8 Mart dünya Kadınlar Günü vesilesiyle bu hafta sayfalarımıza kadın öykülerini yayınlıyoruz. Onlardan biri de Kadıköy Belediyesi Suadiye Sanat Atölyeleri’nde resim atölyesi bulunan Fulya Okbay… Bir kadının, yolun yarısı diye şiirlere konu olan 35’inden sonra hayatını yeniden nasıl inşa etmesinin canlı örneği olan Okbay’ı, atölyesinde ziyaret edip hikayesini sizler için dinledik…
Çocukluğumdan beri hep resim sanatıyla ilgiliydim. Fakat okul hayatı, kendi işyerimizde çalışmam, evlilik, çocuk… derken o hayalimi hep ötelemek zorunda kalmıştım. Fakat herhalde o içimdeki aşk hiç sönmemiş ki içimde kalmış ki, yıllar sonra çocuk sahibi olduktan ve arkasından 4 yıl süren şiddetli bir boşanmadan sonra, ilk aşkım resme döndüm.
Evet, o zorlu süreçte yaraları resimle sarmak istedim, bu bana iyi gelir dedim çünkü sanatın iyileştirme özelliği var.
O zamanlar kızım Nehir 3 yaşındaydı, haftada 1-2 gün yuvaya oluyordu. Ben de o günler için hobi olarak bir atölyeye yazıldım. Hatta o kadar ilginç ki şu an bulunduğumuz atölyenin hemen karşı sokağında, Suadiye Gönüllüleri’nin kursuydu. Orada herkes bana ‘Yaşın genç, çok da yeteneklisin. Okula git, bu hobini ilerlet’ diyordu. Ben de böylelikle üniversite sınavına girdim. Yeditepe Üniversitesi’nde Resim, Heykel ve Seramik Bölümü’nü burslu olarak kazandım. Okuldaki çok değerli hocalardan aldığım eğitim ve üniversite süreci yaşadım. Hem kişiliğim hem sanatçı kimliğim açısından beni çok ileri taşıdı, hayata bakış açımı etkiledi. Bu süreci hem öğrenci, hem bir sanatçı adayı hem de Nehir’in annesi ve rol modeli olarak yaşadım. Ve okuldan 3.lükle mezun oldum.
Bence bunun sevmekle çok ilgisi var. Eğer isterseniz ressam olun, isterseniz doktor olun, isterseniz bakkal olun işinizi severek yapmanız gerek. Benim çok severek yaptığım bir şeydi. Mesela heykel eğitimi de gördüm seramik eğitimi de gördüm ama benim işim hep renklerleydi, renklerle oynamayı çok seviyordum. O yüzden çokta kafa yoruyordum, çok severek çalışıyordum. Mezuniyetten sonra, yüksek lisansımı da aynı okulda burslu olarak kazandım, onu da bitirdim
Burası, iki yıl önceki tez yazma sürecimde denk geldi. Hiç böyle bir mekan arayışında filan değildim. ‘Şu tezimi yazayım rahat rahat, o bitsin ondan sonra atölye bakarım’ diyordum. Burası benim şansım oldu. Burası çok hoş bir muhit, buranın ambiyansını başka yerde yakalamak zor. O nedenle kaçırmak istemedim. Hem evime de yakın. Erenköy’de oturuyorum. Bağdat Caddesine inerken arabamı buraya park ederim, dediğim gibi Suadiye Gönüllüleri’nin kursuna burada gidiyordum. Yani bu muhitin insanı gibiyim.
Hem kendi sanat çalışmalarımı yürütüyorum hem de hafta içi yetişkinlere, hafta sonu çocuklara resim dersleri veriyorum.
Daha başka bir şeyler daha yapmak istedim. Nehir’in takma adıdır Nünüş. Onun gözümün önünde serpilmesi, saçları, gözleri, gülüşü bana ilham kaynağı oldu. Nünüş’ün resimlerimdeki kahramanda yaşamasını istedim. Onun yaşadıklarını suluboya resmetmeye başladım. Gittiğimiz tatiller, onun yaşadıkları, sevdiği şeyler gibi…
Bunu insanlara nasıl daha çok yayabilirim diye düşündüm. Çünkü Türkiye’de maalesef ki insanların evlerine resim alma alışkanlığı pek yok. O nedenle tişört fikri aklıma geldi. Fakat x bir mağazadan alınan sıradan bir şey olmamalıydı. Pek çok yerden baskılı tişört alabilirsiniz normalde. Ben buna emeğimi, sanatçılığımı katmak istedim ve kendim boyamaya başladım. Tişörtleri tek tek kendi elimle boyuyorum, böylelikle hepsi bir sanat eseri oluyor.
Edisyonları oluyor tabii ki ama detaylar, ruh halime göre değişiyor. Çünkü normalde yeşil yaptığım bir balonu, canım o an yeşil istiyorsa yeşile boyuyorum. Bazen küçük bir yere uğurböceği, kelebek filan konduruyorum gibi gibi hepsi böyle farklı oluyor. Ve müthiş bir ilgi başladı bu işe kendi öğrencilerim ve kendi çevrem açısından.
Tüm annelerin Nünüş’leri için yaptığım bu resimler çevremdeki herkesin ilgisini çekti. Alan kişiler başkalarına hediye ediyor. Hediye olarak Amerika’ya, Belçika’ya, Fransa’ya gitti Nünüş’ler. Diyorum ki ‘İnşallah bu tişörtler nereye gittiyse kızım Nehir de oralara gezmeye gitsin’. Bu ilgiden aldığım cesaretle üretimime devam etmeye hatta farklı materyallerle (defter,çanta gibi) ürün çeşidimi genişletmeye karar verdim.
Nehir 12 yaşında. Yavaş yavaş genç kız oluyor. O da çok heyecanlı ve mutlu bu durumdan. Onun resimlerini insanların beğenmesi hoşuna gidiyor. O da çok seviyor resim yapmayı. Anne babalar hep şikayet eder ya ‘Çocuğumu ipad, tv başından kaldıramıyorum’ diye. Ben hiç öyle bir şey yaşamadım. Bizde hep boyalar, tuvaller…
Biraz öyle. Biraz da iyi rol model olmakla alakalı. Çocuğu kitap okumuyor diye yakınanlar ebeveynlerin kendileri ne kadar kitap okuyor ki? Nehir atölye ortamını çok seviyor, tatillerde geliyor, burada yetişiyor. Onun için çok büyük bir şans. Burada bir sürü atölye var, heykel var, seramik var, cam var... O bakımdan da şanslı. İnşallah Nünüş markamız onun şansıyla birlikte güzel yürür.
Türkiye’de gerçekten kadın olmak zor. Hele ki bu süreçte karşı taraf boşanmayı istemiyorsa çok zor. O zor günlerde çevremdeki insanlar bana hep derdi ki ‘Ne kadar inersen o kadar yükselirsin.’ O zamanlar bu cümle bana hiç iyi gelmiyordu, ‘Nasıl olacak o öyle?’ diye söyleniyordum. Ama gerçekten de öyleymiş. Dibe kadar indim ve tekrar yüzeye çıktım.
Kadınlar zor anlarında kesinlikle ümitsizliğe kapılmamaları gerekiyor. Çünkü her güzel şey nasıl bitiyorsa, her kötü şey de bir gün mutlaka bitiyor. “A bu benim başıma geldi vah vah” diyip oturarak bence hiçbir şey olmaz. Asla umutsuzluğa kapılmamaları ve her zaman güçlü olmaları gerekiyor. O güç de insanın kendi içiyle oluyor. Mesela benim güçlü kalabilmeme en büyük sebep kızım Nehir’di. Kendimi düşmeye yakın hissettiğimde, ‘Hadi güçlü olmalısın sen bir annesin, ona karşı enerjini düşürme, iyi bir çocuk yetiştireceksin’ diyip ayağa kalktığım çok oldu. çocuğu olmayan kadınlar da resim, tiyatro, el işi.. artık ne seviyorlarsa onun aracılığıyla hayata tutunmalılar.
Hep diyoruz demokrasi kadınlarla gelecek diye. Türkiye’de kadınlar her türlü konuda daha fazla girişken olmalı. Bizi baskılayan bu dönemde, özellikle son dönemlerde çok fazla yaşanan bu cinsel istismar olaylarına karşı anneler, kadınlar kendimizi çok güçlü tutmalıyız. Sanatçılar bu konuda daha girişken olmalıyız, bir şeyler yapmalıyız. Toplumun ayağa kalkması için sanat gerek. Sanat olmadığı zaman toplum iyice iniyor aşağıya. Ama sanat gün geçtikçe baskılanıyor. Bale salonumuz yok, tiyatrolar yasaklanıyor, OHAL yüzünden bir sürü projeler sürdürülemiyor… Kadınlara çok iş düşüyor gerçekten. Ve ben dediğim gibi bunların hepsini başarabileceğimize inanıyorum.
Yeniyılda kararlar alınır ya, ‘spora başlayacağım, diyete gireceğim, para biriktireceğim’ gibi. Bu 8 Mart’ta da kadınlar kendileri için kararlar alsınlar ve bunları bir yere not etsinler. ‘Bunu yapacağım, şunu başaracağım’ gibi. Umarım bu 8 Mart bir milat olur.