Salgında satranç

Satranç, salgın süresince normalden daha fazla ilgi duyulan bir oyun haline geldi. Eğitmen Deniz Ocakaçan ile kendi satranç hikayesinden, online eğitimlere ve tarihine kadar birçok konuyu konuştuk

29 Mayıs 2020 - 10:39

Salgın nedeniyle tedbirler gevşetilmeye başlatılsa da herkes evde kaldığı süre boyunca vakit geçirebileceği, öğrenebileceği, eğlenebileceği hobi ve alışkanlıkları gerçekleştirmeye çaba gösterdi, gösteriyor. Bu oyunlardan biri de satranç.

Dam adlı oluşum mayıs başından itibaren online olarak satranç atölyesi gerçekleştirdi. Eğitmen Deniz Ocakaçan’ın katıldığı ilk atölye satranç tarihiydi, daha sonra ise oyun açılışı, satrançta ortak akıl üzerine atölyeler gerçekleştirildi. “Yaz havasının aklımızı çeldiği bu günlerde hala evde olmak bazılarımız için giderek zorlaşsa da kendimize ayırdığımız zamanlar için oldukça kıymetli fırsatlar sunuyor” diye tanıtılan atölyeler online ve ücretsiz olarak gerçekleştirildi.

Türkiye Satranç Federasyonu da salgın nedeniyle iptal edilen antrenör gelişim seminerlerini online olarak gerçekleştirirken, Elazığ’da da çocuklar ve gençler için iki kardeşin gönüllü olarak kurduğu kulüp sayesinde eğitimler düzenlendi. 

Kadıköy’deki Şah-Mat Kulübü

Puzzle gibi evde kalınan sürede oynanabilen, online yollarla yarışmaların mümkün olduğu satranç hakkında atölyeler düzenleyen eğitmen Deniz Ocakaçan ile konuştuk. Ocakaçan’ın satranca olan ilgisi küçük yaşlarda abisi ve babasının satranç oyunlarını izleyerek başlamış. Ocakaçan, çocukluğuna dair hatırladığı anıların çoğunda satrancın olduğunu söylerken, hayatında satrancın seyrini ve önemini şöyle anlatıyor: “Sanırım mutsuzluğu ya da yalnızlığı derinden hissetmeye başladığım yaşlarda satrançla daha derinden ilişki kurmaya başladım. Saatlerce kendi kendime oynamaya, yürürken tahtayı kafamda canlandırmaya, oyunu rüyalarımda görmeye yine bu yaşlarda başladım. Ortaokulda beni lise takımında oynatmaya başlamışlardı. O zamanlar Tarabya Oteli’nde Oyak takım turnuvaları oluyordu. Manzaraya karşı oynamak, benden yaşça büyük çocukları yenmek çok keyifliydi. Ardından istanbul genelinde düzenlenen turnuvalarda birincilikler gelmeye başladı. O zaman ailem de meseleyi biraz daha ciddiye alıp beni Kadıköy’deki Şah-Mat Satranç Kulübü’ne yazdırdı.”

Ocakaçan’ın satranç tutkusu böyle gelişti ve o Kadıköy’deki o kursun etkisi büyüktü: “Sevgili Aydan Tanrıkulu bir yandan satranç için mücadele ediyordu, diğer yandan da kendi ailesiyle birlikte büyük bir satranç ailesini yönetir gibiydi. Orada sadece bir kurs almıyorduk, gelen her çocuk bir ailenin ferdi gibiydi. Eşi Nuran Tanrıkulu ve oğlu Erhan Tanrıkulu her zaman oradaydı ve sadece satrancın gelişimine odaklanmışlardı. Çaycı Recep abiden öğrendiklerimiz de az değildi. Aydan teyzenin sayesinde Şah-Mat benim de bir yerde ikinci ailem haline gelmişti. Kısıtlı imkanlarla usta hocalar getiriliyor, onlardan ders almamız sağlanıyordu. Sıklıkla turnuva düzenleniyordu. Kurulan o ortam içinde de satranç yaşayan bir organizma haline gelmişti. Kulüplerin çok olmadığı, internetin ve programların bugünkü gibi gelişkin olmadığı bir ortamda yapılıyordu bunlar. Ummadığınız, bilinmeyen birisi bir gün dernekte belirip herkesi yenebiliyordu. Yetenek ve tutku daha demokratikti. Herkes satranç oynayabilirdi. Bu bahsettiğim ortam ilginç bir şekilde satranç profesyonelleştikçe ortadan kayboldu, kulüpler çoğaldı ve paylaşım daraldı.”

“Tahtada mobbing, hak gaspı yok”

Dam oluşumunun salgın süresince yaptığı atölyelerin oldukça iyi geçtiğini söyleyen Ocakaçan, salgının ilk zamanlarında çok fazla kişinin atölyelere rağbet gösterdiğini anlatıyor: “Verdiğim dersler de satranca ilgi duyan fakat zaman bulamayan insanlar tarafından oldukça iyi bir ilgi gördü fakat bu ilginin ne kadar gerçekçi bir ilgi olduğunu görmek için daha çok zamana ihtiyaç var. Önemli olan ‘normale’ ya da ‘yeni normale’ dönüldüğü zaman bu ilgi kalıyor mu ona bakmak lazım. Ben maddi manevi sarsıntı olarak yaşadığımız bugünlerde dersleri herkesin erişimine açarken bu yüzden tereddüt yaşadım. Bir yandan evlere hem ekonomik hem kültürel belirsizliklerle girmiş insanların omuzlarına inanılmaz bir yük gibi ‘kendini geliştirmelisin’ mottosu oturdu çünkü. Bu hem kişinin sağlığına hem de atölyelerin kalitesine yansıyacak bir gelişmeydi. Buna engel olmak için her dersi kendi içinde bütünlük arz edecek şekilde kurguladım hem de hakkını verip bayağılaştırmadan, her ders son dersmiş gibi noktayı koyarak dersleri bitirmeye özen gösterdim.”

“Bu süreçte dünyanın ve özelinde Türkiye’nin içinden geçtiği belirsizlik süreci herkesin anlam dünyasını derinden sarsıyor” diyen Ocakaçan satrancın bugün içinde bulunduğumuz ortam açısından önemini şöyle aktarıyor: “Kesinlik, netlik ve rasyonellik gibi kavramlar aradığımız şeyler haline geliyor ve satranç bunların hepsini içinde barındırıyor. Tahtada yaşadığımız dünyanın yansıması olan çirkin ilişkiler yok. Mobbing, hak gaspı mümkün değil. Bunlar bence satrancı yeniden ilgi çekici hale getiren konular.”

Satrancın iki tarihi

Söyleşiyi gerçekleştirirken satranç tarihinden bahsetmemek olmaz. Ocakaçan, satrancın iki tarihi olduğunu söyleyerek birinin hamlelerin tarihi, diğerinin ise toplumsal tarih olduğunu belirtiyor. “Tahtada oyunun oynanma tarzının, dönemin ruhunu yansıtmadığını söyleyemeyiz fakat yaklaşık 1500 yıllık bir tarihten bahsetmek o kadar da kolay değil” diyen Ocakaçan bu tarihi şöyle özetliyor: “Satranç bir spor çünkü özü müsabakaya dayalı. Bir sporcu gibi turnuvalara hazırlanmalı bedeninizi saatlerce bir maç içinde oturacak şekilde hazırlamalı, zihninizi boşaltmanız gerekiyor. Satranç bir sanat formu çünkü tahtada olmayanı oldurma, yaratıcılığınızı konuşturma, figürleri her hamlede tahta üstünde birbiriyle ilişkili şekilde yeniden konumlandırma durumunuz var. Daha çok performansa dayalı olduğu için de yaratıcı sürece eşlik ederek estetik haz alabileceğiniz bir oyun. Bir oyunu izlediğimizde aldığımız hazzın bir tablo karşısında duyduğumuz hazdan farklı bir haz olduğunu düşünmüyorum.  Siyasetle ve sosyolojiyle ilişkisi ise dışsal olanın içe sirayet etmesiyle oluşan bir ilişki. Misal Philidor, ‘Piyonlar Satrancın Ruhudur” dediğinde ve oyun tarzının piyon yapılarına önem vererek kurgulanması gerektiğini söylediğinde Fransız Devrimi gerçekleşiyordu. Piyonlar hiyerarşik olarak yönetilen, ölüme gönderilen değersiz zümreler olmaktan, oyunun kaderini değiştiren en önemli taşlar haline geliyordu. Buna benzer izlekler sürmek başka dönemlerde de mümkün.”

Soğuk savaş döneminde de satrançtaki Sovyetler Birliği-ABD rekabetine değinen Ocakaçan, “Örneğin, 1972 yılında Amerikalı Bobby Fischer’in, Rus Spassky’i yendiği İzlanda’daki maç, diğeri de Gürcü asıllı ‘Liberal’ Kasparov’un, Moskova menşeili Sovyet politikasını temsil eden ‘Karpov’u yendiği maç var. İkincisinin dünya çapındaki etkilerini benim çocukluğuma denk geldiği için daha iyi deneyimledim diyebilirim. Satrancın uluslararası popülariteye yeniden kavuştuğu 90’larda satranç Kasparov’la anılır hale gelmişti. Demir perdenin yıkılmasıyla birlikte aynı Kasparov tüm insanlığı makinelere karşı temsil edecekti” diyor. 

Ocakaçan son olarak satrancın gelişmesindeki asıl sorunun kamusal alandaki dönüşüm olduğunu söylerken, her şeyin otomat hale geldiğini, her renkten insanın tanışabileceği, satranç oynarken konuşabileceği mekanların olmadığını belirtiyor.


ARŞİV