Selim İleri: ‘Bahariye benim için tramvay sesleri

Ünlü yazar Selim İleri, doğduğu yer Kadıköy’ün yaşamında bıraktığı izi, anıların başlangıcı olarak görüyor. Yıllar sonra dönüp baktığında, büyük bir değişimin yaşandığı İstanbul’da tarihini korumaya çalışan ender yerlerden biri olarak nitelediği, kendi seslenişiyle ‘Kadıköyü’nü özel bir yerde tutan yazar, kitaplarında da sık sık Kadıköy’e göz kırpıyor…

22 Ağustos 2012 - 15:48
 Semra ÇELEBİ
Fotoğraflar: Berk AKKOÇ
 
Öykülerinde, doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği Kadıköyü’nün geçmiş yıllarına dair önemli ipuçları veren Selim İleri, geçtiğimiz hafta Süreyya Operası’nda, bir başka ünlü yazar Ahmet Ümit’in konuğuydu. Yeni yayın döneminde yayınlanacak olan “Yaşadığım Şehir” adlı programında Kadıköy’ü ele alan Ümit, bu ilçeyi en iyi anlatacak kişinin Selim İleri olduğunu düşünerek programa davet etmiş. Selim İleri’yse seve seve kabul ettiği programın çekimleri için en uygun yer olarak Kadıköy Belediyesi Süreyya Operası’nı önermiş.
Opera Salonu’nun muhteşem fuayesinde çekilen programda Selim İleri, çocukluğunun Kadıköyü’ne dair oldukça ilginç anekdotlar aktarırken biz de bir öyküsünden hareketle, doğduğu apartmanı, kiliseyi, Bahariye caddesini ve değişimi fotoğrafladık. İleri’nin doğduğu dairenin “Fatura Ödeme Merkezi” olduğunu görünce hüzünlensek de, semtin hâlâ o butik yapısını koruyabilmiş olması sevindirici…
İşte Selim İleri’nin “Doğduğum Semt Bahariye” adlı hikâyesinden notlar: 

“BİRÇOK HATIRAYLA GÖNLÜMÜ ÇELEN SEMT”
 
İstanbul'da iki ayrı Bahariye vardır. Belki bugünün İstanbul'unda bir üçüncüsü, dördüncüsü de vardır. Benim söylediğim Bahariye'ler geçmiş yıllardan kalma.
İlki Eyüp'te. Tam Eyüp de sayılmaz; Haliç'in iyice sonunda. Orayı Melling'in bir gravüründe görmüştüm. Çok şaşırmıştım; o güne kadar Kadıköyü'ndekinden başka bir Bahariye olduğunu bilmiyordum. Ama Melling'in gravürünü yorumlayan yazı öyle diyordu, üstelik Bahariye Adaları'ndan söz açıyordu.
İkinci Bahariye, benim doğduğum semt. Birçok hatırayla gönlümü çeler. Bahariye Caddesi üstündeki Geren Apartımanı'nda doğmuşum. 1949 yılında, 1949 Nisanı'nın son günü. Geren Apartımanı yorgun cephesiyle hâlâ yerli yerinde. Giriş katında doğmuşum. Beş yaşıma kadar oturduğumuz o kira evini hayal meyal hatırlarım. Önde, biri caddeye bakan iki oda. Klasik ev düzenlememizde olduğunca, pencerelisi oturma odası; içerlek olanı, yemek odası. Yemek odasından küçük, dar bir koridora geçiliyor. Mutfak orada. Mutfağın avuç içi kadar bir balkonu var. Yatak odalarını gözümün önüne getiremiyorum. Ama mutfakta, yaz günleri, keskin çiroz kokusu şimdi de iştahımı kabartıyor. Patlıcan kızartmasının kokusunu unutmuyorum. Galiba mangalımız vardı ve mangalda çok sevdiğim cızbız köfte...
Geren Apartımanı'nın giriş katı böyle puslu ve bu kadarken, Bahariye çok daha seçik. Evet, nedense, semtimizi aradan geçen bunca zamana rağmen apaydınlık görebiliyorum. Semti, Fotoğrafı Sana Gönderiyorum'da yer alan “Perisiz Evler”de yazdım. Fakat her şeyini anlatamadım.
 
‘KİLİSEDE DUA EDER MUM YAKARDIK’

Bahariye benim için bir tramvay sesleri cümbüşüdür. Cümbüşe bazan Ayia Trias Rum Ortodoks Kilisesi'nin çanları eşlik eder. Tramvayların sesleri hep uçarıyken, çanınki hüzünlü, ağırbaşlı, hatta matemlidir. Ayia Trias'ın bahçesi çok güzeldi, handiyse küçük bir çamlıktı. 1950'lerin İstanbul'unda farklı kültürler, farklı dinler birbirine kardeşti. Henüz 6-7 Eylül felâketi yaşanmamıştı. Bağnazlık yoktu. Kiliseyi gezdiğimizi, kilisede dua ettiğimizi hatırlıyorum. Hem yalnız Ayia Trias'ta değil. Kadıköyü'nün başka kiliselerine de arada bir uğranılırdı. Bursa'dan gelen Nezihe Halamız, Moda'da, Koço'nun altındaki ayazmada yalnız dua etmemiş; dilekleri için iki küçük, gümüşten ev de almıştı, mumlar dikmişti...
Bahariye Caddesi'nin adını sonradan değiştirdiler. Asım Gündüz Caddesi oldu. Asım Gündüz Cumhuriyet'in ilk genelkurmay başkanlarından. Evi, Ayia Trias Kilise'nin yanında. Nisbiye Sokağı'nın bir köşesinde kilise, öteki köşede ev. Ev dediğime aldanmayın. Bütün hayatım boyunca unutamayacağım mekânlardan biri. Eskilerin ‘köşk yavrusu’ dediklerinden. Onun da harikulâde bir bahçesi var. Ayia Trias'ınkini çamlar bezemişken, bu bahçede sünger taşlarıyla yapılmış havuz ilk anda göze çarpıyor. Havuzun nilüferli olduğunu söylememe gerek yok herhalde. Derken öteki güzelliklere dalıp gidersiniz: Mevsim çiçekleri, meselâ, anasınababasınapayverenler, leylakî ortancalar -başka bahçelerdekiler çividîyken, bunlar gerçekten leylakî-, sincabî horozibikleri, havuz kenarında öbek öbek hercai menekşeler.
Bahçe olsun, ev olsun, rüyadan çıkageliyormuşçasına, yazdıklarımda göründüler. Pastırma Yazı'ndaki “Annemin Sardunyaları” oradan esinlenme; Dostlukların Son Günü’nde “Erişmez Nevbahar”, yıllar sonra Ada, Her Yalnızlık Gibi... Dönüp dolaşıp oraya geri dönmüşüm.
Her sokağa çıkışımızda ille bahçeye bakmak isterdim. Değişen mevsimle onun yeni görünümü belleğime çakılı kalmalıydı. Çakılı kalanların en büyüleyicisi, taştan cüce heykelleriydi, Pamuk Prenses masalının cücelerinden oldukları söylenirdi. Rengârenk boyanmış, sakallı, külâhlı, az sonra yürüyüp gidecekler.
Zaten bahçeye göz atmak isteğimin gerisinde, cücelerin orada olup olmadıkları kaygısı vardı. Ya çıkıp gitmişlerse! Neyse ki, çocukluğum, yeniyetmeliğim boyunca terk etmediler bahçeyi. Sonra güzelim ev yıkıldı, yok edildi. Hiçbir şey kalmadı, havuz, çiçekler, süs ağaçları...
Tramvay, kilise, Asım Gündüz'ün evi, ama bir de sinemalar! Bahariye, Kadıköyü'nün neredeyse bütün sinemalarının toplaştığı semtti. Kimi sinemalar yeni düzenlemelerle bugün de duruyor.
 
‘GÜZELİM HÂLE DURUP DURURKEN REKS OLDU’

Süreyya'yı sona saklayacağım. Yurt'tan başlayayım. Yurt sineması, Halkevi binasındaydı. Yurt'a yıllar sonra gittim, artık on beş yaşımda falan. Yaz günlerinde. İki Türk filmi birden gösteriliyor. Türk sinemasına vurgunum ve kaçırdığım filmler için soluğu Yurt'ta alıyorum.
Gelelim Halkevi binasına: Ellime yaklaşırken gezdim. Kültür birimi olarak göz kamaştırıcı bir işlevselliği yansıtıyor. Ne yazık ki tam anlamıyla hiçbir zaman değerlendirilememiş.
Sakızgülü Sokağı'ndaki Hâle bende uzun yıllar adının çağrıştırdıklarıyla yaşadı. Hâle: Ay ağılı, ayın çevresinde bazen görülen parlak ve buğulu ışık, ayla. Bir sinema salonuna bundan daha yaraşır isim bulunabilir mi? Az sonra film başlayacak ve her film de ayla olup çıkacak!
Güzelim Hâle durup dururken Reks oldu. Hâle, eskiden tiyatroymuş; Apollon Tiyatrosu. İlk Müslüman Türk kadın tiyatro sanatçısı Afife Jale'nin o kadar trajik yaşamını bilenler, bedbaht ve çaresiz Afife'nin Apollon'da başına gelenleri, o can yangınını hatırlayacaklar. Büyük romancımız Reşat Nuri Güntekin, Afife Jale'yi kaleme getiren içli yazısında Apollon'u, Bahariye'de bahar kokan geceyi, aktrisin, kamuoyunca değil, zabıtaca lânetlenişini anlatır.
 
‘ÇOCUKLUĞUMUN SEMTİ ROMANLARA YOL AÇMIŞ’

Acı anılardan kaçarak, uzaklaşarak, Opera sinemasına sığınıyorum. Gerçi o da-hele balkonu-uçurumu andırır bir sinemaydı, adeta dikey bir salon.
Opera'da hangi tarihteyse, Dalida'nın filmini seyretmiştim. Mısır asıllı Dalida hayat doluydu ve öylesine güzeldi. Film, iddiasız bir güldürüydü. Dalida'nın güzelliği, canlılığı, şarkıları alıp götürüyor. 1980 sonrasında Dalida'nın canına kıyışını gazetelerden okuyunca, yüreğim ezgin, yine Opera sineması, yine gümrah saçlar, iri gözler. Ölümü, cana kıyışı yadsımak isteyerek.
Bahariye'nin sinemaları arasında sona sakladığım Süreyya, İstanbul'a sevgisini pek çok kez ödemiş Süreyya İlmen'in yaptırttığı bir salon. Belleğim yanıltmıyorsa, 1925 sonrasında açılmış. Girişte, Süreyya Opereti'nin primadonnası Suzan Lütfullah'la-bir başka primadonnanın, Gülriz Sururi'nin genç yaşta ölen annesi-Süreyya İlmen'in büstleri dururdu. Primadonna sözcüğünü Suzan Lütfullah'ın büst altı yazısından öğrenmiş olmalıyım. Sevgili dostum Gülriz Sururi'den annesinin hikâyesini dinlediğimde ise, o şatafatlı sözcük hüzünlerle donanacaktı... Süreyya süslü püslü sinemadır, büstler, heykeller, masklar, iki yanlı-deyiş yerindeyse-zengin merdivenler, yine heykeller, tavanın tam ortasında “Tiyatro mekteb-i ebedîdir, musiki ruhun gıdasıdır” yazısı... Sonra, akrabadan Şevket'in sünnet düğününe gittiğimiz balo salonu, freskolar... Freskolardan izdüşümleri Yaşarken ve Ölürken'e katmıştım. Öyle anlaşılıyor ki, çocukluğumun semti, semtteki yapılar, bahçeler, özellikler, yazılara, öykülere, romanlara yol açmış.
Annemle Bahariye'den Altıyol'a inerdik. Hafif eğimli yokuş. Altıyol'da dedemin kitapçı dükkânı, ufarak kitabevi. Tezgâhın üstünde Miki fareli, Vakvaka kardeşli, Varyemez Amcalı çıkartmalar. Dedem cimri. Anneciğim hayatta. Çıkartmalar tezgâhta kalacak, ama annemle el ele tutuşup Geren Apartımanı'na döneceğiz. Az sonra. Ah keşke!
 
‘YAŞADIĞIM ŞEHİR’DE KADIKÖY’

Habertürk Tv’de geçtiğimiz yıl yayınlanmaya başlayan, yazar Ahmet Ümit’in hazırlayıp sunduğu “Yaşadığım Şehir” programı Eylül ayından itibaren yeniden izleyiciyle buluşmaya hazırlanıyor. Programın ilk bölümlerinden birinde de Kadıköy işlenecek. Ahmet Ümit’in, İstanbul’un semtlerini, orayı en iyi bilen ve yazan edebiyatçılarla söyleşerek yaptığı programında Kadıköy için neden Selim İleri’yi seçtiğini, çekim sonrası kendisine sorduk:
“Kadıköy İstanbul’un en güzel ilçelerinden bir tanesi. Bütün dokusunu taşıyor. Tarihi özelliği ve günümüzdeki durumu nedeniyle de önemli. Selim İleri de bir edebiyatçı ama aynı zamanda bir İstanbul yazarı… Ve onun en çok sevdiği yerlerden biri Kadıköy, kendisi de zaten Kadıköy doğumlu. Bunu bildiğim için, Kadıköy ile ilgili programı, Selim İleri ile birlikte çekmek istedim. Selim İleri, Eylül ayında yayınlanacak “Yaşadığım Şehir” programında bize Kadıköy’ü anlatacak.”
 
 
‘ÖMRÜMÜN ÜÇTE BİRİ KADIKÖY’DE GEÇTİ’

Süreyya Operası’nda gerçekleşen “Yaşadığım Şehir” programının çekiminden sonra Selim İleri’ye, doğduğu evin “Fatura Ödeme Merkezi” olduğunu haber veriyoruz, şaşırmıyor ama yüzünü bir hüzün kaplıyor:Bütünüyle değişiyor Kadıköy. Yapısı itibariyle başka bir yer oldu. Burası daha önce yazlık köşklerin olduğu, daha çok yaz aylarında yaşanılan, nüfusu az, özel bir yerleşim alanıydı. Tabi şehirler büyüdükçe yazlık semtler azalıyor. İnsanlar yazın başka illere kaçmaya başlıyorlar. E haliyle benim doğduğum ev de “Fatura Ödeme Merkezi” oluyor.Çok büyük bir değişim söz konusu ama her şeye rağmen İstanbul’da kendini iyi kötü koruyabilmiş bir belde olarak düşünüyorum Kadıköyü’nü ben. Hiç değilse Bağdat Caddesi’ne çıktığınız zaman geçmişe dair izlerin yansıdığı palmiye ağaçlarını görebiliyorsunuz. Ya da Tarihi Çarşı, binasıyla sokaklarıyla, çocukluğumdaki gibi…
Moda çok değişti. Eski taş konaklar vardı, şimdi apartmanlar var. 6 yaşına kadar Bahariye’de yaşadım ama anne tarafım Kadıköylü olduğu için bağım hiç kopmadı. Ömrümün üçte biri Kadıköy’de geçmiştir.”
Etiketler; Selim İleri

ARŞİV