“Şiddet bir hastalık değil, suçtur”

Hemen her gün bir kadının öldürüldüğü ülkemizde şiddete ya da tacize uğrayan kadının beyanı hala tartışılır durumda. Failin değil beyanda bulunan kadının saygınlığının sorgulandığını söyleyen psikiyatrist Arzu Erkan Yüce “Sadece erkeğin değil herkesin itibarı var. Bir erkeğin konumu, geldiği yer, ünlü olup olmaması onu daha itibarlı yapmıyor” diyor

17 Temmuz 2020 - 12:24

“Kısa etek giyemem sevgilim kızar”, “Sevmese kıskanmaz”, “Facebook şifremi verdim”, “Geç saatlere kadar çevrimiçi kimle konuşuyor?” “Her şey yolundaydı, göklerde uçuyordum sonra birden ‘istemiyorum’ dedi” “Erkek dediğin biraz sert olur” bu sözlerin birini ya da hepsini ya kendimiz söyledik ya da birilerinden duyduk. İkili ilişkilerde yaşarken bize bazen ‘normal’ ve ‘masum’ gelen bu sözler aslında ne normal ne de masum. Psikiyatrist Arzu Erkan Yüce ile flört şiddetini, ‘love-bombing’i (aşk bombalaması), şiddet sarmalını ve hemen her gün bir kadının öldürüldüğü ülkemizde şiddete uğrayan kadınların yaşadığı “inandırma” sorununu konuştuk.

- Flört şiddeti nedir? Flört şiddeti hangi şekillerde gerçekleşiyor? 

Herhangi bir yakın ilişki yani romantik ilişki veya cinsel ilişki paylaştığınız kişinin size, ya da sizin ona ya da ikinizin birbirinize fiziksel, ruhsal, cinsel, sanal herhangi bir alanda şiddet uygulamanız flört şiddeti olarak tanımlanabilir.

“BASKI VARSA ŞİDDET VARDIR”

- Bir davranışın flört şiddeti olduğunu nasıl anlarız?

Şiddet tanımları bazen çok muğlâklaşabiliyor. Örneğin tecavüz, darp ya da fiziksel başka şiddet varsa bunlar şiddet olarak dikkate alınabiliyor ancak bunun dışında psikolojik ya da dijital şiddet görünmez olabiliyor. Şiddetin tanımı aslında kişiye rahatsızlık ve zarar verip vermemesiyle ilgili. Örneğin işyerindeyken yarım saatte bir sevgilinizin araması sizin çok hoşunuza gidiyorsa, bu güzel bir ilişki olabilir, buna bu aşamada şiddet denilemez. Ancak her yarım saatte bölünmek sizi rahatsız ediyor, uyarmanıza rağmen ısrarlı aramalar devam ediyorsa, partnerinizin sizi kıskandığı için sizi sürekli arayarak kontrol etmesi flört şiddeti tanımına giriyor. Kısaca, kişilik haklarınıza bir saldırı varsa, özgürlük alanınızı kısıtlıyor, eşitsiz hissettiriyorsa, baskı ve tahakküm varsa orada şiddetten bahsediyor oluyoruz.

- Son günlerde “love-bombing” konuşulmaya başlandı. Bunu da sormak isterim. Yaşarken bunun şiddet olduğunu anlamıyoruz, değil mi?

Love-bombing’de hedefe odaklı, kişiyi ele geçirmek, tahakküm altına almak üzerine tasarlanmış ilgiye boğma, göklere çıkarma ve çok kısa süre sonra bu ilgiyi birden bire geri çekme yaşanıyor. “İlişkinin ilk zamanlarındaki o yüksek duygular hangi ilişkide azalmıyor ki” deniyor. Bu öyle bir şey değil. Bu partnerini şaşkınlığa uğratacak derecede bir anda geri çekilme, hatta kendini aşırı suçlu ve değersiz hissettirme biçiminde bir hamle oluyor. Daha sonra maruz kalanın ruhsal olarak kötü etkilenmesi, ya da bir nedenle ilişkiden uzaklaşması ile love-bombing yapan kişi yeniden karşıdakini sevgiye boğuyor. Tekrar yükseltme, sonra tekrar yükselttiği yerden aşağıya bırakma ve çakılmasını seyretme şeklinde bir gel- git oluyor. Klasik ilişkilerde aşkın yerini sevgiye bırakıp, duygusal yoğunluğun biraz daha sakinleşmesi gibi bir durum değil. Bu da şiddetin çok sinsi ve örtük bir formu.

- Bunu nasıl ayırt edeceğiz?

Bunu ayırt etmek, psikolojik şiddeti anlamak, diğer şiddet türlerinden daha zor. Kişiler bazen şiddet döngüsünün içinde yer aldığını, ilişki bitip aradan altı yıl geçtikten sonra, bir başkasının benzer bir deneyimini okurken fark edebiliyor. Yani ilişkinin içerisinde anlaması her zaman kolay değil. Size açık şiddet uygulamasa bile partnerinizin şiddet eğilimli olduğunu gözlemek mümkün. Şiddetin bir türünü uygulayan kişi genelde başka türlerini de uyguluyordur. Partneriniz küfürlü konuşuyor, eşyaları tekmeliyor, insanlara zarar vermekle ilgili söylemlerde bulunuyor, ya da kendisine zarar veriyorsa, öfke kontrol sorunu ve  şiddet eğilimi olduğunu varsayabilirsiniz. Bu konuda sivil toplum örgütlerinin herkese açık bilgilendirme  materyallerini okuyarak fikir sahibi olabilir, güvendiğiniz kişilerle durumunuz hakkında görüş alışverişinde bulunabilirsiniz. Şiddet işaretleri gözlemiyorsanız dahi ilişkinizde bir şeylerin yolunda gitmediğini seziyor ve yıpranıyorsanız bu konuda deneyimli bir terapiste ya da hukukçuya danışarak içinde bulunduğunuz durumun tahlilini yapabilirsiniz. 

“ŞİDDET EĞİLİMİ HEPİMİZİN İÇİNDE VAR”

- En çok eleştirilen ve üzerinde konuşulan konulardan biri şiddet görülen ilişkinin devam ettirilmesi. Şiddet içeren bir ilişkiyi insanlar neden sürdürüyor?

Şiddet toplumumuzda çok yaygın. Şiddet kültürünün içinde büyüdüğümüz için çok aşinayız. İçinde büyüdüğünüz ailede ebeveynleriniz arasında şiddet varsa ya da size şiddet uygulanmışsa, bundan üç gömlek daha iyi bir tabloyu şiddet olarak yorumlamama eğiliminiz oluyor. Çocukluğunda şiddet gören ya da şiddete tanıklık eden bireylerin, erişkin yaşamda şiddet görecekleri ilişkilerin içine mıknatıs gibi çekildiklerini görüyoruz. Ataerkil kültürlerde erkeğin sinirli, öfkeli olması olağan kabul edildiği için eril şiddet davranışlarına göz yumuluyor. “Zaten yapmayan var mı ki”, “Biraz sinirlenince üzerine yürümeyen erkek var mı ki?” gibi bir toplumsal cinsiyet kurgusuyla büyüyoruz. Eril olana şiddet yakıştırılıyor ki genelde şiddeti erkek uyguluyor. Buna karşın “eril şiddet faili” olmak için erkek olmak da gerekmiyor, her var oluştan insan şiddet faili olabilir. Yani ne kadar karşı olduğumuzu söylersek söyleyelim -bir erkek ne kadar profeminist erkek olursa olsun- eğer zihnimizde bu şiddet kodları varsa, şiddet davranışı ansızın kendisini gösterebiliyor.

“Bir ilişkide şiddet varsa maruz kalan ilişkiyi niye sürdürür?” diye baktığımızda “bu ilişki bitse başka ilişkimde yine olacak, erkekler böyledir” diye düşünüldüğünü, bir tür öğrenilmiş çaresizlik olduğunu görüyoruz. Bir başka neden de şiddeti “sınav dönemi gergin ondan, annesini kaybetti bu yüzden, ekonomik güçlükleri var ondan” gibi bir takım gerekçelere dayandırma eğilimi oluyor. Kişiler kendilerine iyi gelmeyen bu ilişkilerden gitmeyi bilmiyor. Şiddet döngüsü dediğimiz döngüye hapsoluyorlar. Şiddet uygulayanlar, her ne kadar şiddet uyguluyor olsalar da, bu onların yalnızca bir yönleridir. Bu kişiler çok sevgi dolu, merhametli, kültürlü, eğitimli olabilirler. Sizinle çok iyi ilgileniyor olabilirler, yani bu kimselerin oldukça iyi özellikleri de vardır. İlişkide bir gerilim olduğunda şiddet ortaya çıkar, sonra özür dileme, telafi etme ve değişim için uğraşma aşaması oluyor. Her şeyin süt liman olduğu bir aşamada kişi ilişkiyi bitirmek için bir neden görmüyor. Üstelik toplumsal cinsiyet rolleri gereği şiddet gören kadının yine de affedici olması ve ilişkide kalması gerektiği yönünde bir kurgu varken... Ancak bir süre sonra şiddet davranışı  herhangi bir gerilimde tekrar patlıyor. Sonrası özür, telafi, sessizlik... Yani kişi sürekli şiddet görmüyor, iyi zamanlar da geçiriyor ve partnerine değişim için fırsat vermeye çalışıyor. Bu bazen yıllarca sürüyor, ancak partner nadiren değişiyor, genelde işler kötüye gidiyor, şiddetin dozu gitgide artıyor.

- Yani şiddet eğilimi olan kişinin değişeceğine inanıyoruz. Öyle bir ihtimal var mı?

Elbette kişi eğer değişmek isterse var. Şiddet eğilimi hepimizin içinde var. Değişme niyeti ve isteği varsa ve destek alırsa kişilerin dönüşme ihtimali var. Ama buradan şiddetin bir hastalık olduğu anlamı çıkmamalı. Şiddet bir hastalık değil, bir suçtur. Söylediğim, kişinin suçunu ortadan kaldırır bir şey değil ama rehabilitasyonu mümkün. 

Şiddet gören kişilerin ilişkiden gidemiyor olmasının ayrıca şöyle bir boyutu da var; Şiddet uygulayan kişi maruz kalanı öyle kolay bırakmıyor. Tehdit eden var, şantaj uygulayan var. Ya da maruz kalan ifşa etmekte ve hukuki haklarını aramakta zorlanabiliyor. Çünkü bazı şiddet davranışlarının delili yok. “Kadının beyanı esastır” diyoruz ama ülkemizde yasaların uygulanışıyla ilgili ciddi sıkıntılar oluyor. Pek çok maruz kalanın kendi yakın çevrelerinden ya da kendi avukatlarından bile yeterli desteği alamadıklarını hatta kösteklendiklerini görüyoruz. O yüzden dayanışmayı, kadın örgütlerinin yaptığı bilgilendirme toplantılarını ve sosyal medyanın gücünü çok önemsiyorum. Birçok kişiye nasıl baş edebileceklerini gösterebileceği araçlar sunuyor.

“HERKESİN İTİBARI VAR”

- “Kadını beyanı esastır” meselesi de tartışılıyor, kadın şiddet görmediği halde şiddet gördüğünü söyleyemez mi?

Yangın ihbarı da sahte olabilir ancak bu olasılık, itfaiyenin yangın ihbarına itibar etmeyeceği ve verilen adrese doğru yola çıkmayacağı anlamına gelmez. Elbette insanlar her davranışı sergileyebilecekleri gibi iftira da atabilirler. Haksız yere suçlama durumu olabilir. Ama her olayda mı kadın iftira atıyor ve fail masum? Bu doğal hayatın akışına aykırı. Burada kazanıma bakmak lazım. Kadın bunu ifşa ettiğinde ne kazanıyor? Bir kere failin değil, beyanda bulunanın saygınlığı sorgulanıyor, bütün özeli ortaya dökülüyor. Bir insan sırf birini karalamak uğruna neden durduk yere hayatını zehir etsin ki? Burada şöyle bir varsayım yatıyor; “Erkek itibarlı bir konumda kadın da yalancı. Kadının beyanı hep güvenilmez erkeğin de öyle müthiş bir itibarı var ki kadın geliyor onu değersizleştirmeye çalışıyor.” Bu çok kibirli bir yerden bakan eril bir yüceltme, büyük bir hadsizlik. Erkeğin değil herkesin itibarı var. Bir erkeğin konumu, geldiği yer, ünlü olup olmaması onu daha itibarlı yapmıyor. Bir kadının şiddet ya da cinsel istismara uğradığı şeklindeki asılsız bir iftira atma olasılığı, buna maruz kalma olasılığında kat be kat düşüktür. 

- Taciz ya da şiddet uygulayan erkeğin tanınmış ya da sevilen biri olması insanların bu duruma inanmasını niye zorlaştırıyor? “O yapmaz” gibi bir cümle kalıbımız var? Kimin ne yapacağını nereden biliyoruz? 

Hatırlar mısınız bir dönem trafik canavarı diye bir kavram vardı, kamu spotları olurdu. Trafik kazaları insan hatalarıyla olmuyor da sanki bir canavar var, geliyor aramızdan birkaç tanesinin canını alıp gidiyor gibi algı yaratılıyordu. Oysaki trafik canavarı dediğin şey alt komşun, baban, annen, sen, ben, biziz. Canavar dediğinde oradaki sorumluluğu reddedip bir başka şeye atıyorsun. Failler de böyle, senin benim gibi insanlar. Oysa insanların kafasında “tacizci, istismarcı, sapık” diye bir kategori var ve bu canavarlar geliyorlar bizim çocuklarımızı kaçırıyor ve tacize, tecavüze maruz bırakıyorlarmış gibi, ciddi bir inkâr var. Failler sensin, benim, birimizin babası, amcası, abisi. İnsanlar kaldırılması zor olan gerçekle yüzleşemediği için bazı kimselerin bunu yapmayacağına inanmayı tercih edebiliyorlar.

Ayrıca istismar uygulayan kişilerin manipülasyon yetenekleri çok güçlü. Bu failler eğitimlerini, işlerini, makamlarını, ünlerini, zenginliklerini şiddet davranışlarına perde yapıyorlar. İnsanların onlara inanacaklarını garantiledikleri için cesur davranıyorlar. Bu insanları çift kişilikli gibi düşünebilirsiniz. Yani o kişi sizin can dostunuzken bana tacizde bulunmuş olabilir. O nedenle bir kimse beyanda bulunduğunda, eğer aksi yönde bir tanıklığım yoksa, kendi ailemden biri de olsa, çocuğum da olsa yapmamıştır diyemem. Hepimizin yapma olasılığı var. O yüzden faili kollamakta aceleci olmamak lazım. Ve maruz kalanın beyanına saygı duymak, alan açmak ve destek vermek lazım.

- Şiddet ya da taciz beyanında bulunmak kadınlar için o kadar da kolay değil. Çünkü genellikle ilk tepki “iftira atıldı” oluyor. Yani bir de inandırma sorunu yaşanıyor ve hedef olunuyor. Bu durumda ne yapılmalı?

Hedef olmak zor ama şiddet uygulayan ile faille yaşamak da zor. İfşa ettiğinizde ya da sesinizi çıkardığınızda asıl değişim, dönüşüm orada başlıyor. Çünkü sizin anlattıklarınızı duyduğunda ya da okuduğunda “aynısını ben de yaşadım” diyen bir sürü kadın, çocuk, maruz kalan var. Dolayısıyla inanmayanlar, siz şiddet nedeniyle ölmüş olsanız da size inanmayacak. “O da orada bulunmasaymış”, “o da kocasını kızdırmasaymış”, “o giysiyi giymeseymiş” diyecek. Şiddeti meşrulaştıran bir sistem var ve bu kadının işini zorlaştırıyor. Bu sistemin içinde “kurban olmak var”, bir de ifşa ederek ya da şikayette bulunarak, pek çok kadınla ve şiddet karşıtı bireyle dayanışıp, güçlenmek, faili uzaklaştırmak, başka kadınlara el vermek var. Çok basit bir cümle, basit bir hareket birçok kişiye kocaman bir meşale olabiliyor. O yüzden kadınlara, bu riskleri ve saldırıları göze alıp, şiddet deneyimlerini ve faili açık edebildikleri için şükran duyuyorum. Bu, açık edemeyen kişilerin yanlış bir şey yaptığı anlamına gelmiyor. Bu, hazır olunduğunda yapılacak bir şey. Herkes ifşa edecek diye de zorunluluk yok. Bazen zamanını beklemek, bazen kendi içimizde demlendirmek, destek almak, bazen hiç ifşa etmemek de mümkün. Yolu ifşa ya da başka bir yol olur ama, travmanın altında kalmamak, sorunu çözmek, hayatta kalmak için destek aramak önemli. 


ARŞİV