Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) komisyondan geçen ve Meclis Genel Kurulu'nda görüşülecek “Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” doğa savunucularının, çiftçilerin ve bilim insanlarının tepkisine neden oldu. Türkiye’nin birçok yerinden Ankara’ya giden çiftçiler yasanın geri çekilmesini talep ediyor. Peki değişiklik neleri içeriyor? Teklifin 11'inci maddesine göre zeytinlikler madencilik faaliyetlerine açılabilecek. Maden sahasındaki zeytin ağaçları öncelikle aynı il veya ilçede başka bir alana taşınacak. Bu işlemle ilgili masraf ve sorumluluğu ilgili şirketlere ait olacak. Ağaçların taşınması mümkün değilse, uzman görüşleri doğrultusunda eşdeğer büyüklükte yeni bir zeytinlik sahası kurulması zorunlu hale getirilecek.
“SADECE ZEYTİN AĞAÇLARINI TEHDİT ETMEYECEK!”
Zeytin ağaçlarının taşınabilmesi mümkün mü? Bazı uzmanlar bunun mümkün olduğunu söylese de Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi, Proje Evi Kooperatifi, Slow Food Toplulukları Türkiye Ağı’nın ortak açıklamasına göre teknik olarak zeytin ağaçları, sadece bazı koşullar altında taşınabiliyor. Ancak Türkiye genelindeki taşımaların yüzde 97 başarı oranı ile sonuçlandığına dair herhangi bir yaygın saha verisi bulunmuyor. Açıklamada madencilik faaliyetlerinin zeytin tarımı üzerindeki etkilerinin çok yönlü ve yıkıcı olduğu ifade edilerek şu bilgiler paylaşıldı: “Toprak yapısı bozulur, kurşun, kadmiyum, arsenik gibi ağır metaller birikir, organik madde ve mikrobiyal canlılık azalır. Yüzeysel ve yeraltı su kaynaklarının tahribi, özellikle yarı kurak bölgelerde zeytin ağaçlarının su stresiyle karşılaşmasına yol açar. Tüm bu etkiler, sadece zeytin ağaçlarını değil, çevresindeki tüm tarımsal üretimi, biyoçeşitliliği ve toprak bütünlüğünü tehdit eder.”
“ÜRETMEYİN DEMEKLE EŞDEĞER”
Zeytinliklerin sadece tarımsal üretim alanları değil, aynı zamanda önemli karbon yutakları olduğuna dikkat çekilen açıklamada şu uyarılara yer verildi: “Bilimsel veriler, bu iki faaliyetin aynı mekânda sürdürülebilir şekilde yürütülemeyeceğini açıkça ortaya koymaktadır. Kamu politikalarının, yatırımcıyı koruyan kısa vadeli ekonomik kazançlar yerine uzun vadeli ekolojik, ekonomik ve kültürel sürdürülebilirliği esas alması zorunludur. Tüm bu bilimsel gerçeklerin ötesinde zeytin tarımsal ve ekolojik olduğu kadar sosyo-ekonomik ve kültürel bir değerdir. Yüzbinlerce insanın doğup büyüdüğü, yaşamını sürdürdüğü ortamın doğal bir parçası, atasından miras aldığı, çocuklarına miras bırakacağı geçim kaynağı, kültürünün, tarihinin, gelenek ve göreneğinin bir parçasıdır. Zeytinlikleri yok etmek ya da taşımak insanlara ‘burada yaşamayın, üretmeyin’ demekle eşdeğerdir.”
30 DEFA DEĞİŞTİRİLDİ
TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç da teklifin yalnızca çevresel değil, sosyal ve hukuki açıdan da büyük riskler barındırdığına dikkat çekti. Maden Kanunun, yürürlüğe girdiği 1985 yılından bu yana 30 kez değiştirildiğini hatırlatan Ataç, “Bu değişikliklerin çoğu madencilik faaliyetlerini kolaylaştırırken doğa koruma önlemlerini zayıflattı. 2004’te eklenen maddeler madenciliği büyük ölçüde serbestleştirdi. Madde 7’de yapılan değişiklikle ormanlar, milli parklar, özel çevre koruma alanları gibi pek çok bölge madenciliğe açılabilir hâle geldi. Adeta Maden Kanunu, diğer çevre ve doğa koruma kanunlarının üzerinde bir yasa gibi konumlandırıldı. Kanun değişikliklerinin yanında 2009/7 sayılı Başbakanlık Genelgesi ise Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) süreçlerini zayıflatarak madencilik faaliyetlerinin önünü daha da açtı. Her yeni düzenleme, doğanın ve yaşamın üzerindeki tahribat riskini artırdı. Bugüne kadar yapılan hiçbir değişiklik doğal ve kültürel varlıklar üzerinde böylesine büyük bir baskı yaratmamıştı. Bu teklif, doğayı korumayı engel olarak gören bir bakış açısına dayanıyor. Kamu yararını şirket lehine tanımlayan bu yaklaşım, yaşamın kaynağı olan doğal varlıklarımızı korumaktan tamamen uzak." dedi.
“DOĞAYI KORUMUYOR, ONU YOK SAYIYOR"
Yasa teklifinin kamu yararı ilkesini zayıflatarak doğa koruma yaklaşımlarını "engel" olarak gördüğünü ve "bu engellerin" kaldırılmasını önerdiğini belirten Ataç, şu bilgileri paylaştı: "Bu teklif doğayı korumuyor, onu yok sayıyor. Sunulan düzenlemeler ile ruhsat ve izin süreçleri yatırımcı lehine hızlandırılıyor. Kamu kurumlarının ÇED süreçlerindeki görüş verme süresi 3 ayla sınırlandırılıyor; süre içinde yanıt verilmeyen görüşler otomatik olarak olumlu sayılıyor. Tüm izin ve ruhsat süreçlerinin yönetimi tek bir kurumda, Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nde (MAPEG) toplanıyor. Korunan alanlarda madencilik faaliyetlerinin önü açılıyor. ÇED süreçleri ise etkisizleştiriliyor.”
Teklifin yasallaşması durumunda doğal ve kültürel varlıklar üzerindeki madencilik baskısının artacağını kaydeden Ataç, “Yurttaşın mülkiyet ve katılım hakkı sınırlandırılacak, acele kamulaştırma uygulamaları yaygınlaştırılacak. Bu teklifin yasalaşması aynı zamanda geçimlik tarımla uğraşan çiftçiler, kırsal yaşam, gıda ve su güvenliği açısından da ciddi tehditler barındırıyor. Yasa teklifindeki hükümler, ekosistem bütünlüğünü zedelediği gibi toplumun sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşama hakkını da tehlikeye atıyor. Anayasa’ya ve tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelere açıkça aykırı bu teklif reddedilmeli, doğal varlıklarımız ve gelecek kuşakların yaşam hakkı korunmalıdır." dedi.
KADIKÖY’DE PROTESTO EDİLDİ
“Toprağımızı Vermeyeceğiz İstanbul Kampanya Grubu” 23 Haziran Pazartesi günü Kadıköy İskele Meydanı’nda basın açıklaması düzenleyerek, zeytinliklerin ve doğal alanların madencilik faaliyetlerine açılmasını öngören yasa teklifine tepki gösterdi. Basın açıklamasında, torba yasa teklifinin içeriğiyle ilgili “ÇED süreçlerinin etkisiz hale getirildiği, ormanların ve koruma alanlarının maden ve enerji yatırımlarına açıldığı, zeytinliklerin kamulaştırılarak linyit madenciliğine tahsis edileceği, meraların enerji şirketlerine devredileceği, acele kamulaştırma ile özel mülkiyet hakkının ihlal edildiği belirtildi. Ayrıca Enerji Bakanlığı’na imar yetkisi verilmesinin de hukuki ve toplumsal bir tehdit oluşturduğu belirtildi.