"Zor zamanlarda göğe bakmak iyi geliyor"

Adı “Uçurtmayı Vurmasınlar” ile özdeşleşen yazar-senarist Feride Çiçekoğlu, Altın Portakal’da Sinema Emek Ödülü’ne değer görüldü. Çiçekoğlu, cezaevi günlerinden mavi saçlarına, Kadıköy’den kız neşesine pek çok konuya değinerek, yaşamını ve yaşama bakışını anlattı...

14 Ekim 2025 - 15:06

Senaryosunu yazdığı ‘Uçurtmayı Vurmasınlar’ filmiyle ortak hafızamızda derin bir iz bırakan senarist-yazar Feride Çiçekoğlu, bugünlerde tatlı bir heyecan içinde. Zira 62. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ‘Sinema Emek Ödülü’ne değer görüldü. 25 Ekim’de ödülünü almak üzere Antalya’ya gitmeye hazırlanan Çiçekoğlu ile söyleştik.

  • Nasılsınız bugünlerde? Ülkenin hiç bitmeyen yaralı gündeminde bu ödülün gelişi nasıl hissettirdi?

Çok sevindirdi. Bu benim 3. Altın Portakal’ım olacak. Her biri hayatımın ve gündemin farklı bir dönemecine denk geldi. 1989’da Uçurtmayı Vurmasınlar filminin senaryosu ile ilk portakalımı aldığımda bu ödülün bana akademik hayata geri dönme şansı vereceğini henüz bilmiyordum. 1989 Berlin Duvarı’nın yıkıldığı, dünyadaki dengelerin de değiştiği bir yol ayrımı. 2021’de yine Antalya’da bu kez İstanbul Bilgi Üniversitesi Sinema Bölümü mezunu öğrencim Selman Nacar’ın “İki Şafak Arasında” filmiyle Cahide Sonku ödülünü Ezgi Baltaş’la paylaştığımızda, 2019’da birçok yerel yönetimi merkezi idare dışında bir iradenin kazanmış olmasından mutluyduk ve daha demokratik bir ortamın hayalini kuruyorduk. Bu yıl ödülü almaya gittiğimde haksız yere içeride olan nice yerel yöneticinin özgürlüğüne kavuşmuş olmasını ve sahneden bu sevinci kutlamayı umuyorum.

  • Uçurtmayı Vurmasınlar’dan 30 yıl sonra ilk kez geçen yıl roman yazdınız; Milföy ve Arkadaşları. Hayvanlara yönelik saldırıların, hatta onları hedef alan yasa tartışmalarının yükseldiği bir dönemde böyle bir eser yaratmak sizin için nasıl bir anlam taşıyor?

Milföy’ün sesini duyup onun gözünden yazmaya başladığımda sadece hayvanları değil doğayı da ne kadar dışladığımızı fark ettim. Modernite dediğimiz, insanı yaşayan yaşamayan ne varsa hepsinin tepesine yerleştiren ve tüm evreni insana hizmet etmekle yükümlü gören düşünce biçiminin bizi ne kadar zehirlediğini görmemi sağlayan bir süreç oldu. Uçurtmayı Vurmasınlar, nasıl Barış’ın gözünden büyüklerin dünyasına bakmamı sağladıysa, Milföy’ün gözünden yazmak da tüm insanlığa öyle bakmama yardım etti.

(Milföy ve adını taşıyan kitap)

  • Konuyu Kadıköy’e bağlıyorum; “Her sabah kıyıdaki köpekleri besleyen Ayşegül ve köpeği Milföy’le tanıştım ve hikâyelerini dinledim.” demişsiniz. Sanırım bu gerçek bir hikaye. 

Evet, son derece gerçek bir hikâye. Kitaptaki Ayşegül, Milföy, Milföy’ün arkadaşları ve hatta veteriner Burcu gerçek isimleriyle yer aldılar hikâyede. İzin verdiği için Ayşegül’e teşekkür borçluyum. Bahsettiğim sahil Caddebostan sahili. Eminim o sahilde sabahları yürüyenler Ayşegül’ü sırt çantasından çıkarttığı yağlı kemikleri yolunu bekleyen dost köpeklere dağıtırken görüyorlardır. Ne yazık ki Milföy’ü yakında uğurladık. Yaşlanmıştı, mutlu gitti. Özlüyoruz. Anıları bizimle yaşamaya devam ediyor.

  • Geniş açıdan Kadıköy, mikro bakışla Fenerbahçe semti sizin için ne ifade ediyor? Ne zamandan beri burada yaşıyorsunuz?

1973’te doktoramı yapmak üzere yurtdışına giderken, beni uğurladıktan sonra İstanbul tutkunu, çocukluğu Yeşilköy’de geçmiş anneme teselli olsun diye Fenerbahçe’deki Petek Pansiyon’da kalmış annem, babam ve kız kardeşim. O sırada pansiyonun karşısındaki Artek Apartmanı’nda satılık bir bodrum katı varmış ve burayı yazlık olarak satın almışlar. 1935’te 9 yaşındayken babası Hasan Lütfi Şuşud’un Sümerbank’taki görevi nedeniyle Ankara’ya taşınmış olmanın ve evlenip Ankara’da kalmanın travmasını ömür boyu taşıyan annem, Fenerbahçe’deki bu evi çok sevdi. 1980’de babam Cumhuriyet savcılığından emekli olduğunda Kızıltoprak’ta Polat İşhanı’nda bir avukatlık bürosu açmayı tasarlıyordu ve İstanbul’a taşınma planı yapmışlardı. 12 Eylül 1980 darbesinin hemen ardından düşünce suçlusu olarak yargılanıp önce Mamak Askeri Cezaevi’nde sonra Ulucanlar Cezaevi’nde kaldığımda beni sık ziyaret edebilmek için onlar da Ankara’da kaldılar ve babam Ankara’da vefat etti. Bunun üzüntüsünü hala taşırım. 1987’de babamın ölümünden sonra annem ve ben İstanbul’a göçtük.

“ZOR ZAMANLARDA GÖĞE BAKMAK...”

  • Fenerbahçe’de uzunca yaşadığınız apartmanın yıkımı size ağır bir deneyim yaşatmış.  Siz de saçınızı maviye boyamışsınız. Renk seçimi bir manifesto muydu?

Manifestolardan vazgeçeli hayli zaman oluyor. Göğe Bakma Durağı’nı özlemiş olmakla ilgili saçımın mavisi. Sami Sisa’nın tasarımı çok güzel bir apartmandı yıkılan, Demet Sokak’taki Poyraz Apartmanı. Yazık oldu. Zor zamanlarda göğe bakmak iyi geliyor.

  • Mavi saça tekrar dönüyorum; market kasasında yaşadığınız “teyze muamelesi” size bu kararı  aldırmış. Kadınların yaşla birlikte toplumda yaşadığı görünürlük kaybı nasıl aşılabilir?

Cevabı siz verdiniz zaten; mesela mavi saçla! Ama tabii ki sayısız yöntemi var ve her biri ayrı güzel.

(fotoğraf Cumhuriyet Gazetesi'nden alınmıştır)

“HAFIZAMIZI SİLİYOR”

  • Kadıköy’deki dönüşüm sürecini bizzat yaşayan biri olarak, sizce bu semtin hafızasında en çok ne siliniyor? Hem semt sakini hem mimarlık eğitimi almış biri olarak kentsel dönüşümde neler yanlış yapılıyor?

Kentsel dönüşüm denen felaket hafızamızı bütünüyle siliyor. Ranta bahane edilen fay hattı ne gariptir ki sadece Kadıköy ve Beşiktaş gibi semtlerin altından geçiyormuş da Avcılar ve Beylikdüzü’ne uğramıyormuş gibi bir sahtekarlık pazarlanıyor. Aslında hepimizin bildiği, faydalandıkça sesimizi çıkarmayıp canımız yandıkça hatırladığımız gerçekler. Sonunda doğa bildiğini yapacaktır. Güzelim binalar yıkılıp yerine heyula gibi çirkin kuleler inşa ediliyor ve insanlar bu apartmanların sözde deniz manzaralı üst katlarına servet verip oturuyorlar. En küçük bir sallantıda hadi bakalım 15 kat merdiveni asansör kullanmadan inmek, artçıları beklerken yürek ağızda aynı katları tırmanmak ya da dışarıda sabahlamak üzere iyi şanslar diliyorum.

  • “Şehrin İtirazı” kitabınızda, Gezi direnişi öncesi İstanbul filmlerinde isyan eşiğini incelemiştiniz. Bugün Kadıköy sokaklarında hâlâ bir “itiraz ruhu” hissediyor musunuz?

Tabii ki. Sadece Kadıköy’de değil hem İstanbul’da hem birçok şehirde hissediyorum. Üniversiteli gençlerin Saraçhane’de başlattıkları itiraz sürüyor.

  • Türkiye’de akademisyenlik ve özgür düşünce üretmek kolay değil. ‘Emeritus profesörlük’ (emekli olmuş ama onursal olarak titrini sürdüren) sizde bir huzur ve tamamlanmışlık duygusu mu yaratıyor, yoksa içinizde hâlâ yeni dersler, yeni tartışmalar açma isteği var mı?

Emeritus mevzuu bende huzur filan değil tam tersini yarattı ve şimdi eskisinden daha çok dersim var. Üstelik eskiden sırf sinema bölümünde ders verirken şimdi mimarlık, karşılaştırmalı edebiyat, İngilizce edebiyat ve psikoloji bölümlerinde dersler veriyorum. Mavi saç boşuna değil.

(Fotoğraf Bianet’ten alınmıştır)

CEZAEVİ VE KIZ NEŞESİ...

  • 12 Eylül vaktindeki cezaevi günlerinin size yaşadığınız her günün kıymetini bilmeyi öğrettiğini söylüyorsunuz. Bu deneyimden güç almışsınız, travmaya saplanmamışsınız ama size/sizlere yaşatılanların haksızlık olduğu da bariz. Bu ikisini bir arada yaşamak nasıl mümkün oldu?

Bu ikisi zaten birbirinin ayrılmaz parçası; eski ve güzel bir deyimle “mütemmim cüzü”. Ya da şimdilerde daha çok kullanılan bir kadim felsefenin diliyle ifade edelim: “yin-yang”.

  • “Uçurtmayı Vurmasınlar’da kadın koğuş arkadaşlarınızla yaşadığınız güzel günlerden bahsediyorsunuz ki bu bana bugünlerde sosyal medyada sıkça kullanılan ‘kız neşesi’ kavramını anımsattı...

Haklısınız, 1980’lerde bu tabir henüz dile yerleşmemişti. Ama kavramın çok daha öncelerden geldiği açık. Pek güzel bir kitap okuyorum şu günlerde. Sizinle karşılaştığımız 16 Ağustos Cumartesi sabahı Gergedan Kitabevi’ne destek gününde edindiğim Dip Akıntıları. Kirsty Bell’den Yasemin Çongar çevirmiş. Şahane bir çeviri. İkinci Dünya Savaşı sırasında Berlin’deki yıkımı anlatan bölümde isimsiz bir kadının günlüğünden şu alıntı dikkatimi çekti: “Bu savaşın sonunda, birçok diğer yenilgiyle birlikte erkek cinsiyeti de yenildi.” Evet, öyle ama yenilen pehlivan da bir türlü güreşe doymak bilmiyor. Daha da saldırganlaşıyor, arsızlaşıyor, acımasızlaşıyor…

  • Epey sordum, başkaca eklemek istedikleriniz varsa buyurun.

Neşeye devam… Katılmak isteyen erkeklere kapımız açık

(Kapak fotoğrafı: Fenerbahçe Parkı/F.Ç arşivi)

 


 


ARŞİV