'Gezi Parkı'nda üretilen dil çok kıymetli'

Sahnelerin ve beyazperdenin nitelikli genç oyuncularından, Kadıköylü sanatçı Onur Ünsal, Türkiye’deki sanat dünyasına dair şu tespiti yapıyor; ‘Ya çok para kazanıyorsun hiçbir şey yapmadan ya da çok şey yaparak hiç para kazanamıyorsun. Burada hangi sanat ve hangi sanatçı diye soruyorum. Bence ilk önce sanatın canlanması gerekiyor.’

30 Ocak 2014 - 08:55
 
Röportaj: Alp YANARDAĞ

Sanat, en genel anlamıyla yaratıcılığın ve hayal gücünün ifadesi olarak anlaşılır. Tarih boyunca neyin sanat olarak adlandırılacağına dair fikirler sürekli değişmiş, bu geniş anlama zaman içinde değişik kısıtlamalar getirilip yeni tanımlar yaratılmıştır. Bugün sanat terimi birçok kişi tarafından çok basit ve net gözüken bir kavram gibi kullanılabildiği gibi akademik çevrelerde sanatın ne şekilde tanımlanabileceği, hatta tanımlanabilir olup olmadığı bile hararetli bir tartışma konusudur. Açık olan nokta ise sanatın insanlığın evrensel bir değeri olduğu, kısıtlı veya değişik şekillerde bile olsa her kültürde görüldüğüdür. Ancak gelin görün ki sanat şu an ne haldedir ülkemizde? Bu konu ile alakalı olarak sinema, tiyatro ve dizi oyuncusu Onur Ünsal ile bir söyleşi yaptık. Yeni kuşağın önemli oyuncularından Ünsal, Oyun Atölyesi’nde Testesteron, Azrail’in Gözyaşları, Antonius ve Kleopatra gibi oyunların yanında Pandora’nın Kutusu, Eğreti Gelin, New York’ta Beş Minare gibi sinema filmlerinde ve bazı televizyon dizilerinde rol aldı. Şimdi de Kadıköy’de ekim ayında faaliyete geçen ve arkadaşlarıyla birlikte kuruluşuna katıldığı Moda Sahnesi’nde Hamlet’teki başrolle tiyatro izleyicisinin karşısında.
-Tiyatronun yerini ve önemini sanat içerisinde nasıl görüyorsunuz ?
Tiyatro çok organik bir sanat öncelikle. Yeme içme gibi tiyatro oyununu oynamanın da çok arkaik bir güdü olduğunu düşünüyorum.
-Kısaca bir ihtiyaç diyebilir miyiz ?
Tabi, evet. En basit haliyle yavru kaplanların oynaması olarak bile görebiliriz. Bir oyun kurgulanırken aynı zamanda psikolojik bir seans olduğunu bile düşünebiliriz. Ancak doğduğu yere baktığımızda bir şeyleri tarif etmek ya da içinizde kalan şeyleri ortaya çıkarmak veya anlatmak gibi çok kıymetli yerlere temas ediyor.

SANATIN ÖĞRETİCİ YANI DA OLMALI

-Bir tiyatrocu olarak sanatın insanlığa nasıl bir katkısı olduğunu düşünüyorsunuz ?
İlk önce kendi habitatımızdan bahsetmeliyiz. Şimdi bu röportajı Viyana’da yapsak başka konuşurduk ama bulunduğumuz koşullarda ele alalım. Başta didaktik olmasından yanayım. Sanatın öğretici yanının olmasının gerektiğini düşünüyorum. İnsana herhangi bir şeyi farklı yollardan gösterdiğiniz zaman onun algısını açarsınız. Bir sonuca farklı yollardan gitmek gibi. En temel haliyle bununla temas eden insan birisini öldürmekten uzaklaşır. Mesela bugün Rodin’in heykelini alıp düşünmeye başladığınız zaman farklı hissedersiniz. Deneyebilirsiniz bunu.
-Yani bu insanın ruhuna da hitap ediyor, öyle mi?
Kesinlikle. Dolayısıyla sanatın samimi olarak birilerine temas ediyor olması, etkileşimde olması gerekiyor. Sanat insanın algısını açan bir şeydir. Bilimle de, mimarlıkla da, gazetecilikle de ilgileniyor olsan bir kültür-sanat algısına çok ihtiyaç duyuyorsun.
-Hayatın tüm olguları için bunu söyleyebilirsiniz yani?
Evet. Birebir kurduğun ilişkilerde de öyle. Bir şeyi iyi görüp, iyi okuyabiliyor olman için yegâne şeylerden biri kültür-sanat faaliyetleridir. Farklı bakış açıları katar ve kötü olmaktan uzaklaştırır insanı.
-Sanatın asıl görevi toplumsal mesaj vermek mi, yoksa sanatı sanat olarak yapmak mı?
İkisinin de olması gerektiğini düşünüyorum. Bir kere sanatı sadece halk için yapıyor olmak sanatın özüne de küçük bir hakaret barındırıyor. Yani sanat sürekli kendini yıkıp yeniden kuran kavramlardan oluşuyor ise ve halk henüz bu kavramların farkında değilse siz sanatın içerisinde ki tüm estetiği almış oluyorsunuz. Sadece sanat için yapılıyorsa kim için yaptığı belirsiz bir şey oluyor. Sanat sanat için yaparsanız kısaca anlamsız kalır. Sadece halk için yaptığınızda da sadece bir halk eğlencesi olarak kalıyor. Ben sanat için düşündüğünüz ve yapmaya çalıştığınız kavramı, halka açıklayabileceğiniz  köprüler kurabiliyor olmanızı tercih ederim. Yoksa ben düşündüğümü anlatamıyorsam bunun ne anlamı var ki? Örneğin, şu sıralarda oynadığımız “Hamlet” oyununda bunu düşünüyorum. Herkesin bildiği çok uzun ve hemen anlaması çok güç olan bir metin. Siz kalkıp da bu boyutta iki saat içinde seyirciye vermeye kalktığınızda bir daha sizin seyirciniz olmaz. Dolayısıyla üstün bir şeyi güzel ve anlaşılır kılmak gerekiyor. Ben, sanatın kendi özgünlüğünden ödün vermeden, halka hitap edecek düzeyde yapan insanlara sanatçı diyorum.

SANAT HEP İKTİDARDAN BAĞIMSIZDIR

-Şu an bulunduğumuz süreçte iktidarın sanatçıya baskısı ve sanata değer vermeyişi hakkında neler söylemek istersiniz?
Öncelikle hepimiz kafamıza şunu sokalım; AKP iktidarı dediğiniz zaman sanatla kesinlikle ilişkisi olmayan, buna dair hayatta en ufak bir fikri olmayan insanlardan oluşan bir toplulukmuş gibi duruyor.Dolayısıyla iktidar dediğin şey sanatın temeline oturmuyor, aksine sanat iktidarla mücadele ediyor.
-Geçen yıl Bostancı’da sanatçıların “İktidara Boyun Eğme!” çağrısı ve etkinliği vardı. Kısaca böyle bir örgütlenme ve oluşum oluyor… Buna nasıl bakıyorsunuz?
Tabii ki destekliyorum bunu, ancak AKP’ye karşı olmak kavramını yeterli bulmuyorum. Gezi Parkı’ndan sonra katıldığım forumlarda da aynısını düşündüm. Bunu AKP karşıtlığına çekiyor olmanın çok yetersiz olduğunu düşünüyorum. Şöyle ki; “Arkadaş bizde bir kurum var, Devlet Tiyatrosu… Trilyonluk oyun çıkarıyor. Devlet de bu trilyonları alıyor ayakkabı kutusuna koyuyor.” Şimdi aynı trilyonlardan bahsediyorsak ve ben bu yapılan işten hiç haz almıyorsam bu kavganın neresinde durabilirim? Bu bir yolsuzluktur diyelim… Ben böyle düşünüyorum. Bu kadar çok paranın kendi vergilerimden nereye gittiğini ben merak ediyorum. İşte AKP’ye karşı olalım ama kendi yaptığımız ürünleri konuşalım. Bir kere olay kutsallaştırmada patlıyor. Şahsen ben tiyatronun kutsal bir şey olduğunu düşünmüyorum. Kutsal hiçbir şey de olamaz. Sanat kutsalı yıkar. Gerçekten yolsuzluğa yakın olan durumlar var mı bizim sanat kurumlarında? Olduğunu iddia edenler var… Birileri diyor ki, gerek ödenek verecek olsun gerek başka bir şey, 80 oyun oynamak için para alıyor ancak 10 oyun oynuyor. “Yahu bir dakika, ne oluyor?” der insan. Şimdi gelelim AKP’nin bizi sevmediği aşikâr mı?.. Aşikâr… E, tamam… Gel bunu bir kenara koyalım artık. Biz neyiz, ne yapıyoruz, ne kadar halkla buluşuyoruz ve ne kadar anlatmak istediğimizi anlatabiliyoruz? Bunu konuşalım. Çık, bağır bağır, nereye kadar? İcraat gerek.

TİYATRO DESTEKLENMELİ ANCAK BAĞIMSIZ OLMALI

-Peki herhangi bir çözümünüz var mı ?
Özel tiyatrolardan yanayım. Ancak ne var ki özel tiyatrolar yüzde 30’a yakın vergi veriyor, bu nedenle bilet fiyatları artıyor ve seyirci sayısı azalıyor.
-Bilet başı 50 TL. olduğunu göz önünde bulundurursak çoğu yerde, bu gerçekten uçuk bir rakam değil mi sizce de?
Tabi fazla, ancak bu denklemden kurtulmak için vergi oranında indirim olması gerekiyor. Böylece bilet fiyatları düşer. Bunu mahalle gibi düşün; her tarafta açılırsa bütün ilde yayılıyor. Cumhuriyetçi bir tavırla Anadolu’ya oyun götürülmesi mantığı var. Yahu neden sen götürüyorsun? Bırak onlar getirsin, özgünlükleri ortaya çıksın. Özel tiyatroların çoğalması gerekiyor bu nedenle. Kendi istediklerini anlatması için. Böylelikle herkes kendi ürününü ortaya çıkartabilir.
-Ancak ekonomik sıkıntılar baş gösterir öyle bir noktada, haksız mıyım ?
Kimseyi suçlayamıyorsun böyle bir durumda. Bu nedenle devlet politikası olarak desteklenmesi gerek. Bizde ise bunu yapmayacakları aşikâr. Ben CHP’nin bunu yapmaya çalıştığını ancak yanlış bir yolla yapmaya çalıştığını düşünüyorum. Ekonomik sorunun en basit örneğini vereyim. Bu akşam burada konser veriyoruz ama elektrik yoksa bu iş olmaz. Sanatın bittiği yer bu olabilir mi sizce? Ama öyle. Bizde tiyatro oyuncuları, oyunculuk yapmaz zaten. Hollanda’da tanıştığım bir kız anlattı… Devlet oyuncuya maaş bağlayıp senede 300 tane oyun oynayacaksın diyor ve buna göre bir değerlendirme yapıyor. Neticede iyiysen devam edersin, değilsen zaten götüremezsin işi. Bizde öyle bir şey yok. Seneden seneye bir oyun yaptın, onu da bir yerlerde oynadın devamını da televizyonda tamamladığın bir dünya var.

GEZİ PARKI SANATSAL AÇIDAN DA İYİ İRDELENMELİ

-Gezi Parkı’nda, sanatın her alanındaki üretkenlik hakkında ne gibi değerlendirmeler yapmak istersiniz?
Çoğunlukla gençlerden oluşan Gezi Parkı’ndaki kitlenin ironi yapabildiğini gördüm ancak şimdi bu Gezi Parkı kitlesini alarak bir oyun yapmayı da doğru bulmuyorum.
-Sosyolojik açıdan yeterince değerlendirilmediği için mi?
Evet, yeterince irdelenmiş değil. Ancak Gezi Parkı’nda üretilen bu dilin çok kıymetli olduğunu düşünüyorum sanat için. Bu dil, çok ironik ve nihilist… Bu da çok heyecan verici. Biz giriş gelişmenin yerini değiştirirsek kimse anlamaz diye düşünüyorduk. Ancak gördük ki insanlar birçok şeyi anlıyorlar. Ayrıca üretebiliyorlar da. Oradaki kitlenin sanki ironiyle “Biz hiçbir yere ait değiliz, bireyiz ve sanatta da neredeyse bunu arıyoruz” diyen bir yeri olduğunu düşünüyorum. Yani kısaca eski usul olan her şeyi yıkan bir tavır, yenilikçi bir anlayış arayışı.. Tabi hepsinden önemlisi duvarlar bizimdi orada. Çünkü bu da bir sanat ve çok da değerli. Bağımsızlardı.
-Ancak şöyle bir sorun var ki, oradaki kitle bir yere kanalize olamadı. Yani organize değiller, örgütlü değiller. Bu da oradaki gücü zaman içerisinde dağıtıyor. Buna ne diyeceksiniz?
Aslında bir yere kanalize olacak bir kuşak gibi de değillerdi. Gücünü, belli bir yere kanalize olmamasından alıyorlardı bence.
-Önceki söylemlerinizde şöyle bir şeye işaret etmiştiniz. “Çık bağır bağır nereye kadar?” Burada da çık diren diren nereye kadar gibi bir anlayış yok mu sizce de? Neticede meydandan eve, evden meydana gibi bir anlayış vardı.
Çok açık bir şey söyleyeyim; Biz bu Moda Sahnesi’ni açtık, ama borçlarla, bata çıka açtık. Gazetede Türkiye’nin en iyi 10 sahnesi arasına girdik. İnsanlar da ülkemizde iyi şeyler oluyor diye seviniyor. Ancak anlamadım, bir yandan seviniyorsun tamam ama yahu hiç kimse mi bir şey yapmıyor ki diye de üzülüyorsun. Yani pat diye ilk 10’a girdik? Kısaca düşündüğümüz şeyi bir araya gelerek büyütmek esas olan. Sonrada ortaya bu ürünü veya işi ortaya koymak önemli olan. Bağıralım, karşı çıkalım evet ama artık icraat gerekiyor.
Etiketler; onur ünsal

ARŞİV