Kişisel ve toplumsal hafızamızda derin izler bırakan 6 Şubat depremlerinin üzerinden 2 yıl geçti. Resmi kayıtlara göre 53 bin 537 kişinin hayatını kaybettiği tarihi felaketin ardından milyonlarca insan evsiz kaldı. Bu depremler, sadece fiziksel yıkıma yol açmadı aynı zamanda büyük bir psikolojik travmaya da neden oldu. Türkiye Psikiyatri Derneği Afetlere Hazırlık ve Müdahale Birimi'nden Dr. Sencer Tabakcı ile deprem başta olmak üzere afetlerin psikolojik etkileri üzerine konuştuk. Büyük kitlesel travmaların sadece bireyi çaresiz bırakmadığını söyleyen Tabakcı’ya göre kitlesel travmalar, kişinin parçası olduğu topluluğu da çaresiz bırakabiliyor. Aniden ortaya çıkması ve gücü nedeniyle depremin derin çaresizlik, yoğun kaygı ve korkuya neden olduğunu söyleyen Tabakcı, “Travma, güvende olduğumuz illüzyonunu bozar ve temel güven duygusunun zedelenmesine yol açar.” dedi.
Deprem gibi afetlere maruz kalan hemen hemen tüm bireylerde şiddeti ve süresi değişken olmakla birlikte akut stres tepkileri gözlendiğini kaydeden Tabakcı’ya göre özellikle olaydan sonraki erken dönemde bireylerin korku ve sıkıntı tepkileri vermesi doğal olarak kabul ediliyor. Bu tepki olağandışı duruma verilen olağan ruhsal yanıt olarak kabul edilirken, ortaya çıkan belirtilerin çoğu kısa sürede bir tedaviye gerek kalmadan geriliyor. Tabakcı’nın paylaştığı bilgilere göre deprem sonrası duygusal olarak; korku, hissizlik, şaşkınlık, üzüntü, öfke, suçluluk, bunaltı, çaresizlik, özlem, rahatsız edici rüyalar yaşanıyor. Bilişsel olarak ise düşünme ve kavramada yavaşlık, dikkatte azalma, karar verme güçlükleri, kafa karışıklığı, bellek sorunları, keşkeler ortaya çıkıyor. Davranışsal olarak; yaşananları sürekli anlatma isteği, öfke patlamaları, aşırı hareketlilik, uyuşukluk, huzursuzluk, ağlama, sosyal içe çekilme, uyku-iştah bozuklukları, iletişim güçlükleri, alkol, sigara veya ilaç kullanımında artış gibi belirtiler görülebiliyor.
TOPLUMSAL DAYANIŞMANIN GÜCÜ
Deprem sonrası sağlanan psiko-sosyal desteğin, afetten etkilenen bireylerin iyileşme sürecinde belirleyici bir rol oynadığını vurgulayan Tabakcı, “6 Şubat depremi sonrasında özellikle erken aşamada insanların acı çevresinde kenetlenmesi ve yardım etmek için seferber olması ile sağlanan sosyal destek, acının paylaşılması, direnci ve dayanıklılığı artırmada önemli oranda etkili oldu. Ancak desteğin yetersiz olduğu noktalarda veya bu desteğin ihtiyaç doğrultusunda sürdürülememesinin travmanın etkisini artırarak ikincil travmatizasyonlara yol açabildiği de unutulmamalı. Uzun vadeli iyilik için desteğin kapsamı, sürekliliği ve erişilebilirliği önemli.” diye konuştu.
Tabakcı’ya göre büyük afetler sonrası toplumsal dayanışma, bireylerin iyileşme sürecinde kritik bir öneme sahip. Toplumsal bağların bireyin hem kriz anlarında hem de iyileşme süreçlerinde hayati bir rol oynadığını söyleyen Tabakcı, “Özellikle kitlesel travmalar sadece bireysel acılar değil, toplulukların ortak hafızasında derin izler bırakan olaylardır. Bu tür travmalardan sonra dayanışma iyileşmede belirleyici bir faktördür. Sosyal destek sistemlerinin iyi olması travma sonrası stres bozukluğu gelişimini azaltmaktadır. Bireyler yalnız olmadıklarını ve belli derecede güvende olduklarını hissettiklerinde yaşadıkları olayları anlamlandırma ve başa çıkma süreçleri daha sağlıklı bir şekilde ilerleyebilir.” dedi.
Güçlü sosyal destek sistemlerinin, bireylerin güven duygusunu yeniden inşa etmelerine ve travmanın etkilerinden daha hızlı kurtulmalarına yardımcı olacağını paylaşan Tabakcı, “Toplumsal dayanışma sadece travmanın etkilerini hafifletmekle kalmaz, aynı zamanda bireylerin ve toplumun birlikte iyileşmesini sağlar. Dayanışma ne kadar güçlüyse, iyileşme süreci de o kadar sağlıklı ve hızlı olur.” diye konuştu.
BELİRSİZLİK, KAYGI, GÜVENSİZLİK…
İstanbul'da olası büyük bir depremin yaratacağı psikolojik etkiler de göz ardı edilmemesi gereken bir konu. Deprem gerçeğini kabullenmenin ve toplum olarak depreme hazır olmanın önemli olduğunu söyleyen Tabakcı, şöyle devam etti: “Depreme hazırlıklı olmak ya da deprem gerçeğiyle yaşamak, her an o kaygıyla yaşamak ve belirsizlik içine gömülmek demek değildir. Sürekli bir belirsizlik içinde yaşamak, insanı derin bir kaygıya sokar. Bu kaygı uç noktalarda güvensizlik, kontrolsüzlük, sürekli tetikte olma durumuna yol açabilir. Bunun yanı sıra, kaygıyı tolere edemeyen bireyler, deprem gerçeğini inkâr ederek baş etmeye çalışabilirler. Depremle ilgili hazırlıklarımızı yaptıktan sonra, hayata angaje olmak, yaşamaya devam etmek ve hayatımıza yatırım yapmak büyük önem taşıyor.”
Kitlesel travmaların, genel olarak doğal afetler ve insan eliyle oluşturulan afetler olarak ikiye ayrıldığını ifade eden Tabakcı, yapılan araştırmaların insan eliyle oluşturulan travmaların, doğal afetlere maruz kalanlara göre iki kat daha fazla psikiyatrik bozukluğa yol açtığını gösterdiğini paylaştı. Tabakcı konuyla ilgili şunlara dikkat çekti: “İnsan eliyle oluşan travmalarda doğal afete göre daha farklı bir yaralanma söz konusudur ve ötekinin değerlendirilmesini, temsilini değiştiren bir etkide bulunur. Her ne kadar deprem doğal bir afet olarak kabul edilse de deprem sonrası travmatik yaşantıların bir kısmı insan eliyle oluşturulan travma hüviyeti kazanır. Bu tür kitlesel travmalarda insan eliyle yaratılan olumsuz etkilerinin azaltılması, ruh sağlığının korunması açısından büyük önem taşır.”
“ÖLÜM VAR ANCAK ÖLÜMDEN ÖNCE YAŞAM VAR”
“Ülkemizde depremler, yangınlar ve diğer felaketler sık yaşandığı için insanlar ruhsal zorlanmalarla karşılaşabiliyor.” diyen Tabakcı, şöyle devam etti: “Kartalkaya’daki yangın felaketi maalesef bunlara bir örnek. Bu süreçleri işlemek ve tekrarlanmaması için önlemler almak, adaleti sağlamak, travma sonrası iyileşme için elzemdir. Afetler ve kayıplar hayatın gerçeği ancak yaşam da diğer bir gerçeği. Ölüm var ancak ölümden önce yaşam var. Yaşamda dayanışmanın en çok anlam kazandığı anlar afet ve felaket zamanları olabiliyor. Toplumsal dayanışma, psikolojik destek mekanizmalarının güçlendirilmesi ve bireysel olarak duygularımızı paylaşabileceğimiz güvenli alanlar yaratmak, iyileşme sürecinde büyük bir fark yaratabilir.”