Dolar her geçen gün kendi rekorunu kırarak yükseliyor. Doların yükselişi enflasyonu, hayat pahalılığını da beraberinde getiriyor. Alım gücü iyice gün düşen yurttaşları nelerin beklediğini, bu sarmaldan nasıl çıkabileceğini ekonomi yazarı Barış Soydan ile konuştuk.
Bu nereden baktığınıza bağlı. Vatandaşların cephesinden bakacak olursak gerçekten durum kötü. Yoksullaşma var, reel getiriler eriyor çünkü enflasyon çok yüksek. Resmi enflasyon yüzde 19.83, DİSK gerçek enflasyonun yüzde 40 olduğunu açıkladı. Yüzde 40 enflasyon gelirlerin yüzde 40 erimesi anlamına gelir. Zaten Dünya Bankası’nın verilerinde de mutlak yoksulluk sayısında artış var. Böyle bakarsak kötü. Hükümet ise; “Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) büyümesi artıyor” diyor. Evet doğru son çeyrekte Türkiye ekonomisi yüzde 21.7 büyüdü. Bu sene de yüzde 10’a yakın büyüme yakalayacağız. Büyük şirketlerin bilançolarına baktığımızda artışlar var. Ama büyüyoruz da kime büyüyoruz?!
Evet, gelir dağılımı bozuluyor. Şu anda gelir dağılımında büyük bir bozulma var. Döviz serveti olanlar için durduk yerde servetleri artıyor. 100 bin doları olan birini düşünelim; bundan iki hafta önce 900 bin lirası var şimdi 1 milyon yüz bin lirası var. Ama bunların sayısı çok küçük. Asıl büyük çoğunluk yoksullaşıyor.
“VATANDAŞ TÜRK LİRASI’NDAN KAÇTI”
Bunun asıl sebebi dolardaki büyük artış. Dolar 2019 yazında 5.60 seviyesindeydi. İki yılda buraya geldik. Ne oldu bu iki yılda diye baktığımızda başkanlık sistemine geçtik. Türkiye’de çok şey değiştiği gibi para politikası da değişti. Sayın Cumhurbaşkanı “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” demişti. Gerçekten de hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Enflasyon artarken faizi indirdik, faizi indirince Türk Lirası son derece kırılgan riskli para birimi haline geldi. Sadece yabancılar değil vatandaşlar da Türk Lirası’ndan kaçıp döviz ve altın aldı. Dolara talep artınca doların değeri arttı. Bu arada yabancı yatırımcılar Türkiye’den kaçtı. Yatırımcıların kaçmasının arkasında Türkiye’nin siyasi açıdan da riskli olmasının etkisi var. Mahfi Eğilmez “Önce riski azaltmaktan başlamaktan lazım sonra ekonomideki problemler çözülür” der. Riski azaltmak için sadece ekonomik değil politik riski de azaltmak gerekir.
Enflasyonun yüksek olmasının birkaç sebebi var ama ana sebebi doların yüksek olması. Buna zaten sarmal deniyor. Dolar enflasyonu yükseltiyor sonra da enflasyon doları yükseltiyor. Neden dolar yükselince enflasyon yükseliyor? Mesela domatesi Antalyalı üretici serada üretiyor. Serayı ısıtıyor, biz enerjiyi ithal ediyoruz. Enerji fiyatları artıyor. Gübre kullanıyor, gübre de ithal ediliyor. Domates üretildi diyelim, aracıya verildi, kamyona konuldu, mazot ithal ediliyor. Yani dolar attığında domatesin fiyatı da artıyor.
Elbette bunun dışında yapısal problemler de var. Örneğin ekili araziler azalıyor, çiftçi sayısı azalıyor. Bu yapısal problemlerin hiçbiri uzun yıllardır çözülememiş. İktidarda 20 yıldır bir parti var bu köklü problemleri çözememiş. Böyle olunca enflasyonla karşı karşıya kalıyoruz.
Cumhurbaşkanı geçen gün “Nas ortada” dedi. Yani faiz haram. Tek sebep o değil tabii. Sayın Cumhurbaşkanının hesap anlayışına göre enflasyonun sebebi; yüksek faiz.
Evet iktisat kitaplarında da böyle yazmıyor ama sayın Cumhurbaşkanı böyle düşünüyor. Yani Cumhurbaşkanın iktisat anlayışının sonucu olarak Merkez Bankası faizi indiriyor.
Başkanlık sistemiyle birlikte sadece bir kişinin dedikleri olmaya başladı. Eskiden AK Parti içinde başka güç odakları vardı. Onlar da etkiliydi ama şimdi Türkiye sadece sayın Cumhurbaşkanın istediği gibi yönetiliyor.
Şu an Türkiye’de yabancı yatırımcı yok denecek kadar azaldı. Yabancıların devlet tahvillerindeki payı tek haneli seviyelerde. Bu durumda doları nasıl yükseltecekler? Dolara bizim vatandaşımız Ayşe teyze, Ali Rıza amca yöneldi. Bunu söylüyorlarsa ispatlamaları lazım ve ispatlayabilecek durumda değiller.
Bir takım sınırlayıcı önlemlerle karşılaşabiliriz. Mesela kambiyo vergisi artabilir. Şimdi 100 dolar üzerine kimlik ibrazı var bunu daha da zorlaştırabilirler. 2020’de yumuşak sermaye kontrolü denilen önlemler aldılar mesela, fiilen ithalatı yavaşlatmaya çalıştılar. İthal edilen ürünlerin denetim sürecini uzattılar. Bu gümrük işlemlerinin çok uzamasına neden oldu ve fiilen Türkiye’nin ithalatı yavaşladı. Bu tür fikirler önümüzdeki dönemde de gelebilir.
“KARNEYLE SATIŞ GÜNLERİNE GERİ DÖNDÜK”
İktidar bizim geçmiş dönemlerden hatırladığımız seçim ekonomisi uygulamalarını hayata geçiriyor. Bunların arasında fiyatını kendi belirlediği temel ihtiyaç ürünlerinin zamlarını ertelemek, geciktirmek, mümkün olduğu ölçüde zam yapmamak var. Mesela şekere yeni zam geldi. Türk Şeker yüzde 25 zam yaptı. Ama uzun süre yani özel şeker üreticileri zam yaparken Türk Şeker zam yapmamıştı. Ve zam yapmadığı için herkes şekerini Türk Şeker’den almak istemişti. Hatta spekülatörler yani stokçular şekeri devlet fabrikalarından ucuza alıp pahalıya satmaya başladı. Böyle olunca piyasanın işleyişi bozuldu ve Türk Şeker piyasaya şeker vermemeye başladı. Bunun sonucunda şeker yokluğu ortaya çıktı. Küp şeker bulamaz hale geldik. Şimdi yağda da benzer bir sorun var. Karneyle satış günlerine geri döndük. Dengenin bozulması, dolardaki sert yükseliş nedeniyle 1970’li yıllarda görülen yokluklar ülkesine dönüşüyor.
Dönüyoruz. Benzinde geçen gün bir kuyruk oldu. Türkiye uzun yıllardır yaşamadığı, yeni kuşakların bilmediği olayları yaşamaya başlıyor.
Asgari ücrete bir büyük zam yapacaklar. Ne kadar olacağını bilmiyoruz ama “enflasyonun üzerinde” diyorlar. Resmi enflasyon yüzde 20. Ben asgari ücret zammının yüzde 30’un üzerine çıkabileceğini düşünüyorum. Çünkü iktidar partisinin oyları eriyor ve bir şey yapmak zorunda. Elinde ne varsa kullanacak. Bu onlar açısından ölüm kalım mücadelesi. Ekonomiyi düzeltemez, insanları memnun edemezlerse önümüzdeki seçimde kaybedecekler.
“ZENGİNLER DAHA ZENGİN OLDU”
Onlar resmi enflasyonu baz alacaklar. Ama resmi enflasyon da yükselecek. Gerçek enflasyon daha da yükselecek. Bu da asgari ücretli yüzde 30 zam alsa bile yılın ikinci yarısında reel olarak yine geriye düşecek. Yani bugün sahip olduğu gelir seviyesinin altına düşecek.
Sevinmeli. Ve seviniyorlardır da. İktidarın yanlış ekonomi politikaları dolar sahibinin servetinde beklenmedik bir artış getirdi. Mesela Ayşe teyzeyi köşeye dolar koyduğu için suçlayamayız.
Evet artar diye düşünmüyordu, beklemediği kadar arttı. Ona kızamayız ama adaletsiz bir durum olduğuna şüphe yok. Mesela Kadıköy’de ev fiyatları yüzde 95 artmış. Bunun arkasında da hükümetin yanlış ekonomi politikaları var. Önce konut kredisi faizlerini indirdi. İnsanlar hücum etti. O arada konut fiyatları arttı. Kredi faizleri yükselince piyasada sadece nakit para ile ev alabilenler kaldı. Onlar da en kalburüstü semtlerde ev almayı tercih ettiler. Bu şu demek; zenginler daha zengin oldu.
Ev fiyatları öyle bir seviyeye geldi ki doktor bir karı kocanın İstanbul’un merkezi bir semtinden ev alma ihtimali yok. Burada bir gelir adaletsizliği var. İktidar değişecek ama uzun vadede bir gelir adaletsizliği ortaya çıktı.
Enflasyon yükseliyor sonra dolar yükseliyor. Dolar yükselince maliyetler artıyor dolayısıyla tekrar enflasyon yükseliyor. Buna sarmal diyorlar. Türkiye bu sarmala girdi. Buradan çıkmak çok zor.
“BU GİDİŞİN SONU VENEZUELA”
Bu gidişin sonu bence Venezuela. Ama Türkiye ekonomisi batmaz. Çünkü Türkiye’nin ihracat ve turizm diye bir gerçeği var. Çok başarılı, sağlam şirketleri var. Ve bunlar Türkiye ekonomisini ayakta tutar. Ama halk olarak büyük bir yoksullaşmadan geçeriz.
Özellikle kuşaklar arası büyük bir adaletsizlik oluştu. Z kuşağından birinin ailesinden gelen bir birikimi yoksa çalışarak Kadıköy’de, Beşiktaş’ta ev alma şansı yok. Eskiden vardı, şimdi yok. Bizim yaş kuşağımız, hasbelkader İstanbul’da doğduğu, babası ona bir ev bıraktığı için durduk yerde milyoner oldu. Bu uzun vadede bir problem.
Ya devrimle ya da yüksek vergilerle giderilir. Fransız iktisatçı Piketty’nin önerisi servet vergisi koymak. Servet vergisi koymak gerekir ama bu verginin nereye, nasıl kullanılacağı önemli bir sorun. Bir servet vergisi verirsem şu anki hükümet bu parayı Kanal İstanbul’a, silahlanmaya, kimsenin geçmediği otoyollara, köprülere harcayacak. Ben şahsen buna evet diyemem. Yani vergiden gelen para, eğitime, yoksul semtlere yönelik kamu yönetimlerine harcanmayacaksa böyle bir vergiye karşıyım.
Saray aslında sembolik, asıl problem Türkiye’nin hesapsız kitapsız harcadığı paralar. Kullanılmayan havalimanları, geçilmeyen köprüler, şehirlerin dışındaki şehir hastaneleri, başarılı olup olmayacağı bilinmeyen yerli oto projesi, Kanal İstanbul gibi son derece gereksiz projelere paraların harcanması. Bunlar olmasaydı Türkiye çok daha iyi bir yerde olurdu. Ama iktidar treni kaçırdı.