Türkiye gıda enflasyonunda neden zirvede?

Türkiye’de fiyat artışlarının da etkisiyle gıda enflasyonu kronik bir sorun haline geldi. Tarım alanında uygulanan yanlış politikaların terk edilmesi gerektiğini söyleyen Tarım Ekonomisi Derneği Başkanı İpek Suer Topuzoğlu ile konuştuk

26 Aralık 2024 - 09:47

Türkiye’deki enflasyonist ortamda fiyat artışlarının en fazla yaşandığı ürün gruplarının başında  gıda maddeleri geliyor. DİSK-AR’ın 3 Aralık 2024 tarihinde yayınladığı rapora göre resmi gıda enflasyonu yüzde 48,57 iken dar gelirlinin gıda enflasyonu 86,2 oldu. Resmi verilere göre ise 2003’ten bu yana ortalama fiyatlar 21 kat, gıda fiyatları ise 32 kat arttı. Gıda fiyatları artarken sağlıklı gıdaya ulaşmak da zorlaşıyor. Peki Türkiye’de gıda enflasyonu neden düşmüyor? Tarım Ekonomisi Derneği Başkanı İpek Suer Topuzoğlu’na sorduk.

Türkiye’nin 2024 Mayıs ayında yüzde 70’lik gıda enflasyonu ile OECD ülkeleri arasında birinci sırada yer aldığını söyleyen Topuzoğlu, şu bilgileri paylaştı: “Türkiye 2024’ün Ağustos ayında da yüzde 68 ile yine birinci sırada yer aldı. Aynı dönemde OECD ortalaması yüzde 4,7, Euro bölgesi ortalaması ise yüzde 1,8’di. Dünya Bankası verilerine göre Haziran 2023 – Mayıs 2024 arasında aylık bazda gıda enflasyonu ülkemizde ortalama yüzde 68,5 olarak gerçekleşti. Yine aynı verilere göre dünyada gıda fiyatları enflasyonunda ülkemiz; Arjantin, Güney Sudan ve Zimbabve’nin ardından dördüncü sırada yer aldı.”

YANLIŞ POLİTİKALAR, İKLİM, KURAKLIK…
1980 sonrası uygulanan politikalar nedeniyle yapısal bir dönüşümün gerçekleştiğini kaydeden Topuzoğlu, ancak bu dönüşümün tarımdaki yapısal sorunları çözmekten uzak olduğunu söyledi. “Girdiler anlamında dışa bağımlı hale geldik. Tarımsal üretim için kullanılan gübre, mazot, ilaç ve diğer girdilerin fiyatlarındaki artış, çiftçilerin üretim maliyetlerini yükseltti, karlılıklarını düşürdü.” diyen Topuzoğlu şöyle devam etti: “Devlet destekleri pek çok noktada yetersiz ve etkisiz kaldı. Bu durum, özellikle küçük ölçekli çiftçilerin üretim yapma kapasitesini zorlaştırdı, borçlanmalarını artırdı ve kırılganlıkları artan bu üreticiler kimi zaman sektörden çıkmak zorunda kaldı. Genç nüfus için tarım cazip bir üretim kolu olamadı.”

Topuzoğlu’na göre dışa bağımlılık sadece girdiler konusunda gerçekleşmedi. “Üretimin istenen seviyelere ulaşmadığı ürünleri ithalat ile tedarik etme yolunu seçtik.” diyen Topuzoğlu şöyle devam etti: “Fiyatı artan ürünler olduğunda, piyasaya müdahale bu ürünlerin ithalatı ile yapıldı. Bu da ürün fiyatlarının daha çok dalgalanmasına neden oldu. Tarım sektörüne yönelik uzun vadeli planlama ve uygulama eksiklikleri, risk ve belirsizlikleri daha da arttırdı. Tüm bu koşulların üzerine kentleşme ve sanayileşme ile tarım arazilerimizi kaybettik. Planlı ve sürdürülebilir bir sistem kurgulamadığımız için verimli toprakların doğru şekilde kullanamadık. İklim değişikliği ve küresel ısınma ülkemizi çok fazla etkiliyor. Son yıllarda artan sıcaklıklar ve düzensiz yağışlar gibi iklim koşulları ciddi bir tehdit olarak karşımızda duruyor. Su kaynaklarını koruyamadığımız gibi bilinçsiz kullanım ile verimlilik de sağlayamıyoruz. Kuraklık çok büyük bir sorun. Tüm bu koşullar hem krizlere hem de krizlerin derinleşmesine neden oluyor.”

“YÜZDE 55 AZALDI”
Tarımsal faaliyetlerdeki sorunlar artarken, veriler bu alandaki istihdamın da düştüğünü gösteriyor. Topuzoğlu’nun paylaştığı bilgilere göre Sosyal Güvenlik Kurumu’na kayıtlı çiftçi sayısı 2021 yılı sonu itibariyle 512 bine kadar geriledi. Bu da çiftçi sayısının son 10 yılda yaklaşık yüzde 55 azaldığını gösteriyor. 2024 itibari ile Çiftçi Kayıt Sistemi’ne kayıtlı çiftçi sayısı 2 milyon 245 bin iken SGK’ya kayıtlı çiftçi sayısı 500 binin altında.
Topuzoğlu’na göre küçük üreticiler sektör dışına itilirken üretim büyük işletmeler ve büyük firmalar ile çok uluslu şirketler tarafından yapılıyor. Türkiye’de tarımsal ürünlerin satışının da  genelde aracılar eliyle yapıldığını belirten Topuzoğlu, “Bu sürece eklenen her toptancı, nakliyeci ve perakendeci ürünlerin fiyatının artmasına neden oluyor. Bu sürece eklenen depolama ve taşıma maliyetleri, vergiler, komisyonlar, lojistik giderleri aradaki farkı daha da açıyor. Tarladan işlenmeden alınan ürünlerde katma değer yaratan her adım (markalaşma, paketleme, işleme, reklam v.b.) fiyat artışının bir başka nedeni.” dedi. 


“MALİYETLERİ VE DIŞA BAĞIMLILIĞI DÜŞÜRMELİYİZ”
Topuzoğlu’na göre yüksek üretim maliyetleri, gıda endüstrisinin düşük maliyetli üretime yönelmesi, tarım politikalarında yapılan yanlışlar sağlıklı gıdaya ulaşmanın önündeki engellerden bazıları. Kimyasal gübreler, pestisitler ve genetik mühendislik gibi teknolojilerle ürün veriminin artırıldığını söyleyen Topuzoğlu, “Gıda işleme, paketleme ve dağıtım süreçleri şirketler tarafından kontrol ediliyor. Gıdalar genellikle işlenmiş, paketlenmiş ve raf ömrü uzatılmış olarak sunuluyor. Birkaç büyük şirket, gıda üretimi ve satışı üzerinde baskın güç elde etti. Reklam ve pazarlama stratejileriyle sağlıksız ancak cazip gıda ürünlerini geniş kitlelere sunarken, gıda üretimini yalnızca yerel pazarlara değil, dünya çapındaki pazarlara da sunmak için küresel tedarik zincirlerini kullanıyorlar. Bu durum, küçük üreticilerin ve çiftçilerin rekabet etmesini zorlaştırıyor ve gıda fiyatlarının belirlenmesinde bu şirketlerin etkili olmasına yol açıyor.” diye konuştu. 

Topuzoğlu, sorunların çözümü noktasında şu önerilerde bulundu: “Bizim sihirli bir değneğe değil, daha önce uygulanmış ve sonuç vermiş çözümleri talep edecek ve uygulayacak insanlara ihtiyacımız var. İvedilikle bir tarım sayımı yapılarak envanterin ortaya konulması, gerçekçi ve sürdürülebilir hedefler konularak planlama yapılması birincil adım olmalı. Kendi kendine yeten bir sistem için; doğal varlıklara zarar vermeden, girdi maliyetlerini ve dışa bağımlılığı düşürmeliyiz.  Üretici ve tüketici arasındaki pazarlama kanalını kısaltmalıyız. Mümkünse aracıları ortadan kaldıran ya da en aza indiren hem üretici hem tüketicilerin örgütlendiği, yerele yayılan bir üretim modeline geçmemiz gerekiyor.” 


ARŞİV