Hem çatışmanın hem de müzakerenin önemli bir alanı olan sokaklar, aynı zamanda farklı kültürlerin buluştuğu bir mekân olma özelliğini taşıyor. Özellikle alt kültüre ait sanat pratiklerinin sergilendiği ve temsil edildiği sokaklar, “söz söyleme” ya da “iz bırakmanın” da önemli bir mekânı. Sokak duvarlarına çizilen grafiti ve resimler de sözün kalıcı olabilmesinin pratiklerinden biri olarak sokakla beraber değişime uğradı ancak sokaklar hala sanatçıların söz söylediği bir alan olarak öne çıkıyor. Peki sanatçılar neden sokakta olmayı tercih ediyor? Sokakta sanat yapmak ne demek? Bu konuda çalışma yapan sosyolog Melike Avcu ile söyleştik. Avcu, “Aslında sokak, öznenin kendini var ettiği en temel zemin olarak her daim biricikliğini koruyor. Duvar ise bu noktada hem ayrışmanın hem iz bırakabilmenin öte yandan da aslında kalıcı olmamak ile karşı karşıya kalmanın bir temsili bana kalırsa.” diyor
-Sokak ve özellikle duvarlar, kentler için neyi ifade ediyor?
Mücadelenin, hareketin ve ifadenin merkezi olan kentte sokağın rolü esasen kolektif hafızanın, kültürün, birlikteliğin ve aynı zamanda ayrıksılığın zemini olarak karşımıza çıkıyor. Kentsel mekân her ne kadar iktidarların, rejimlerin değişimi ve toplumsal dönüşümler ekseninde şekillenmiş, durmaksızın yeniden üretilmişse de yegâne unsuru olan insan her daim dönüşümün merkezinde bir özne olmayı sürdürüyor ve aslında sokak denilen şey öznenin kendini var ettiği en temel zemin olarak her daim biricikliğini koruyor. Duvar ise bu noktada hem ayrışmanın hem iz bırakabilmenin öte yandan da aslında kalıcı olmamak ile karşı karşıya kalmanın bir temsili bana kalırsa.
-Sokaklar ve duvarlar neden alt kültürün ifade araçlarından biri haline geldi?
“Bütün duvarlar iki anlamlı, iki yüzlüydü. Neyin içeride, neyin dışarıda olduğu, duvarın hangi yanından baktığınıza bağlıydı” der Le Guin. Durmaksızın sermaye ekseninde çitlenen mekansallık ile karşı karşıya olduğumuz bir noktadayken sokak ve duvar aslında ifadenin somutlaştığı, bireyin ve topluluğun konuşabilme, rastlaşabilme fırsatları yaratabildiği nadir yüzeylerden biri olarak kaldı elimizde. Sermayenin, karar vericilerin çıkarlarının, rantın ve ötesinin etkisinde mekânın dönüşümü beraberinde gettoları, yalıtılmış bölgeleri, mekânın özneleri hususunda bir hiyerarşiyi de peşinden sürükler. İmkanlara erişebilenler ve erişemeyenler, meşru görülenler ve görülmeyenler, normal ve öteki kılınanlar gibi ayrıksılıkları içeren bu hiyerarşinin kendisi, kentin deneyimlenme pratiklerini de doğrudan etkiler. Lakin her ne kadar otoritenin ‘ehlileştirme’ pratiklerine maruz kalsa da doğası gereği söylemin ana merkezi haline geliyor sokak. Bu noktada ifade için ‘davet edilmiş’ alanların ötesinde geçerek alt kültürün ‘inşa edilmiş’ alanlar yaratabileceği bir alan olarak söz etmek mümkün sokaktan.
“İSTANBUL SAYILI ŞEHİRLERDEN BİRİ”
-Tarihsel olarak nerede başlıyor peki duvarların bir tuval gibi kullanılması?
Esasen insanlığın mağara duvarlarına yaptığı ilk çizimlerden bu yana dek bir perspektif çizmek bile mümkün. Zira hatırlama, anlama ve anlatma gayesinin o zamandan şimdiye şekil değiştirse de baki olduğu ve sürdüğü aşikar. Lakin modern anlamda sokak sanatı ve grafitinin kökenlerine dair bir milat koymak gerekirse genellikle ikinci dünya savaşı zamanlarında ‘was here’ taglemeleri ve sonrasında gelişen süreçlerden bir başlangıç yapılabiliyor.
-Özellikle son yıllarda İstanbul’da birçok sanatçının çizimlerini görmek mümkün. İstanbul bu anlamda özel bir yere sahip sanki.
Kenti bir tiyatro sahnesine benzetirken oyunun ana kahramanını da içerisinde yaşayan kent insanı olarak tanımlar Mumford. Metropolde yaşam sürmek ise esasen kaçınılmaz olarak oyunun en heyecanlı perdesinde durmaksızın performans sergilemek demek anlamına geliyor. İstanbul hali hazırda böylesi bir yaşamın beraberinde getirdiği her şeyin doruklarını tadabileceğiniz dünya üzerindeki sayılı şehirlerden biri. Elbette sanatsal ifadenin merkezinin de tıpkı kültürel, ekonomik, sosyal vb. diğer meseleler gibi burada yoğunlaşması kaçınılmaz. Kamusal mekânda bir iz bırakabilmek meselesinin çeşitli dinamikleri var. Buna bir grup halinde daha güvenlikli bir biçimde ‘tagleme’ yapmak da dahil, daha fazla insana erişebilecek bir performans sergilemek yahut boyaya erişebilmek için gerekli sponsorlara ulaşmak da. Sonuç olarak bu yalnızca bir sanatsal faaliyet olmanın ötesinde aynı zamanda neredeyse sektöre dönüşen bir biçimi de içerisinde barındırıyor. Özellikle son senelerde kent merkezlerinde yapılan birçok muralın sponsorlu olduğu, kimi zaman bir reklam panosu görevi gördüğünü de gözlemliyoruz. Başka bir açıdan bir zamanlar Kadıköy Belediyesi’nin sponsor olduğu Mural İstanbul gibi festivallerden söz etmek de mümkün. Her biri sözünü ettiğimiz yoğunlaşmanın doğal nedenleri olarak farklı biçimlerde tartışmaya açık.
HATIRLAMA VE HATIRLATMA
-Sanatçıların sokak duvarlarını kullanmasının ardındaki motivasyon nedir sizce?
Bu konuda sınırları belli bir motivasyon ve nedenden bahsetmek elbette mümkün olmayacaktır ki bu bireysel bir biçimde de her sanatçı için farklılaşır. Lakin sanatçıların yolculuklarına dahil olduğum süreçte gördüğüm ortak deneyimlerden söz edebilirim. Simmel, metropolde yaşıyor olmanın kaçınılmaz bir biçimde bağımlı olmak ile bireyselleşmek arasında sürekli bir zihinsel gerilim yarattığından bu bağlamda ise biricikliğini korumak isteyen bireyin görünmez olana dönüşme serüveninden söz eder. Burada hızla dönüşen kargaşa içerisinde görünmez olanın kendini hatırlama ve hatırlatma pratiğini sanat ile inşa ettiğini görebiliriz. Örneğin” was here” ‘taglemesi’ varlığı, geçip giden öznenin iz bırakma arzusunun en temel yansımalarından biri olarak okuyabiliriz belki de.
-Resimlerin sokağa bir kimlik kazandırdığını söylemek mümkün mü?
Elbette mümkün. Esasen yapılan resim yahut yazılan yazıyı en temelde bulunduğu yere göre de okumak ve anlamak kıymetli ve önemli. Bu hem sanatçının bizatihi kendisinin alan seçimi hem de eseriyle rastlaşacak topluluğu öngördüğü bir süreç. Beyoğlu, Karaköy yahut Kadıköy’ün tesadüfi bir şekilde bunun merkezi olduğunu söyleyemeyiz. Bu hem oradaki topluluğun dönüştüğü ve çağırdığı hem de sanatçının meylettiği bir döngüsel ilişkiye sahip. Gördükçe daha çok ‘görmeye’ başlanılan ve algının şekillendiği bir izleme hali var sokakta. Örneğin geçtiğiniz bir muhitin farklı bölümlerinde aynı sanatçının imzasını görüyorsanız artık bir süre sonra onunla özleştirdiğiniz bir aşamaya geliyorsunuz. Buna ‘kimlik kazandırma’ demesek bile orada bir kimliğin özdeşleştirildiğini söylemeden edemeyiz.