından geçilmeyen Moda çarşısında sağlam veya tahrip olmuş her dükkkânın önünde bayraklar asılıydı. Meyhaneci Perikli’nin dükkânının önü parçalanmış, masa, sandalye ve tabak çanakla dolmuştu. Kırılan şişe ve fıçılardan dökülen rakı ve şarapların kokusu tüm sokağı kaplıyordu. Pastacı Stasuli’nin dükkânı da tamamen tahrip olmuştu. Sokağa yığılan camların arasında ezilmiş kadife çikolata kutuları, kırık limonata bardakları vardı. Yerlere saçılmış kakao ve vanilya torbalarından ortalığa tarifi güç, hoş bir koku yayılıyordu. 6-7 Eylül gecesinin maddi hasarı Kadıköy’de çabuk silindi ve hayat görünürde normale öndü. Ama bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Bu olay, 9 yıl sonra Yunan vatandaşlarının sınırdışı edilmesiyle birlikte Rumların göçü için itici etken oldu. ‘’
“SÜREYYA SİNEMASINDAYDIK VE BİRDEN…”
Moda’nın en eski şifa dükkanı Yeni Moda Eczanesi’nin sahibi Melih Ziya Sezer de 23 yaşında iken tanık olduğu o geceyi şöyle anlatıyor:
“6 Eylül gecesi Süreyya Sineması’ndaydım. Filmin ortasında aniden ışıklar yandı, sahneye 8-10 kişi çıkıp bağırmaya başladı. Bir şey anlamadım. Dışarı bir çıktık ki mahşer günü gibi. Hemen eczaneye geldim. Moda caddesinden güruh halinde insanlar geçiyordu. Ama muhitten değillerdi. Ellerinde listeler vardı. Bizim yanda Panayot’un kahvesi vardı. Bana “Bu kimin dükkânı?” diye sorular. ‘Kahveci burası’ diye yanıt verdim. ‘Oyalama bizi, adı ne’ diye sordular. Ben daha ‘Pa…’ demeye kalmadan, camı çerçeveyi indirdiler. Çapulculardı. Ama bizim gibi Gezi’ye katılanlar gibi değil, gerçek çapulculardı. O sesler günlerce kulağımdan gitmedi. Polis saatler sonra geldi, ‘Ee artık yeter dağılın’ dedi. Zamanında gelse, havaya iki sıksa bunlar hiç olmazdı.”
LEFTER’İN ACI SIRRI
“15 gün önce gol attığımda omuzlardaydım. O gün ise kaya ve boya tenekeleriyle karşılaştım. En kötüsü harçlık verdiğim çocuklar evime saldırdı. Kızlarım küçüktü, onları öldürmeye kalktılar…”
Fenerbahçe ve Milli Takım’ın efsane futbolcusu Rum kökenli Lefter Küçükandonyadis de 6-7 Eylül’ü yaşayanlardandı… Yazar Can Dündar’ın, Lefter’in belgeselini çeken Nebil Özgentürk’ten aldığı bilgiye göre, 6 Eylül’de Lefter’in Büyükada’daki evini bastılar, “Vurun şu gâvura” diye bağırdılar. Lefter sabaha dek elde silah kapıda bekledi. Öte yandan Lefter’in evinin basıldığını duyan Fenerbahçeliler hemen Kartal’dan motorlara binip Ada’ya koşturup, evin önüne barikat kurdular. “Sana bunu kim yaptıysa söyle, haddini bildirelim” diye isim sormuşlar. Saldıranları tanıdığı halde kimseyi ihbar etmemiş Lefter, şikâyetçi de olmamış. Fenerbahçelilerin verdiği o destekten güç bulmuş. “Her toplumda olur böyle şeyler” demiş, susmuş.
“KADIKÖY’E DÖNMEYİ DÜŞÜNMEDİM ÇÜNKÜ…”
Atina’da yaşayan 64 yaşındaki ev hanımı Asti Diamantoglou’nun, 5 yaşında iken tanıklık ettikleri:
- O akşam üstü babam Sirkeci’deki yazıhanesinden eve erken döndü. Annemle fısıldaşmaya, Fransızca konuşmaya başladılar. Eylül ayında soba yakılmaz ama evde soba yakıldı, evraklar, kitaplar ateşe atıldı, cama bayrak asıldı. Ön kapıdan giren olursa diye, arkadaki bahçe kapısından kaçış planı hazırlandı, av tüfekleri dolduruldu. Gece bastığında uluma gibi sesler, parçalanan camlar, üst katlardan gördüğümüz ufuğun kıpkırmızı olması… Tüm gece uyunmadı. Harbiye’de yaşayan anneannem, dedem ve teyzelerimle biraz konuşabildik, sonra telefonlar kesildi.
Sabah olduğunda herşey normalmiş gibi hissetmem için beni Moda parkına gezmeye götürdü ailem ama sakın Rumca konuşma diye sıkı sıkı tembihlediler. Moda caddesindeki dükkânların hali berbattı. Bulgar sütçünün sütlerinin kaldırıma dökülmesi hafızama kazınmış. İkinci şoku da Aya Trida Kilisesi duvarlardaki aziz ve meleklerin gözlerinin çıkarılmış olduğunu gördüğümde yaşadım. Kadıköy çarşısına gittiğimizde de hiçbir şey eskisi gibi değildi. Hiçbir şey eskisi gibi de olmadı. Daima bir korku kaldı, bir de o korkunun kokusu…
Olaylardan sonra babam aklına koydu gitmeyi. Bu olaylar bir daha olur diye endişeleniyordu. Ama ata topraklarından kopmak zordu. Neticede 1977’de Atina’ya taşındık. Dönmeyi hiç düşünmedim çünkü hiçbir şey bıraktığım gibi değil. Dönmek, benim için tekrar bir göçmenlik olur. Çocuklarım burada büyüdüler, burada bir hayat kurdular. İstanbullu değiller ama İstanbul kültürünü aldılar. Her sene ziyaret bile üzüyor. Kadıköy fena halde değişti, bir Moda kaldı.
Çok trajik olaylardı. Ama talihli çocuklardandım. Eğitim görmüş anne-babam durumu iyi idare ettiler, bende fazla iz kalmadı. Yalnız o sesler kulağımın içinde yankılanıyor. Eylem, maç gibi gösteriler sırasında tedirgin oluyorum, nefesim tıkanır gibi oluyor. Her yıl Eylül’de 6’yı 7’ye bağlayan gecede bir hüzün çöker üstüme. Olanları düşünür, mağdurlar için dua ederim. Bunları yapanları affetmek kolay, ama unutmak zor. Ki unutulunca tekrarlanır. Tek duam hiçbir toplumun böyle bir acı yaşamaması…
İSTANBUL’U SARSAN 2 GÜN!
İstanbul'da yaşayan başta Rumlara olmak üzere azınlıklara yönelik tahrip ve yağma hareketi olan 6-7 Eylül 1955 olayları, özetlemek gerekirse Atatürk'ün Selanik'teki evinin bombalandığı haberinin yayılmasıyla patlak verdi. Kıbrıs Türktür Cemiyeti'nin önayak olmasıyla, yerel kalabalıklar ve şehre dışarıdan getirilmiş olan kitlelerce 6 Eylül akşamı Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir yağma ve yıkım eylemi gerçekleştirildi. En büyük tahribat nüfusun yüzde 15’inden fazlasını Rumların oluşturduğu Beyoğlu’nda yaşandı. Rum azınlığın ev, işyeri ve ibadet yerlerine yönelik bu saldırılarda emniyet pasif bir tutum sergiledi. 7 Eylül sabahına kadar süren saldırılarda mahkeme zabıtlarına göre, 4 bin 214 ev, 1004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5 bin 317 mekân saldırıya uğradı. Hasarı yaklaşık 150 milyon TL‘ydi. DP hükümeti ise zarara uğrayıp tescil ettirenlere ise sadece (toplam) 60 milyon TL tazminat ödedi. ABD Başkonsolosluğu’na göre saldırıya uğrayan işyerlerinin yüzde 59’u Rumlara, yüzde 17’si Ermenilere, yüzde 12’si Musevilere, yüzde 10’u Müslümanlara; evlerin yüzde 80’i Rumlara, yüzde 9’u Ermenilere, yüzde 5’i Müslümanlara, yüzde 3’ü Musevilere aitti.
Olayların başladığı saatlerde İstanbul'da olan başbakan Adnan Menderes saldırıların kontrol edilememesi üzerine Sapanca'dan çağrıldı ve sıkıyönetim ilan edildi. Olaylarla ilgili 5.104 kişi tutuklandı. Başlangıçta soruşturmalar Kıbrıs Türktür Cemiyeti ve gençlik örgütleri etrafında yoğunlaşmıştı. Ancak daha sonra DP iktidarının bastırması sonucunda komünistler suçlandı. Aralarında Aziz Nesin, Kemal Tahir, Asım Bezirci, Hasan İzzettin Dinamo’nun da bulunduğu yaşayan fişlenmiş komünistler ile ölmüş 4 komünist hakkında dava açıldı. Tutukluların çoğu Aralık 1955'te serbest bırakıldı. Kıbrıs Türktür Cemiyeti de kapatıldı. 27 Mayıs darbesinden sonra cunta tarafından organize edilen Yassıada Yargılamalarında DP hükümeti olaylar nedeniyle de cezalandırıldı.
GİZLİ ÇEKİLEN FOTOĞRAFLAR
İstanbullu fotoğrafçı ve gazeteci Dimitri Kalumenos, olaylar sırasında tahrip edilen kiliselerin fotoğraflarını gizlice çekmeyi başarmıştı. Ayrıca ilan edilen sıkıyönetime rağmen fotoğrafların yurt dışına çıkarılmasını ve dış basında yer almasını da sağlamıştı. Ancak bu hareketi nedeniyle önce tutuklandı, ardından da 1958 yılında sınır dışı edildi. Doğduğu topraklara bir daha dönemedi…