Kadıköylü yazar Zeynep Sağlam'ın ilk kitabı “Yaşamayı 400 Günde Öğrendim” yayınlandı.
İkinci Adam Yayınları'ndan çıkan kitapta Sağlam, çalışmadan yaşamayı tercih ettiği 27 Ekim 2006 ile 1 Aralık 2007 tarihleri arasındaki 401 günde yaşadıklarını ve yaşadıklarından öğrendiklerini anlatıyor.
Sağlam, kendi ifadesiyle “hobilerine zaman ayırmayı becerebilmiş, yaşamın başka tatlarından da faydalanmayı başarabilmiş” bir elektronik-haberleşme mühendisi. 18 yıl mühendis olarak çalışmış. 2006 yılında çalışma yaşamına ara vermiş, 2008 yılında ise tamamen sona erdirmiş ve yepyeni bir yaşam biçimine geçiş yapmış. “Çalışmayı zaten sevmemiştim. İş yaşamında keyiften kudurduğum hiç olmamıştı” diyen Sağlam, böyle bir ruh hâlinin de zaten olamayacağını, bunun bir kandırmacadan ibaret olduğunu savunuyor. Dolayısıyla iş yaşamından çekilerek, yerini isteyenlere bırakarak, kendince “dürüst” bir karar vermiş. Sonra da kaçıp sığındığı yeni dünyadan haberler iletmek üzere gezmeye ve yazmaya başlamış; “Olanaklarım yetse tam bir gezgin olurum, gezmek dünyanın en güzel şeyi. Gezgin olarak anılmak ise benim için büyük mutluluk.”
Çevresindeki insanlar bu kararı “adikal” olarak yorumlasa da Sağlam, “Daha da radikali olabilirdi ya da yıllar önce yapmalıydım!”' diyor. Zeynep Sağlam, yazıyla olan ilişkisi ise 1998'de kendi deyimiyle “hafızasızlığı” nedeniyle başlamış. Gördüğü yerleri unutmamak için notlar tutarken kendisini gezi yazıları dünyasında buluvermiş. Ardından makaleler, denemeler ve sonunda da kitap gelmiş. Zeynep Sağlam, kitap yazma fikrinin nasıl oluştuğunu da şöyle anlatıyor; “İşimden ayrılışımdan bir sonraki işe başlayışım arasında geçen süre 400 gün. Daha doğrusu 401 gün. Bu sürede öyle doldum ki, yeni işimde de fazla duramadım zaten, beynim, görüşlerim çok değişmişti artık. Yaşama farklı gözlerle bakıyordum ve 401 güne müteşekkirdim. Bu nedenle 400 günü simgeleştirdim.”
400 GÜNE NELER SIĞAR?
Peki Zeynep Hanım, bu 401 günde neler yapmış? “180 sayfa sürecek kadar uzun...!” diyor ve şöyle özetliyor: “'İşimden ayrıldığımda büyük bir borç yükü altındaydım. Hem borçlarımı ödemek hem de geçinebilmek için ciddi bir planlama yaptım. Ucuz yaşamanın yollarını keşfettim. Bol bol yürüdüm, toplu taşıma araçları ile tanıştım. Kıyıda köşede kalmış son derece makul yerleri keşfettim. Giyim tarzımı değiştirdim. Sıkıcı iş kıyafetlerinin yerini cıvıl cıvıl kıyafetler aldı. İstanbul'un her yerini bir turist gibi karış karış gezdim. Özellikle vapur yolculuklarının keyfini anlatamam, çay ve simit vazgeçilmezim oldu. Evime bilgisayar soktum, hayatımda ilk kez msn, facebook kullanmaya başladım. Eski arkadaşlarımın hepsini buldum, onlarla görüştüm. Yıllardır ara vermiş olduğum insani güzellikleri yeniden yaşadım. Bu benim en büyük kazancım. Sinemalarda sabah seanslarını, tiyatrolarda halk günlerine gittim. Sürekli yazdım. Bunlar makale türü yazılardı ve bir arkadaşımın web gazetesinde yayımlandılar. Buralara yazı üretmek için hayatın tam içine girmek gerektiğinden zamanımın büyük kısmı dışarıda geçiyordu, öte yandan da bol bol gazete okumam, TV'de tartışma, yorum ve haber programlarını izlemem gerekiyordu, iflah olmaz bir TV izleyicisi oldum. Zayıflamış olan İngilizcemi ve pek sevdiğim bir iş olan aşçılığımı ilerlettim.”
Zeynep Sağlam, “basit ve yalın”’ sözleriyle tanımladığı kitabında, sadece ve sadece yaşadıklarını anlatıyor, hiçbir kurguya yer vermiyor. “Basmakalıp model cümlelere insanları kandırmak amacıyla yazmadım. O nedenle kitabıma ‘organik kitap’ diyorum. Paranın mahkumiyetinde nasıl acı çektiğimizi ve bunun farkında olmadığımızı, gereksiz travmalar yaşamak yerine, mevcut şartları en iyi şekilde nasıl değerlendirebileceğimizi anlatıyorum. Asla ÖĞÜT vermiyorum, ben ÇÖZÜM'ü yazdım!”
İflah olmaz Kadıköylü!
Zeynep Sağlam aynı zamanda kendi deyimiyle “iflah olmaz bir Kadıköy tutkunu”. 1985’ten bu yana Acıbadem’de yaşıyor. Sağlam, Kadıköy’e olan bağlılığını şu sözlerle anlatıyor; “Kadıköy'e yürüme mesafesinde bir taşra yaşamı sürüyordum ama o halini hâlâ çok seviyor ve arıyorum. Bugün böylesine geliştiğini görünce şaşırıyorum. Her yer büyüdü, nüfus çok arttı, caddede yürünmüyor, park yerleri yok. Acıbadem son 25 yılda hovardaca katledilmiş bir meskun mahal oldu maalesef. Bu kıymetli bölge çok planlı, eskiden olduğu bol yeşil haliyle yerleşime açılabilirdi. Bugünkü kalabalığı beni üzüyor. Lüks ile fakirliğin birleştiği garip bir yer oldu Acıbademimiz. Ama hala yeni yerlerini keşfettiğim, sevmekten vazgeçemeyeceğim evim diyorum. Ben her hafta Kadıköy’de mutlaka kendime bir tur çemberi belirler ve mutlaka bu çemberi tamamlarım. Herşeyin değiştiği, inşaatların yiyip yuttuğu, gökdelenlerin yükseldiği İstanbul’da bozulmayı en az yaşayan yerlerden biridir Kadıköy ve Tarihi Çarşısı… Kadıköy Çarşısı, hâlâ benim arkadan tek örgü belime uzattığım saçlarımla salındığım o köylü halini koruyor. Yürürken eteklerim tozları süpürürken ben zamanda yolculuğuma çıkıyorum her hafta! Geçmişi, gidenleri, kaybettiklerimi burada anımsıyor ve mutlu oluyorum ben, onlarla bu turlarımda buluşuyor ve hasret gideriyorum. Köylü olmak böyle olsa gerek, Kadıköylü olmak böyle olsa gerek...”
Gökçe UYGUN