'Dağlarca ve Süreya şiirin kanatlı kuşlarıdır'

Şair Leyla Şahin de uzun süren incelemelerini, araştırmalarını Kaynak Yayınları tarafından yayımlanan “Cemal Süreya’da Dağlarca “ adlı kitabında biraraya getirdi.

21 Mayıs 2014 - 10:38
Kadir İNCESU
 

Fazıl Hüsnü Dağlarca ve Cemal Süreya için bugüne dek pek çok yazı yazılıp, araştırmalar yapıldı. Şair Leyla Şahin de uzun süren incelemelerini, araştırmalarını Kaynak Yayınları tarafından yayımlanan “Cemal Süreya’da Dağlaraca “ adlı kitabında biraraya getirdi. Leyla Şahin ile kitabı üzerine söyleştik.
 
-Cemal Süreya ve Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Leyla Şahin’deki yeri nedir?
Fazıl Hüsnü Dağlarca ve Cemal Süreya Cumhuriyet sonrası Türk şiirinde önemli iki şair. İki zirve. Poetikaları, hayatı kavrayış ve yaşama biçimleri farklı iki şair, ama ikisi de zirve. Her iki şair de Türk şiirine ve diline derinlik kazandırmışlardır. Gerek Dağlarca gerek Cemal Süreya benim baştan bu yana ilgilendiğim şairlerdir. Mistik ve metafizik bağlamda Dağlarca şiirinden etkilendiğimi söyleyebilirim. Dağlarca çok başka bir şiire çalışmıştır ve o şiirin bütün boyutlarını, derinliklerini yoklamıştır. Cemal Süreya ise Türk şiirini yeni olanaklar getirmiştir. Doğulu bir şiiri Batılı, modern bir şiirle buluşturmuştur. Leyla Şahin olarak şiirimin daha ilk kitapla kabul görmesinde; önemli antolojilere, sözlüklere, yıllıklara alınmasında bu soy şairleri izlemiş olmamın etkisi vardır elbette.

-Her iki şairle nasıl bir dostluğunuz vardı?
Dostluktan ziyade bir tanışıklıktan konu edebilirim. Bilindiği gibi Dağlarca başka şairler ile kendisi arasında mesafe bırakan bir kişiliğe sahipti. Dağlarca’nın 1940 kuşağı şairlerinden olduğunu ve benim 1980 sonrası yazılan şiir içinde yer aldığımı düşünecek olursak arada 4 kuşak var. Kaldı ki Dağlarca’nın ilk kitabı 1930’ların ortalarında yayınlanmıştır. Yaş olarak kendisine yakın pek çok şairle bir mesafeyi korumuştur. Dağlarca’yla 1980’lerin sonunda tanıştım. Kadıköy’deki Vagon’da, Hatay’da topluluk içinde oturduğumuz zamanlar oldu. Dağlarca, Cemal Süreya ve ben bir öğle sonrası birlikte zaman geçirdik. En son Asya Kahvesi’nde oturdum Dağlarca ile ve keyifli bir zaman değildi. Asya’ya bir şair arkadaşımla birlikte gittik. Dört kırmızı elma getirmişti Dağlarca’ya arkadaşım. Bir sonraki görüşmemizde “Oturup şiirini yazacağına bana elma getirmiş” dedikten sonra yüzüme bakmadan ekledi Dağlarca: “Zaten yazdığı bir şey yok, yazsa bilirdim.” Bu sözle, Dağlarca’nın kendisinden sonraki kuşakları izlediğini anladım.
Dağlarca ilk kez karşılaştığı her şaire bir şiir okutur ve elbette beğense de övgüde bulunmaz! Yergisi ise kısa ve acımasızdır! Uzun zaman bana şiir okutmadı. Ancak “Benim Bir Annem Olsaydı Tuna’ya Benzerdi” şiirimi Adam Sanat yıllığında okumuş, benden duymak istediğini söyledi. Okudum ve ondan duymak istediklerimi kısa da olsa duydum. Şu kadarını söyleyebilirim yalnız aynı şiiri İlhan Berk de okumamı istemişti benden.
Cemal Süreya ile ilk karşılaşmamız ve tanışmamız, Kadıköy’de Hatay’da oldu. Burhan Uygur arkadaşımdı ve çok özel bir insandı. İyi bir ressam olduğu kadar, gizli ve has bir şairdi. Birlikte Hatay’a gittik. Cemal Süreya dostları ile masadaydı ve aynı masada bir akşam boyu oturuldu. Çok mutlu olmuştum. Sonra Cağaloğlu’nda, Kadıköy’de Gençlik Kitapevi’nde, Gazeteciler Cemiyetinin restoranındaki meşhur pazartesi buluşmalarında bir araya geldik. Özel ve güzel bir insandı.

-Yapıtınızı oluştururken nasıl bir çalışma süreci ve yöntem izlediniz?
“Cemal Süreya’da Dağlarca”, konu ettiğim gibi uzun bir zaman zihnimde dolaştırdığım bir çalışmadır. Dağlarca’nın Cemal Süreya’da çok özel bir yeri olduğunu biliyordum. Benim kuşağım bazı şeylere gecikmiştir. Papirüs’leri geç okudum arkadaşlarımın da geciktiğini biliyorum. Nasıl gecikmesinler ateşin, kıyımın içinde bir gençliğimiz oldu. Daha doğrusu gençliğimiz olmadı! Tek bir arkadaşım yoktur ki bu ejderha kâr etmez zamandan kurtulmuş olsun. Şair arkadaşlarımın çoğu gençliğini içeride geçirdi. Hangi birini sayayım. Nevzat Çelik, Emirhan Oğuz, Metin Cengiz, Ahmet Yıldız, Necit Ünal daha pek çok şair ve yazar bu ateş ve ölüm çemberini yaşadı. Papirüs’leri geç okuduk bu yüzden. 80’li yılların ortalarında okudum örneğin ben. Papirüs’ler bu kitap için hareket noktası oldu. Bölümlere ayırarak çalıştım. İlk sırayı Papirüs’lere verdim elbette. Papirüs’ün 4 dönemi vardır. 66’daki 3. dönem Papirüs’ü açıklayan gerçek dönemdir ve ilk sayı Dağlarca ile başlar. Papirüs’ün son dönemi iki sayıdır ama kapsamlı iki sayıdır. İlki bütünüyle Dağlarca’ya ait denebilir; neredeyse bir kitap boyutunca bir söyleşi var. Sorular Cemal Süreya ve Cengiz Bektaş tarafından sorulmuştur. İnsan ve şair
Dağlarca’nın dünyasına inebilmek için gerçek bir olanaktır bu çalışma. İlk araştırmaya önce Papirüs’lerden başlamış oldum dolayısıyla. Sonra Cemal Süreya’nın günlüklerini taradım. Zaten Süreya’nın sağlığında yayımlanıyordu bu günlükler. Ölümünden sonra Seyyit Nezir Broy Yayınlarından kitap olarak çıkardı. Çok özenli ve güzel bir baskıdır. Toplu halde günlükleri okuduğumda Dağlarca’ya hemen başlarda yer verdiğini, yani bir bakıma Dağlarca’yla başladığını gördüm. Kitapta Dağlarca’ya ayrılmış 26 gün var. Cemal Süreya’nın bütün düz yazılarını yeniden okudum ve oradan birkaç yazı seçtim. Mektuplar var bir de! 13 günün mektupları bile Dağlarca ile başlıyor! Süreya’nın karısı ve ‘ebedi nişanlısı’ ölümcül bir hastalıktan ötürü ameliyat olması gerekiyor; Okmeydanı Sosyal Sigortalar hastanesinde yatmaktadır. Cemal 13 mektup yazar Zuhal’e o mektupların bile dışında kalmaz Dağlarca. 1960’lı yılların başında Paris’ten yazar Dağlarca’ya ayrıca. “Fazıl Ağabey” diye başlar mektubuna.
Arkadaşım Ahmet Ertan, Dağlarca ile uzun bir zaman geçirdi ve Dağlarca ile ilgili değerli bir kitap hazırladı. Kaynak Yayınlarına önerdim ve Kanyak Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Sadık Usta derhal ilgilendi kitapla. Cemal Süreya’nın Fazıl Ağabey diye başlayan ve Paris’ten Dağlarca’ya gönderilen mektup. Ahmet Ertan’nın hazırladığı kitapta da var. Zaten bende isteyip almıştım oradan. Mektuplar, Cemal Süreya’daki Dağlarca’yı belirleyen önemli öğelerden biri.
Canım Kadir, yöntem olarak böylesi bir çalışma izledim. Elbette “Çocuk ve Allah”ı unutmadan! Biliyorsun Cemal Süreya, “Çocuk ve Allah” için “Türk şiirinin anayasası” demiştir.

-Cemal Süreya ve Dağlarca’nın şiiri arasında poetik yakınlıklar ve farklılıklar nelerdir?
Röportajın başında söylediğim gibi iki şairin hem poetikaları hem de yaşama biçimleri birbirinden çok farklıdır. Ancak içerden bakıldığında pek çok yakınlık bulabiliriz. Dağlarca’nın şiiri mistik ve metafizik bir atmosferi içerir daha çok. Bu atmosferde çocuk imgesi yoğundur. Cemal Süreya’nın şiiri politik ve erotik bir şiirdir. Her iki şairin kendi Doğu toprağından, Anadolu’nun kadim tarihinde güncele yaklaştıklarını görebiliriz. Dağlarca Mustafa Kemal’in Kağnısı’nı yazar, Kızılırmak Kıyıları’nı yazar vb. Cemal Süreya Ortadoğu şiirlerini yazar, Göçebe’yi yazar. Her iki şairin şiirini mercek altına aldığımızda ilerici, aydın ve evrensel duyguda, düşüncede iki insanı görürüz. Benzerlikleri farklılıklarından daha çoktur!

-Cemal Süreya ve Dağlarca’nın edebiyatımızdaki yeri hakkında neler söylemek istersiniz?
Hem Fazıl Hüsnü Dağlarca hem Cemal Süreya yeryüzü önemine sahip, Türk dilinin ve şiirinin kanatlı kuşlarıdır.
 
Etiketler; Leyla Şahin

ARŞİV