Van depreminin düşündürdükleri

25 Kasım 2011 - 08:56

Ulusumuzun son on yılda yaşadığı, yüzyılın en önemli deprem felaketleri sonrasında; yazılı ve görsel yayın organlarımızda, deprem oluşum süreci, deprem hasarları, zemin, yerleşim alanları seçimi ve yapı teknolojisi gibi konularda, uzman olan olmayan pek çok kişinin görüş ve önerilerini tam bir hayal kırıklığı ve şaşkınlık içinde izlemekteyiz. Marmara depremlerinin toplum bilincinin oluşturulmasındaki katkısı hiç yokmuş gibi davranılıyor. Özellikle olabilecek yeni depremlerin yeri ve zamanı konusunda, bilim adamlarından öngörüde bulunmaları istenirken; yer bilimleri alanında, yerin karmaşık yapısına ek olarak pek çok değişkenin olması ve bunların ölçümlerindeki güçlükler dolayısıyla, diğer mühendislik disiplinlerinden farklı olarak, noktasal çözümlerin olanaklı olmadığı dikkate alınmadığından, yapılan yorumlara gereğinden fazla anlam yüklenmek suretiyle daha fazla kafa karışıklıklarına neden olunmaktadır. Halbuki, oldukça basit bir yaklaşımla sadece son yıllarda yaşadığmız deprem istatistiklerine ve ulusal kayıplarımıza bakılmak suretiyle coğrafyamızda depremin kaçınılmaz olduğu ve mevcut teknolojiyle önceden tahmininin de anlamlı sonuçlar yaratacak şekilde olanaklı olmadığı açıktır. Esasen konuyla ilgili bilim adamlarının ifade ettiği de budur. Dolayısıyla da kısa, orta ve uzun vadeli programlarla, olabilecek deprem hasar etkilerini en aza indirecek önlemlere konsantre olmak daha gerçekçi olacaktır. Bu kısa değerlendirmeyle birlikte, uzun zamandan beri patlatmalı kazılar sırasında oluşan yer sarsıntılarının çevredeki yapı ve tesislere olan hasar etkilerini deneysel ölçümlerle incelemekte olan bir bilim adamı olarak, halkımızın, önemli gördüğüm 3 ana konuda bilgilendirilmesi gerektiğini düşünmekteyim.

1-Van depremi sonrası ne yazık ki daha öncekilerde olduğu gibi, İstanbul başta olmak üzere, tüm yurtta çeşitli yerleşim birimlerimiz, bazı kişilerce, ilçe ilçe hatta mahalle mahalle tariflenerek, depreme karşı dayanıklı veya zayıf zeminlere haiz olarak sınıflandırılmış ve bazı bölgeler deprem açısından çok riskli, bazı bölgeler ise güvenli ilan edilmiştir. Kötü zemin koşullarının, yapılara iletilecek sismik dalgaların genlik ve ivmelerini arttıracağı muhakkaktır. Ancak bu tek başına hiçbir anlam taşımamaktadır. Çünkü yapıların depremden zarar görmesine neden olacak en önemli unsurlar, zemin taşıma gücü, zemin frekansı, yapının öz yapısal frekansı, yapının esnekliği, rijitlik ekseninin konumu ve deprem dalgasının yönü ile yapının bu dalgayı karşılama konumu gibi parametrelerdir. Örneğin; sağlam kaya üzerine kurulu bir binanın, yüksek frekanslı bir deprem dalgasından hasar görme riski, zayıf zemine kurulu bir binanın düşük frekanslı bir dalgadan etkilenme riski ile aynı düzeyde olacaktır. Keza, ister sağlam zemine, isterse zayıf zemine kurulu olsun, deprem dalgasının geliş yönüne, uzun ekseniyle paralel durumda konumlanmış bir yapı, kısa ekseniyle konumlanmış olana göre daha çok hasar görecektir. Aynı şekilde, binanın imalatı sırasında kullanılan malzeme, bina yüksekliği, yapı tipi ve inşaat teknolojisi gibi unsurlara bağlı olarak kontrolü mümkün olan bina öz yapısal frekansı, zemin hakim frekansı ile uyumlu olduğunda, rezonans oluşacağından zeminin sağlamlığından bağımsız olarak çok daha fazla hasarlara yol açacaktır. Bu nedenle yapıların, bu verileri dikkate alarak statik ve dinamik yüklere dayanıklı olarak projelendirilmesi en önemli deprem güvencesi olacaktır. Olası depremlerin yönü ve ivme büyüklüklerinin ilgili uzmanlarca tahmin edilmesi ve şehir plancılarının bu verilere göre kentlerin hakim bina konumlarını belirlemeleri zorunluluk arz etmektedir. Özellikle İstanbul başta olmak üzere tüm riskli merkezlerdeki mevcut yapıların, oluşturulacak deprem senaryoları dikkate alınarak, deprem güvence düzeyleri, kurumsal uzman kuruluşlarca belirlenmeli ve gerekli güçlendirme programları, finansman desteğiyle hızla uygulamaya konulmalıdır. Ülkeyi yönetenlerin ve yönetim alternatifi olmak isteyenlerin bir an önce tam ve kapsamlı bir model  bazında projeler üretmeleri  halkın katılımı ile uygulamalara geçmeleri  gerekmektedir.
2-Bu bağlamda çağdaş halkın katılımını da özendiren, yaratılacak katma değerleri toplum yararına paylaştıran bir yaklaşımla arazi kullanımı ve yönetimi modeli oluşturulmalı, bu eksende mevcut uygulamalar da  gözden geçirilerek kentsel yenileme yada kentsel dönüşüm politikaları geliştirilmeli ve acilen uygulamaya konulmalıdır.
3-Yapı tasarımlarının gerçekçi olarak yapılması için, bir dizi jeoteknik test sonucu belirlenmesi gereken zemin emniyet gerilmesi ve zemin frekansı gibi parametrelerin, konusunda uzmanlaşmış, uygulamalı zemin ve kaya mekaniği öğrenimini almış, yetkin jeoteknik mühendislerince (inşaat, maden, jeoloji ve jeofizik) gerçekleştirilmesi kaçınılmazdır. Ancak son zamanlarda, önemli depremlerin hafızamızı canlı tuttuğu bu günlerde dahi ne yazık ki, zemin mekaniği, Schmidt çekici yada sismograf adını dahi duymamış olan birtakım insanların çok da mütevazı rakamlarla konuyla ilgili raporlar hazırlamakta oldukları ve ilgililerce bu tür raporlara itibar edildiği sıkça duyulmaktadır. Ülkemizde, yukarıda belirtilen mühendislik disiplinlerine eğitim ve öğretim veren üniversitelerdeki pek çok akademik kadroların dahi bu tür bir deneysel kapsamlı rapor hazırlamaktan uzak olduğu dikkate alındığında, durumun vehameti ortaya çıkmaktadır. Öte yandan bu yöndeki talepler de giderek artmaktadır. O halde ne yapılmalıdır? Öncelikle bu olanaklara sahip üniversitelerin hızlı bir organizasyonla, konuyla ilgili elemanlarını biraraya getirmek suretiyle olabildiğince fazla sayıda ekipler oluşturarak uygulama veya proje kontrol hizmetlerini arttırmaları gerekmektedir. Ayrıca bu konuda uzmanlar yetiştirmek için meslek içi eğitim seminerleri düzenlemelidirler. Meslek odaları; serbest meslek icra eden üyeleri arasında, bu konuda yetkin ciddi uzman kadrosuna, laboratuvar olanaklarına  haiz olanları saptayarak, sorumluluk almalıdırlar. Keza, üniversitelerle işbirliği halinde meslek içi eğitim seminerleri düzenleyerek yeni uzmanların devreye girmelerini sağlamalıdırlar.
Olası bir depremden korunma ihtiyacındaki halkımızın da, yukarıda belirtilen deneysel ekipmanlarla teçhiz edilmiş kurum ve kuruluşları tercih ederek, yasak savma niteliğindeki raporlar yerine, maliyeti fazla dahi olsa gerçekçi çözümler peşinde koşması gerekmektedir.
4-Depremden hasar gören binlerce binanın yıkımı da maalesef ayrı bir trajediye dönüşmüştür. Çağdaş bina yıkım teknolojileri yerine, ilkel teknikler kullanılması çok daha vahim sonuçlar getirecektir. Nitekim daha şimdiden pek çok yurttaşımızı kaybetmiş bulunuyoruz. Bu tür yapıların en az çevresel etkiyle ve daha güvenli olarak, istenen yöne yada alana yıkılmasını mümkün kılan, patlatma tekniğinden daha etkin bir düzenlemeyle yararlanılması gerekmektedir.
Sonuç olarak ülke yönetiminde bulunan ve de iktidar alternatifi siyaset unsurlarına çok önemli görevler düşmektedir. DEPREMİN KAÇINILMAZ OLDUĞU BİR COĞRAFYADA YAŞAMA BİLİNCİYLE SİSTEMATİK BİLGİ KULLANARAK ÜLKE GENELİNDE ÇOK ACİL ÖNLEMLER ALINMALIDIR.
Prof. Dr. Ali KAHRİMAN
(Maden Yüksek Mühendisi-Okan Üniversitesi Yönetim Kurulu Üyesi ve Türkiye Patlayıcı Mühendisliği Derneği Başkanı)
Etiketler; deprem

ARŞİV